Harbiye, askerlik, askeriye, savunma ile ilgili tüm gelişmeler, eleştiriler, asker-siyaset ilişkisi, askeri operasyonlar, gibi ve benzeri haberler, köşe yazıları, dosyalar buradan aktarılmaya çalışılacak.
21 Şubat 2012 Salı
'Sessiz devrimler' de evlatlarını yer / Yıldıray Oğur
Sözün orijinali şöyle: İhtilal Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer. Bu söz Danton'a atfedilir ama aslında bu sözü ona, Danton'un Ölümü kitabında George Büchner söyletir. Ama Danton'a da kendisini yiyen, evladı olduğu Fransız Devrimi hakkında buna benzer bir şey söylemek yakışırdı doğrusu. Giyotine giderken en azından bir "dokunan yanar" çekmiştir herhalde.
Bu söz 1917'de Saint Petersburg'daki Kışlık Saray'ı bombalayarak Ekim Devrimi'nin yolunu açan ama sonra devrimde başlarına gelmeyen katmayan Aurora Zırhlısı'nın mürettebatına da yakışırdı. Kazım Karabekir, Rauf Orbay Atatürk'e, "27 Mayıs devrimi bitmedi" diyerek iki kez darbeye kalkışan Talat Aydemir, kendisini idama götüren darbeci arkadaşlarına da bunu söylemiş olabilir.
Bana kalırsa bu ünlü replik bugün Cemaat-AKP çatışması tartışmasına da çok yakışıyor.
Tabii, olan biteni politbüro onaylı Sovyetler Birliği Resmi Tarihi'nde Troçki ya da Buharin hakkında yapılmış öfkeli saptamalara benzeyen "Bu 9 Şubat darbesi" gibi tezlerle ya da "ben yapmadım miki yaptı" işlevi gören "MOSSAD'ın elinde oyuncak olmuş bu savcılar" masallarıyla anlamayı tercih etmiyorsanız.
Emin olun tarih olan biteni öyle yazmayacak.
Barut kokan cephelerden yazılmış, günlük, öfkeli analizler yerine takvimi biraz daha geriye saracak siyasi tarihçiler. Eğer yerleri çoksa belki 1923'e kadar. Cumhuriyet'in askerî vesayet tarihini 2002'ye kadar getirip, bu vesayete karşı AKP hükümetinin 2007 yılına kadar YAŞ kararlarına şerh koymak, darbe girişimlerini kapalı odalarda bertaraf etmekten ibaret performansından sonra 2007'den sonra değişenin ne olduğunu anlamaya çalışacaklar.
"2009'da ordu-yargı ittifakının az kalsın partisini kapatacağı Başbakan nasıl oldu da iki yıl sonra, iktidarının 10.
yılında YAŞ toplantısında masanın başına tek başına oturabildi" diye soracaklar.
Karşılarına cevap olarak Ergenekon Davaları çıkacak. Bir de bu toz bulutunun dışından bakan gözlemcilerin 2007-2011 yılları arasında Türkiye'deki değişim hakkında kullandıkları bir tâbir: Sessiz devrim.
Son beş yılda yaşadıklarımız aslında yavaşlatılmış ve kansız bir Tahrir Devrimi'ydi. Tek fark yavaşlık ve sessizlikti. Ve her şeyin meşruiyet sınırları içinde cereyan etmesi. Bu sessiz devrimin Robespierreleri, Dantonları, Aurora Zırhlısı ise şüphesiz savcılar ve polislerdi. Sessiz devrimin mahkemeleri de Özel Yetkili Mahkemeler.
90 yıldır bu ülkede onca aydının, silahlı, silahsız hareketin bin bir türlü yolla, stratejiyle deneyip yapamadığı devrimi onlar yaptılar.
İktidarın gerçek sahibi orduyu bir daha dönmemek üzere kışlalarına kadar geri püskürttüler. Bu beş yılda seçmenleri muhtırayla meydanlara dökülen CHP'nin içinden neredeyse demokrat bir parti, bir numarası medyaya her konuda kanaat bildiren ordunun içinden etliye sütlüye karışmayan bir ordu, "Genelkurmay Başkanı'na Cumhurbaşkanı kim olsun" diye sormalara alışık medyadan neredeyse bir Guardian çıktı.
Hükümet de beş yıldır arkasında durduğu, seçim meydanlarında bayrak yaptığı Ergenekon, Balyoz gibi davalarla dozer gibi yolunu açan savcıların/polislerin açtığı yoldan yürüdü, bu davalarla ortaya çıkan sivil/asker kutuplaşmasında sivilleşme bayrağını yukarı çıkardıkça arkasındaki kalabalık arttı, bu devrimci dalganın öncü partisi oldukça iktidarını güçlendirdi.
Ve dün itibarıyla savcılar ve polis şeflerinden sonra 700 polisin de tayininin çıkmasıyla 2007 yılında Ergenekon soruşturmasını başlatan kadrodan görevi başında kimse kalmamış oldu.
Ya da şöyle diyelim: Sessiz devrim de diğer sesli devrimler gibi evlatlarını yedi. Her şey aslında diğer devrimlerdeki gibi oldu.
Devrimin en şahin kanadı, devrimci durumdan statükoya geçişe ayak uyduramadı.
Elde ettiği iktidarı bir noktada bırakmayı beceremedi. Daha çok devrim, daha çok operasyon, daha çok iktidar istedi. Hükümet Ankara'daki eski koltuklara yerleşmeye çalıştıkça da devrimci müdahale isteği arttı.
Bu beş yılda her devrimin en kötü şiarı olan "yumurta kırmadan omlet yapılmaz" düsturunu, statükonun beli kırılırken ne şimdi Veli Küçük'ten daha iyi referansları olan isimler için ayağa kalkan dünya, ne şimdi yeniden politik doğruculuğa dönüş yapan Türkiye'deki demokratlar ve ne de şimdi "bu darbe" diye ayağa fırlayan hükümet ve çevresi kafaya taktı.
Ama Hanefi Avcı, OdaTv soruşturmaları gibi beka kaygısıyla yapılmış ölçüsüz karşı hamleler hem hükümet için hem de bu devrimci soruşturmaları destekleyen demokratlar için artık taşınamaz hale geldi. Özellikle de Türkiye'deki sessiz devrimi destekleyen dünya karşısında... Başbakan'ın kaç defa açıkça desteklediğini söylediği KCK soruşturmasının bir siyasi manivela olarak kullanılması, KCK adında yaratılan gayya kuyusuna atılan masumların sayısının artmasına ve son olarak o kuyuya Başbakan'ın has adamlarından birinin atılmaya çalışılmasına yol açtı.
Ankara'da eski rejimin elindeki Genelkurmay kalesi de düştüğüne göre artık hükümetin bu devrimci duruma ihtiyacı kalmadı. Devrim bitti.
Özel Yetkili Mahkemeler artık kapatılabilir.
Yüzlerce kez soruşturmanın gizliliğini ihlalden yargılanan gazeteler, savcıyla konuşarak gazetecilik yapan gazeteciyi ikna odasına sokabilir. Çünkü post-devrimci ustalık dönemi gerginlik yerine istikrar, değişim yerine yeni statüko kurmak demek. Şimdi düşen kaleleri teslim almak, teslim olan ordu, medya gibi güçlerle yeniden anlaşma zamanı.
Peki, devrimcilere ne olacak? : İhtilal Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer. Belki Satürn'ün yiyemediği bir evladı, büyüyünce Zeus olur, kimbilir?