Amerika’da
istihbarat görevlilerinin bir örgüte sızması ve oradaki eylemleri,
sırasıyla teşkilat yöneticisi, savcı, hâkim ve Adalet Bakanlığı’nın
iznine tabi. Bakan da Kongre’de İstihbarat Komitesi’ne karşı sorumlu.
Randevu aldığım üst düzey yetkili
ile buluşmak üzere, çantam ve gazeteci yeleğimle gittiğim FBI Genel
Merkezi’nin girişine yaklaştığımda, kapıdakilerin gözleri büyüdü ve
birden etrafım sarıldı. Randevum olan kişinin adını söyleyince
hareketlenme daha da arttı. Neyse ki adımı ziyaretçi listesinde buldular
da herkes rahatladı. Görüştüğüm yetkili, FBI ajanlarının henüz bir saat
önce Kongre’nin yanında elinde silah ve üzerinde bomba düzenekli
yelekle bir Faslıyı yakaladığını, görevlilerin, Amerikalıya benzemeyen
bıyıklı, çantalı ve yelekli birini -yani beni- kapıda görünce
telaşlandığını gülerek anlatınca durum aydınlandı. Velhasıl, az daha bu
yazımı “Guantanamo’dan bildiriyor” olacaktım!
Türkiye’de son iki haftanın bir numaralı gündemi, MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması ve hemen ardından hazırlanan tasarının Meclis ve Çankaya’dan hızla geçerek kanunlaşmasıydı. “Konu ne kadar sıcak ve çekici olsa da Türkiye ortamında tazeliğini ne kadar koruyabilir?” sorusunu düşünmeden, istihbarat teşkilatlarının diğer devlet kurumları ve suç örgütleri ile ilişkilerinin Amerika Birleşik Devletleri’nde nasıl işlediğini incelemek istedik. Dünyanın en ileri demokrasilerinden birindeki uygulamalar bizlere sağlıklı ve aydınlatıcı fikirler verebilirdi.
Türk basınında, ABD’deki kanunlar ve sistem hakkında bazı bilgiler yer aldıysa da ayrıntılı bir çalışma yapılmadı. Girişte anekdotunu paylaştığım Amerikan Federal Araştırma Bürosu (FBI) üst düzey yetkilisi, Amerikan Güvenlik Teşkilatı kurucusu ve eski genel müdürü emekli general Bruce Lawlor ile konuyu ayrıntılı ele almaya çalıştık.
Amerika’da da istihbarat kuruluşları ile ilgili pek çok söylenti ve şikâyet var. Türkiye’deki gibi burada da neredeyse ülke güvenliğiyle ilgili her kurumun bir istihbarat teşkilatı bulunuyor. Bunlardan, ABD dışıyla ilgilenen, direkt başkana bağlı ve en ünlü olanı tabii ki CIA. Savunma Bakanlığı’na bağlı 8, Vatan Güvenliği (Homeland Security-DHS) ve Adalet Bakanlığı’na bağlı ikişer ve bunların dışında da İçişleri, Hazine ve Enerji bakanlıklarına bağlı birer istihbarat kuruluşu bulunuyor. Bütün bu kurumlardan operasyon yapabilen sadece ikisi: CIA ve FBI… FBI, Adalet Bakanlığı bünyesinde bulunuyor. Toplam sayı 16.
“Tam 16 istihbarat kuruluşunun bulunduğu bir ülkede 11 Eylül saldırısı nasıl yaşanabilir?” diye düşünebilirsiniz. İşte cevabı: 11 Eylül’ün faili kabul edilen bazı saldırganları CIA’in yıllardır Ortadoğu’da takip ettiği ancak Amerika’ya uçuş kursları almak üzere geldiklerinde FBI’a bunu bildirmediği çokça konuşulan bir dedikodu. Diğeri ise 11 Eylül saldırısından aylar sonra, faillerden bazılarının adresine vizelerini yenileme mektubu gönderildiği. Bunlar doğru mu bilinmez ama 11 Eylül’ün ABD’de istihbarat teşkilatları için ikinci bir milat olduğu kesin. İlk milat ise 1970’lerde yaşanmış.
11 Eylül’den hemen sonra Bush hükümeti döneminde temeli atılan Vatan Güvenliği Bakanlığı’nın (DHS) kurucusu ve ilk genel müdürü olan emekli general Bruce Lawlor, istihbarat keşmekeşini, bütün bu kuruluşları bir çatı altında toplamakla önlemeye çalıştıklarını anlatıyor. Bu kuruluş DHS’nin de dâhil olduğu ABD İstihbarat Komitesi (IC) ve Amerikan Millî İstihbarat Direktörlüğü (DNI) tarafından yönetiliyor. Lawlor, 11 Eylül sonrasının en karmaşalı günlerinde, Başkan Bush’un yıllarca en yakınında bulunan ve en çok danıştığı çalışma arkadaşlarından biriydi.
Türkiye’nin, Türk misafirperverliğinin ve bir general olarak Türk ordusunun hayranı olan Lawlor, “Bana ABD’nin dünyada vazgeçemeyeceği üç ülke adı söyle deseniz, önce Türkiye’yi sayarım.” diyecek kadar ülkemizin önemine inanan biri.
Lawlor, 1970’lere kadar istihbarat teşkilatları ve görevlileri hakkındaki kanunların çok daha belirsiz ve yetersiz olduğunu, bazı devlet görevlileri tarafından, cinayet ve soygunlar dâhil, akıl almaz suçlar işlendiğini ve bunların yargılanamadığını ifade ediyor. 1970’lerde çıkarılan ağır ceza yaptırımlı kanunlardan sonra her şeyin bıçak gibi kesildiğini, 11 Eylül sonrasında ise bu kurumlar arasındaki istihbarat paylaşımının bir yoluna koyulduğunu söyleyen Lawlor, Türkiye’yi ve MİT tartışmalarını çok yakından takip ediyor. Lawlor, her ne kadar ülkeler, teşkilatlar ve kültürler arasında büyük farklar olsa da Türkiye’nin bugünkü istihbarat tartışmalarını 1970 öncesi Amerika’sının istihbarat karmaşasına benzetiyor.
“Teşkilatlar hakkındaki kanunları çıkarırken olabildiğince ayrıntılı, hassas ve kapsayıcı; bunları uygularken de olabildiğince acımasız ve ısrarlı olmadıkça istihbarat tartışmaları ve suiistimaller bitirilemez.” diyen Lawlor, Türk demokrasisinin bu sorunları aşacak bilgi, birikim ve enerjisi olduğuna inanıyor.
“Off the record” konuştuğumuz FBI idarecisi de bize, teşkilatın bir suç örgütüne sızmasının süreçleri ve oradaki eylemlerinin sınırlarını anlattı.
FBI, prensip olarak suç örgütlerine devlet memuru ajan sokarak sızmak yerine, bu örgütlerdeki muhbirleriyle (informant) örgütü takip etme ve yönlendirmeyi tercih ediyor. Bu tercihin oranı neredeyse yüzde 99. Muhbirler, tutuklanmama garantisi ve para gibi yollarla kazanılıyor. Paranın boyutu; kişiye, örgüte ve işe bağlı olarak her şeye ikna edecek bir miktar!
Yüzde 1’lik kısım olan FBI ajanının örgüte sızmasında ise süreç şöyle işliyor: FBI ajanı, sızmayı planladığı örgüt, şüpheli faaliyetleri, mekânları, irtibatları ve kendisinin oradaki bağlantıları hakkında ayrıntılı bir raporla birlikte bağlı bulunduğu birim amirine talebini iletiyor. Bazen bu talep idareciden ajana görev olarak da verilebiliyor. Her iki hâlde de FBI Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı’na konuyu ileterek önce savcı incelemesi yapılıyor ve sonra da hâkim kararı çıkarılıyor. Önemi ve büyüklüğüne bağlı olarak FBI sızma planı bazen Kongre’nin İstihbarat Komitesi’nde gizli oturum ile tartışılıyor. Bütün bunların haftalar aldığı sanılmasın. Bazen bir günde neticelendiği de olmuş.
Bu noktada, Kongre İstihbarat Komitesi’ni biraz açmakta fayda var. Bu komite, ABD’deki bütün istihbari kurum, soruşturma ve operasyonlar için en kritik birim. ABD Meclisi’ndeki iki partinin yüzde 50 katılımı ile teşkil ediliyor ve başta CIA olmak üzere bütün istihbarat kuruluşlarının bütçesi de dâhil plan, proje ve operasyonlarını kontrol ediyor. CIA, başkana direkt bağlı ama yine de operasyonları Komite’nin denetimi altında. Komite dilerse yapılan bir operasyonla ilgili bilgi almak ya da hesap sormak üzere adalet bakanı, CIA başkanı ya da FBI müdürünü Kongre’deki Komite toplantısına davet edebiliyor.
FBI yetkilisinin “Mesela bir uyuşturucu karteline ajanımız sızarsa...” örneğiyle devam edelim. FBI yetkilisi, hâkim kararına temel teşkil edecek FBI’ın örgüte sızma planının ne kadar ayrıntılı yazıldığını ifade edebilmek için oldukça uğraşıyor. Ajanın hangi tarihte, hangi şehir, mahalle, sokak ve binada olacağından, kimle nerede ne zaman görüşeceğine, A noktasından B noktasına ve sonra C, D ve E noktalarına ne zaman geçeceğine, hangi aşamalarda teşkilata haber vereceğine, ne kadar para taşıyacağına ve kimlere vereceğine kadar işin mahiyetine bağlı olarak bütün ayrıntıların tam ve eksiksiz olmak zorunda olduğunu defalarca vurguluyor. Onaylanan bu plan, sızma operasyonunun keskin sınırlarını çizdiği için büyük önem taşıyor. Ajanın planda yazmayan bir yerde bir zamanda bir eylemde bulunma şansı yok. “Hiç mi yok?” soruma FBI yetkilisi düşünmeden cevap veriyor: Yok! “Yaparsa önce soruşturma açılır, sonra da gerekirse yargılanır.” Herkesin aklına gelen, “Hadiseler yaşanırken durumun getirdiği bir mecburiyet hâsıl olur ve plan dışı bir şey gerekirse ne yapılır?” soruma da şu cevabı veriyor: “Operasyon orada biter ve ilk fırsatta ortamı terk eder.”
“Peki, suç işleyebilirler mi?” FBI yetkilisi bu soruma da şöyle karşılık veriyor: “Değil FBI ajanı, FBI muhbiri bile örgüt içinde bulunduğu sürece suç işleyemez. İstihbarat teşkilatları suç işlemek değil, suçu önlemek için vardır. Ajan ya da muhbirimiz ne kendi ne de diğer insanların güvenliğini tehlikeye atmaya yetkilidir. Mesela uyuşturucu kartelindeki ajanımız para taşıyabilir, bu suç değildir; ama uyuşturucu taşıyamaz, çünkü bu suçtur. Eğer yapar ve yakalanırsa yargılanır ve ceza alır.”
Yetkili, istihbarat teşkilatlarının suç örgütünde idareci konumuna gelip gelemeyeceği sorumu başka bir soruyla cevapladı: “Buna neden gerek olabilir ki?” Bundan sonra şu soruyu sormamı kimse beklemezdi herhâlde: “İstihbarat teşkilatı bir suç örgütü kurabilir mi?” FBI yetkilisi, bütün kanun, plan ve uyarılara rağmen bazı ajanlarının hâlâ hata yapabildiklerini, bunlardan bir kısmının uyarıldığını, bir kısmının meslekten ihraç edildiğini ve bir kısmının da hapis cezaları aldığını örneklerle anlattı.
Türkiye’deki MİT krizi çerçevesinden bakılırsa, MİT’in Amerika’daki karşılığı CIA değil, FBI’dır. CIA, ABD dışındaki istihbarat faaliyetleriyle ilgilenir. Başkana bağlıdır ve Kongre İstihbarat Komitesi’nin denetimine tabidir ama neticede faaliyetleri ABD toprakları dışında olduğu için Amerikan halkı, medyası ve gündeminde kanun ihlalleriyle pek yer tutmaz. Bazı operasyonları kınansa, uluslararası kuruluşlarca eleştiri görse de CIA’in FBI’a göre kanunlar konusunda daha rahat bir kurum olduğunu söylemek yanlış olmaz. FBI, ABD içinde faaliyet gösterdiği için mercek altındadır.
Bizim MİT teşkilatı hem iç hem de dış istihbaratla ilgileniyor. Zaten bu başlı başına bir sorun. Yetki ve sorumluluğu nerede başlıyor ve bitiyor kesin değil. Hangi noktada emniyet ya da askerî istihbaratın alanlarına giriyor, buna kim karar veriyor ve kim denetliyor? Bilen var mı? Evet, Türkiye ile ABD’nin tarihî, siyasî, etnik ve coğrafî yapıları birbirine hiç benzemez ama her yerde iki artı iki dört eder. İstihbaratın da kuralları ve sınırları vardır. MİT’in devekuşu konumu sağlıklı sonuçlar getirmez, ki hâlihazırda problemleri görüyoruz. Kanun koyucuların oturup bir karar vermesi gerekir.
Türkiye’de son iki haftanın bir numaralı gündemi, MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması ve hemen ardından hazırlanan tasarının Meclis ve Çankaya’dan hızla geçerek kanunlaşmasıydı. “Konu ne kadar sıcak ve çekici olsa da Türkiye ortamında tazeliğini ne kadar koruyabilir?” sorusunu düşünmeden, istihbarat teşkilatlarının diğer devlet kurumları ve suç örgütleri ile ilişkilerinin Amerika Birleşik Devletleri’nde nasıl işlediğini incelemek istedik. Dünyanın en ileri demokrasilerinden birindeki uygulamalar bizlere sağlıklı ve aydınlatıcı fikirler verebilirdi.
Türk basınında, ABD’deki kanunlar ve sistem hakkında bazı bilgiler yer aldıysa da ayrıntılı bir çalışma yapılmadı. Girişte anekdotunu paylaştığım Amerikan Federal Araştırma Bürosu (FBI) üst düzey yetkilisi, Amerikan Güvenlik Teşkilatı kurucusu ve eski genel müdürü emekli general Bruce Lawlor ile konuyu ayrıntılı ele almaya çalıştık.
Amerika’da da istihbarat kuruluşları ile ilgili pek çok söylenti ve şikâyet var. Türkiye’deki gibi burada da neredeyse ülke güvenliğiyle ilgili her kurumun bir istihbarat teşkilatı bulunuyor. Bunlardan, ABD dışıyla ilgilenen, direkt başkana bağlı ve en ünlü olanı tabii ki CIA. Savunma Bakanlığı’na bağlı 8, Vatan Güvenliği (Homeland Security-DHS) ve Adalet Bakanlığı’na bağlı ikişer ve bunların dışında da İçişleri, Hazine ve Enerji bakanlıklarına bağlı birer istihbarat kuruluşu bulunuyor. Bütün bu kurumlardan operasyon yapabilen sadece ikisi: CIA ve FBI… FBI, Adalet Bakanlığı bünyesinde bulunuyor. Toplam sayı 16.
“Tam 16 istihbarat kuruluşunun bulunduğu bir ülkede 11 Eylül saldırısı nasıl yaşanabilir?” diye düşünebilirsiniz. İşte cevabı: 11 Eylül’ün faili kabul edilen bazı saldırganları CIA’in yıllardır Ortadoğu’da takip ettiği ancak Amerika’ya uçuş kursları almak üzere geldiklerinde FBI’a bunu bildirmediği çokça konuşulan bir dedikodu. Diğeri ise 11 Eylül saldırısından aylar sonra, faillerden bazılarının adresine vizelerini yenileme mektubu gönderildiği. Bunlar doğru mu bilinmez ama 11 Eylül’ün ABD’de istihbarat teşkilatları için ikinci bir milat olduğu kesin. İlk milat ise 1970’lerde yaşanmış.
11 Eylül’den hemen sonra Bush hükümeti döneminde temeli atılan Vatan Güvenliği Bakanlığı’nın (DHS) kurucusu ve ilk genel müdürü olan emekli general Bruce Lawlor, istihbarat keşmekeşini, bütün bu kuruluşları bir çatı altında toplamakla önlemeye çalıştıklarını anlatıyor. Bu kuruluş DHS’nin de dâhil olduğu ABD İstihbarat Komitesi (IC) ve Amerikan Millî İstihbarat Direktörlüğü (DNI) tarafından yönetiliyor. Lawlor, 11 Eylül sonrasının en karmaşalı günlerinde, Başkan Bush’un yıllarca en yakınında bulunan ve en çok danıştığı çalışma arkadaşlarından biriydi.
Türkiye’nin, Türk misafirperverliğinin ve bir general olarak Türk ordusunun hayranı olan Lawlor, “Bana ABD’nin dünyada vazgeçemeyeceği üç ülke adı söyle deseniz, önce Türkiye’yi sayarım.” diyecek kadar ülkemizin önemine inanan biri.
Lawlor, 1970’lere kadar istihbarat teşkilatları ve görevlileri hakkındaki kanunların çok daha belirsiz ve yetersiz olduğunu, bazı devlet görevlileri tarafından, cinayet ve soygunlar dâhil, akıl almaz suçlar işlendiğini ve bunların yargılanamadığını ifade ediyor. 1970’lerde çıkarılan ağır ceza yaptırımlı kanunlardan sonra her şeyin bıçak gibi kesildiğini, 11 Eylül sonrasında ise bu kurumlar arasındaki istihbarat paylaşımının bir yoluna koyulduğunu söyleyen Lawlor, Türkiye’yi ve MİT tartışmalarını çok yakından takip ediyor. Lawlor, her ne kadar ülkeler, teşkilatlar ve kültürler arasında büyük farklar olsa da Türkiye’nin bugünkü istihbarat tartışmalarını 1970 öncesi Amerika’sının istihbarat karmaşasına benzetiyor.
“Teşkilatlar hakkındaki kanunları çıkarırken olabildiğince ayrıntılı, hassas ve kapsayıcı; bunları uygularken de olabildiğince acımasız ve ısrarlı olmadıkça istihbarat tartışmaları ve suiistimaller bitirilemez.” diyen Lawlor, Türk demokrasisinin bu sorunları aşacak bilgi, birikim ve enerjisi olduğuna inanıyor.
“Off the record” konuştuğumuz FBI idarecisi de bize, teşkilatın bir suç örgütüne sızmasının süreçleri ve oradaki eylemlerinin sınırlarını anlattı.
FBI, prensip olarak suç örgütlerine devlet memuru ajan sokarak sızmak yerine, bu örgütlerdeki muhbirleriyle (informant) örgütü takip etme ve yönlendirmeyi tercih ediyor. Bu tercihin oranı neredeyse yüzde 99. Muhbirler, tutuklanmama garantisi ve para gibi yollarla kazanılıyor. Paranın boyutu; kişiye, örgüte ve işe bağlı olarak her şeye ikna edecek bir miktar!
Yüzde 1’lik kısım olan FBI ajanının örgüte sızmasında ise süreç şöyle işliyor: FBI ajanı, sızmayı planladığı örgüt, şüpheli faaliyetleri, mekânları, irtibatları ve kendisinin oradaki bağlantıları hakkında ayrıntılı bir raporla birlikte bağlı bulunduğu birim amirine talebini iletiyor. Bazen bu talep idareciden ajana görev olarak da verilebiliyor. Her iki hâlde de FBI Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı’na konuyu ileterek önce savcı incelemesi yapılıyor ve sonra da hâkim kararı çıkarılıyor. Önemi ve büyüklüğüne bağlı olarak FBI sızma planı bazen Kongre’nin İstihbarat Komitesi’nde gizli oturum ile tartışılıyor. Bütün bunların haftalar aldığı sanılmasın. Bazen bir günde neticelendiği de olmuş.
Bu noktada, Kongre İstihbarat Komitesi’ni biraz açmakta fayda var. Bu komite, ABD’deki bütün istihbari kurum, soruşturma ve operasyonlar için en kritik birim. ABD Meclisi’ndeki iki partinin yüzde 50 katılımı ile teşkil ediliyor ve başta CIA olmak üzere bütün istihbarat kuruluşlarının bütçesi de dâhil plan, proje ve operasyonlarını kontrol ediyor. CIA, başkana direkt bağlı ama yine de operasyonları Komite’nin denetimi altında. Komite dilerse yapılan bir operasyonla ilgili bilgi almak ya da hesap sormak üzere adalet bakanı, CIA başkanı ya da FBI müdürünü Kongre’deki Komite toplantısına davet edebiliyor.
FBI yetkilisinin “Mesela bir uyuşturucu karteline ajanımız sızarsa...” örneğiyle devam edelim. FBI yetkilisi, hâkim kararına temel teşkil edecek FBI’ın örgüte sızma planının ne kadar ayrıntılı yazıldığını ifade edebilmek için oldukça uğraşıyor. Ajanın hangi tarihte, hangi şehir, mahalle, sokak ve binada olacağından, kimle nerede ne zaman görüşeceğine, A noktasından B noktasına ve sonra C, D ve E noktalarına ne zaman geçeceğine, hangi aşamalarda teşkilata haber vereceğine, ne kadar para taşıyacağına ve kimlere vereceğine kadar işin mahiyetine bağlı olarak bütün ayrıntıların tam ve eksiksiz olmak zorunda olduğunu defalarca vurguluyor. Onaylanan bu plan, sızma operasyonunun keskin sınırlarını çizdiği için büyük önem taşıyor. Ajanın planda yazmayan bir yerde bir zamanda bir eylemde bulunma şansı yok. “Hiç mi yok?” soruma FBI yetkilisi düşünmeden cevap veriyor: Yok! “Yaparsa önce soruşturma açılır, sonra da gerekirse yargılanır.” Herkesin aklına gelen, “Hadiseler yaşanırken durumun getirdiği bir mecburiyet hâsıl olur ve plan dışı bir şey gerekirse ne yapılır?” soruma da şu cevabı veriyor: “Operasyon orada biter ve ilk fırsatta ortamı terk eder.”
“Peki, suç işleyebilirler mi?” FBI yetkilisi bu soruma da şöyle karşılık veriyor: “Değil FBI ajanı, FBI muhbiri bile örgüt içinde bulunduğu sürece suç işleyemez. İstihbarat teşkilatları suç işlemek değil, suçu önlemek için vardır. Ajan ya da muhbirimiz ne kendi ne de diğer insanların güvenliğini tehlikeye atmaya yetkilidir. Mesela uyuşturucu kartelindeki ajanımız para taşıyabilir, bu suç değildir; ama uyuşturucu taşıyamaz, çünkü bu suçtur. Eğer yapar ve yakalanırsa yargılanır ve ceza alır.”
Yetkili, istihbarat teşkilatlarının suç örgütünde idareci konumuna gelip gelemeyeceği sorumu başka bir soruyla cevapladı: “Buna neden gerek olabilir ki?” Bundan sonra şu soruyu sormamı kimse beklemezdi herhâlde: “İstihbarat teşkilatı bir suç örgütü kurabilir mi?” FBI yetkilisi, bütün kanun, plan ve uyarılara rağmen bazı ajanlarının hâlâ hata yapabildiklerini, bunlardan bir kısmının uyarıldığını, bir kısmının meslekten ihraç edildiğini ve bir kısmının da hapis cezaları aldığını örneklerle anlattı.
Ali Eren (Hukukçu): CIA deve, FBI kuş, MİT devekuşu!
Howard Üniversitesi’nde Amerikan Hukuku alanında mastırını tamamlayan, hâlen Chicago’da anayasal hak ve özgürlükler konusunda doktorasını sürdüren hukukçu Ali Eren de Amerika ve Türkiye’deki istihbarat tablosunu iyice netleştiriyor. İşte onun dilinden MİT, CIA ve FBI karşılaştırması:Türkiye’deki MİT krizi çerçevesinden bakılırsa, MİT’in Amerika’daki karşılığı CIA değil, FBI’dır. CIA, ABD dışındaki istihbarat faaliyetleriyle ilgilenir. Başkana bağlıdır ve Kongre İstihbarat Komitesi’nin denetimine tabidir ama neticede faaliyetleri ABD toprakları dışında olduğu için Amerikan halkı, medyası ve gündeminde kanun ihlalleriyle pek yer tutmaz. Bazı operasyonları kınansa, uluslararası kuruluşlarca eleştiri görse de CIA’in FBI’a göre kanunlar konusunda daha rahat bir kurum olduğunu söylemek yanlış olmaz. FBI, ABD içinde faaliyet gösterdiği için mercek altındadır.
Bizim MİT teşkilatı hem iç hem de dış istihbaratla ilgileniyor. Zaten bu başlı başına bir sorun. Yetki ve sorumluluğu nerede başlıyor ve bitiyor kesin değil. Hangi noktada emniyet ya da askerî istihbaratın alanlarına giriyor, buna kim karar veriyor ve kim denetliyor? Bilen var mı? Evet, Türkiye ile ABD’nin tarihî, siyasî, etnik ve coğrafî yapıları birbirine hiç benzemez ama her yerde iki artı iki dört eder. İstihbaratın da kuralları ve sınırları vardır. MİT’in devekuşu konumu sağlıklı sonuçlar getirmez, ki hâlihazırda problemleri görüyoruz. Kanun koyucuların oturup bir karar vermesi gerekir.
ABD’de de çok örnekleri var.
İstihbarat elemanlarının karıştığı suç dosyaları kabarık. İstihbarat
dünyası karanlık, en azından gölgeli bir alan. Hatalara, istismarlara
çok açık. İstihbaratçılar, evin haşarı ama kabiliyetli ergenlik dönemi
çocukları gibidir. Anne ve babası onları bir kuşu tutar gibi elinde
tutmalı, ne komşunun camını kırmasına izin vermeli ne de kös kös oturtup
kabiliyetlerinin körelmesine sebep olmalıdır. Devletler bu
teşkilatların yetki ve sorumluluklarını, alanlarını, sınırlarını, kanun
ve yönetmelikler dâhilinde kesin hatlarla çizmek zorundadır.
Özetle ipi elinde tutmak zorundadır. Ucu kaçarsa ne kadar zarar verir ve nerede durdurulur kimse garanti veremez. Zaten bunun için ABD’de istihbarat alanındaki kanun ve yönetmelikler yüzlerce kitaba sığmayacak büyüklüktedir. ABD’de istihbaratçılar tabiri caizse kanunun enselerinde olduğunu bilir. Amerikan ajan filmlerinde sıkça rastlanan “Yakalanırsan seni tanımıyoruz.” repliğindeki gibi, hatasının belki mesleğine ve belki de hayatına mal olacağından emindir. Onun için çok dikkatlidir. Türkiye’deki tartışmalarda sözü geçen, örgüt idarecisi olmak, molotofkokteyli atmak, bomba taşımak hatta adam öldürmek hayallerine bile giremez. Doğrusu, bunlar istihbarat teşkilatlarının işi de değildir. Eğer ‘suç işlemeyeni örgüte almazlar’ diyerek suça kapıyı açarsan yol olur, sonu nereye varır kestirilemez.
Özetle ipi elinde tutmak zorundadır. Ucu kaçarsa ne kadar zarar verir ve nerede durdurulur kimse garanti veremez. Zaten bunun için ABD’de istihbarat alanındaki kanun ve yönetmelikler yüzlerce kitaba sığmayacak büyüklüktedir. ABD’de istihbaratçılar tabiri caizse kanunun enselerinde olduğunu bilir. Amerikan ajan filmlerinde sıkça rastlanan “Yakalanırsan seni tanımıyoruz.” repliğindeki gibi, hatasının belki mesleğine ve belki de hayatına mal olacağından emindir. Onun için çok dikkatlidir. Türkiye’deki tartışmalarda sözü geçen, örgüt idarecisi olmak, molotofkokteyli atmak, bomba taşımak hatta adam öldürmek hayallerine bile giremez. Doğrusu, bunlar istihbarat teşkilatlarının işi de değildir. Eğer ‘suç işlemeyeni örgüte almazlar’ diyerek suça kapıyı açarsan yol olur, sonu nereye varır kestirilemez.