22 Temmuz 2010 Perşembe

Tarihe not düşeyim de / Serdar Turgut

DÜN Nazlı Ilıcak’ın köşesini okurken benim için nostaljisi bulunan bir anekdota rastladım.

“Karargâh Evleri” başlığını attığı bölümde Nazlı Hanım, 18 Temmuz 2008 tarihli Akşam Gazetesi’nde manşet yaptığım bir haberden söz ediyor. Ergenekon soruşturmasının ilk kez muvazzaf subaylara da ulaştığını gösteren çok önemli bir haber yazmıştı o dönem gazetenin Ankara Temsilcisi olan İsmail Küçükkaya. Bizim o haberden sonra Ergenekon soruşturmasının toplumsal algısında önemli bir değişim olmuştu ve bayağı da etki yapmıştı haberimiz. Buna rağmen daha sonra yayın yönetmenliğinden ayrılma sürecinde bazı çevreler nedense benim başımda bulunduğum gazeteyi Ergenekoncu ilan etmişlerdi.

Defalarca bunun bir iftira olduğunu söylemiş, “Çıkardığımız gazete ortada, belgeler bu suçlamayı desteklemiyor” demiştim o dönemde ama keşke dün Nazlı Hanım’ın yazdığı haberi de hatırlasaydım.

Biz o dönemlerde doğruluğuna ikna olduğumuz her belgeyi, habercilik kriterlerine uyduğu sürece gönül rahatlığıyla yayınladık.

Gelen bazı belgeleri ise yayınlamadık; çünkü bazı kötü deneyler yaşamıştık, kuşkulu olmakta haklıydık. Bugünlerde yeni belgeler tartışıldığından, herkese kendi deneyimimi de anlatayım ve hepimiz yeniden bir ders çıkaralım dedim.

İŞTE BİZE YAPILAN OPERASYON
Mayıs 2006 sonunda Başbakan’a düzenlenecek bir suikast iddiası konuşuluyordu. (Düşünebiliyor musunuz bu ülkenin tuhaflığını, gündemimizin çılgınlığını.)

Ankara Bürosu’ndaki arkadaşlarımıza bir gün önemli bir telefon geldi. Telefondaki kişi, kendisinin ordu içinden olduğunu söylüyordu ve elindeki suikast planında askerlerin de rolü olduğunu gösteren belgeler vardı. İlgilenip ilgilenmeyeceğimizi sordu.

İsmail bana aktardı meseleyi, “Tabii ki ilgileniriz ama dikkatli olalım” dedim.

Kaynak, teslimatı Genelkurmay Başkanlığı önünde arkadaşımıza yapacaktı.

Bu bende alarm zilleri çaldırdı. Sanki belgeleri verirken görülmek istiyormuş gibi orayı seçmesini tuhaf bulmuştum.

Arkadaşımız denilen yere gitti, sivil kıyafetli bir adam geldi ve nöbetçi askerlerin gözünün önünde sarı zarfı teslim etti.

Tecrübeli muhabirlere, o kişinin izini sürdürdüm. Kesinlikle ordu içinde görevli değildi, devlet içinden bir kurumdan olduğu belliydi; çünkü verdiği bilgiler, krokiler, Başbakan’ın hareket saatleri ve geçtiği yollar filan çok detaylıydı.

Belge doğru olabilirdi ama kaynak neden “Ordu içindeyim” diye yalan söylemişti ki?

1 Haziran 2006 tarihli Akşam Gazetesi’ne bakarsanız, o gün biz bu haberi manşetten kullandık ama başka bir iş de yaptık. Sürmanşetten de haberin nasıl sızdırıldığını ve bize kaynak konusunda yalan söylendiğini anlatan bir haber verdik. Elimizdeki her şey, bunları nasıl aldığımızla birlikte kamuoyunun elindeydi işte. Karar okuyucunundu artık. Biz bir sonuca atlamamaya çalıştık ama yeni belgelerin ortaya çıktığı bugünlerde, bütün arkadaşların benim o günkü kuşkuculuğumu göstermelerinde de kamu yararı var bence.

O olay da bana gösterdi ki, maalesef devletin içinde çok pis bir mücadele sürüyor. Devletin kendi içinde tutarlı olarak terörizmin karşısına dikilmesi gerektiği bir dönemde, bu mücadele ülkemiz için çok yıpratıcı oluyor. Bu tür mücadelelerde hiçbir taraf tam masum olmaz, tarih bunu söylüyor. Bu mücadelenin, devlet tam çatırdamadan bir şekilde bitirilmesi samimi arzumdur.