20 Şubat 2012 Pazartesi

Uluderelilerin sesine kulak verin / Hilal Kaplan

Devlet, 1980'lerde Uludere ilçesinin tüm sınır köylerini boşaltmış; halkı içerilere doğru göçe zorlamış. Dokuz köy göç ettirilmiş. Köylerin etrafındaki arazilere mayınlar döşenmiş. Mayınlı arazide ne tarım ne de hayvancılık yapılabildiğinden ve yakınlarda çalışılacak bir fabrika, vb. olmadığından halk mecbur sınır ticaretine yönelmiş. Geçimini sağlamak için yayla ve araziye çıkanlardan 5'i mayına basarak hayatını kaybetmiş, 20'si sakat kalmış. Üstüne 1990'larda devletin yoğunlaşan "ya korucu olursun ya da gözümüzde PKK'lısın" baskısı gelmiş. Bu sefer de Gülyazı'dan büyük şehirlere göç edenler olmuş, kalanların çoğu koruculuğu 'seçmiş'. Operasyona gitmeyecekleri vaat edilse de sıklıkla PKK ile çatışılan operasyonlarda bile yer almışlar. Bunca özveriye rağmen başlarına gelen bu felakete inanamamaları, hemen her konuşmamızda "Devlet bize bunu nasıl yaptı?" diye sormaları biraz da bu yüzden...

Gülyazı (Bûjeh) ve Ortasu (Roboskî) köylerine Buluşan Kadınlar grubuyla aynı gün gittik. Orada kelimelerin gövdesinin kaldıramayacağı sert ve acı bir gerçeğe şahitlik ettik. Ne yazarsam yazayım, bana söylenenleri tam anlatamayacağım endişesi ağır basıyor. O yüzden sevgili Özlem Yağız'ın yazıya aktardığı konuşmalardan siz 'Kürt kökenli kardeşlerinize' kulak verin istedim. Kalbi mühürlenmemiş olanlar duyacaktır elbet...

Adem Ant'ın (18) annesi: Adem hem nişanlıydı hem de asker olacaktı. En büyüğü oydu, o bakıyordu. Babası her iki gözünden ameliyat olmuş çalışamıyor. Adem'in 12 tane nüfusu vardı. Kız kardeşi şu an üniversitede. Mardin'de okuyor. O bakıyordu. O'na o harçlık yolluyordu. Bu on iki kişinin arasında iki tane annesiz babasız yetimleri var. Nişanlıydı yazık günahtı. Bu çocuğun hayalleri vardı. Ama kavuşamadılar.

Yüksel Ürek'in (17) annesi: Oğlum 16 yaşındaydı. Altı çocuk annesiyim. Babası kaza geçirmiş çalışamıyor, bize bakan oydu. Başbakan bizim sesimizi duysun, artık yeter anneler ağlamasın. Annelerin ciğeri yanmasın çocuklar vurulmasın. Biz barış istiyoruz biz tazminat falan istemiyoruz. Bu çocukların faillerini istiyoruz. Bu çocukları vuran bombalar ikinci dünya savaşında bile kullanılmamış. Çocuklarla katırların eti bir olmuş, kıyma olmuş birbirine karışmış. O et parçalarını toplayıp çuvallara koyduk. Yazık biz hangi çağdayız? Hangi bayrağın altındayız? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? (...) Yemin ederim oğlum her gidiş gelişinde eve geliyordu sanki suya düşmüş gibiydi. Benim oğlum ayakkabısını bile çıkaramıyordu. Kapıya koşuyordum. Ayakkabısını çıkarıyor, çorabını çıkarıyor kollarından tutup banyoya götürüyordum. Anne bunu ister mi? Yapmasını ister mi? Oğlum lise biri bitirmişti babası kaza geçirdi. Okulu durdurdu, okuyamıyordu. "Baba" dedi; "ben sana yardım edeceğim, sonra okurum."

Salih Ürek'in (16) annesi: Saat üç, üç buçuk arası bizim çocuklar gittiler. Saat beşte altıda askerler yolu kapattılar. Bu taraftan yolu kestiler. Bizim askerlerin her zamanki hali, bazen yolu kapatıyorlardı, kiminin yükünü tutup götürüyordu, kimi de kaçıp geliyordu. Yükünü kurtarıyordu. Yani korkmuyorduk. Devlet hayatta bunu bize yapmaz. Beklemiyorduk bunu devletten.

Saat dokuzda sınıra geldiler bizim çocuklar. Sınıra geldiler telefon açtı. Ben kendim yeğenimle konuştum (...) Zamanınız yoksa katırları bırakın bu tarafa gelin" dedim. "Ellerinizi kaldırın dedim askere teslim olun" dedim. "Hala" dedi; "bize ateş ediyorlar. Bizi salmıyorlar gelemiyoruz." Ondan sonra çocukların üstüne aydınlatma attılar. Aradan bir beş dakka geçmedi bu konuşmadan sonra o F16 lar uçaklar kalktı. Artık biz çocuklara ulaşamadık. Yetkili askeriyeye telefon açtık. Yetkililere "Bunlar bizim çocuklarımızdır, herhangi bir şey yapılmasın" dedik. Yok, herhangi bir şey yoktur" dediler. "Korkutmak amacıyla yapılıyor. Korkmayın" dediler. Ama yukardan görünüyordu. Sınırın tepesindeydi. Aydınlatma atıldığı zaman ateş açıldı. Ateş açılınca çocukların yükü mazottu bazılarının hemen alev aldı. Ondan sonra birbirimize telefon açtık. Hayatta ben bunu tahmin etmedim. Şimdi de inanamıyorum yani devletin bunu bize yaptığına. Hiç beklemiyorduk çünkü.

Adem Ant'ın (18) babası: Bütün vicdanı olan insanlara sesleniyorum. Bizim Türk annelerimize sesleniyorum. Türk kardeşlerimize sesleniyorum. Vicdanı olan insan kardeşlerimize sesleniyoruz. Hepsi bize destek versinler bu kanı beraber durduralım, kardeş kavgası olmasın (...) Bazıları televizyona çıkıyor diyor; PKK nin bayrağı varmış bu çocukların üzerinde (tabutunun üstünü kast ediyor) Peki kardeşim sen suya düştüğünde sana düşmanın elini uzatırsa o düşmanın elinden tutmaz mısın? Sizin ne tür vicdanınız vardır? Sizin vicdanınız hiç mi sızlamıyor bu fidanlar için? Aha ilk baharda askerdi. Askere gidecekti Adem. Peki ben kime gönderecektim. Türkiye vatandaşlığına göndermeyecek miydim? Askerde olan da bizim çocuklarımızdır. Ha senin çocuğun ha benim çocuğum (...) Beşir Atalay buraya gelmişti. Alihan Özbek'in evine gitmiş. Bizim taziye çadırımızdan üç dört kilometre uzaktır. Sen kimin evine gitmişsin? Diyorsun ben şehit aileleri ile tek tek tokalaşmışım. Hani biz buradayız sen neredesin? (...) Yarın öldüğünüzde siz Cenabı Allah'a ne hesap vereceksiniz? Orayı düşüneceksiniz burayı değil. Allah'ın hesabını düşüneceksiniz. O mezarda o dört duvarın arasında orayı düşünün orada ne hesap vereceksiniz? Utanacak yüzünüz yok mu Allah'a? Sızlayacak vicdanınız yok mu Allah'a? Bizden utanmayın. Sizi yaratandan utanın.