"Bazılarının sandığı gibi henüz darbeciler hapse, anlayışları da tarihin derinliklerine gömülmüş değil."
"Kurumlar bir gecede değişmez, kültürler birkaç yılda yıkılıp yerine ıslah edilmiş kültürler hemencecik yerleştirilemez. Eğer bir kurum kurtarılamayacak kadar pisliğin içine battıysa yenisini kurarsınız. Esas olan bakanlıklar, emniyet veya ordu değil milleti ve devletiyle ülkedir." dedi.
TSK'daki değişimin içeriden olmadığına dikkat çeken Laçiner, "TSK’ya şu anda demokratik bir kültürün yerleştiğini iddia etmek de doğrusunu isterseniz iyimserlik kelimesiyle dahi açıklanamayacak kadar gerçekçilikten uzak bir iddiadır." dedi.
İşte Laçiner'in yazısı:
28 Şubat Darbesi’nin etkileri bin yıl sürmeyecek belki, ama bizler post-modern darbenin yıl dönümünde hala etkileri ile mücadele ediyoruz. Bazılarının sandığı gibi henüz darbeciler hapse, anlayışları da tarihin derinliklerine gömülmüş değil. Tehlike hala yakın ve hala çok diri. Yapılanları hafife aldığım sanılmasın... Çok büyük reformlar yapıldı, hayal dahi edilemeyenler gerçek oldu. Ancak en az iki asırda oluşan darbecilik hastalığı üç-beş yılda iyileşemez. Tarihimiz bunun canlı örnekleriyle doludur.
Tehlikeli iyimserlik
Ne yazık ki kazanılan başarılar bazılarında aşırı iyimserliğe yol açtı. Bu doğrultuda bir denemeyi de pazar günü gazetemiz Star’ın Açık Görüş ekinde okudum. Açık Görüş artık entelektüel hayatımızın vazgeçilmez bir tartışma platformu haline geldi. İşte bu platformda Ertan Aydın Başbakan Erdoğan’ın bugüne kadarki reformlarını ‘uzlaştırmacı reformizm’ olarak adlandırıyor ve onun vizyonunu “kurumların haysiyetini koruyarak ıslahat yapmak” olarak özetliyor. Aydın’ın TSK’daki değişim ile ilgili görüşü de oldukça iyimser. Şöyle diyor: “TSK’daki darbeci kültürün kırılıp, şimdiki demokratik kültürün yerleşmesi ise yine ordu içindeki Hilmi Özkök gibi demokrat subayların yardımı ve liderliğiyle oldu... TSK’da bir dönüşümden söz ediliyorsa, bu dönüşüm yine mevcut kadrolarla gerçekleştirilmiş oldu”.
Doğrusunu isterseniz ben Aydın kadar
iyimser olamıyorum. Hatta Sayın Aydın ve onun gibi düşünenlerin
analizlerini son derece tehlikeli buluyorum. Çünkü TSK’daki değişim içeriden olmadı.
Eğer tüm süreç Hilmi Özkök Paşa ve onun gibi subaylara kalsaydı şu ana
kadar en az birkaç darbe yaşamıştık ve muhtemelen Hilmi Özkök de ya
hapiste ya da mezarda olurdu. Ayrıca TSK’ya şu anda demokratik
bir kültürün yerleştiğini iddia etmek de doğrusunu isterseniz iyimserlik
kelimesiyle dahi açıklanamayacak kadar gerçekçilikten uzak bir
iddiadır.
Aydın’ın denemesinde en canlı örneklerinden birini bulan bu iyimserliğe göre hem reform yapmak, hem de darbecilerle, Ergenekoncularla uzlaşmak mümkün... Bu bağlamda TSK ile nasıl uzlaşıldıysa (!), karanlık Türkiye’nin diğer kurumlarıyla da aynı şekilde uzlaşmak mümkündür. Buna göre ne kadar faili meçhul cinayete bulaşmış olurlarsa olsunlar, ne kadar işkence yapmış olurlarsa olsunlar ve ne kadar kirli işin içinde boğulurlarsa boğulsunlar önemli olan kurumların haysiyetini koruyarak ıslahat yapmaktır. Oysa zorba ile oyun olmaz, darbecinin şakası yoktur. Kurumlar bir gecede değişmez, kültürler birkaç yılda yıkılıp yerine ıslah edilmiş kültürler hemencecik yerleştirilemez. Eğer bir kurum kurtarılamayacak kadar pisliğin içine battıysa yenisini kurarsınız. Esas olan bakanlıklar, emniyet veya ordu değil milleti ve devletiyle ülkedir.
Elbette reformlarda hedef kurumları yıpratmak değil, onları ıslah etmektir. Ancak tepeden tırnağa darbeciliğe ve diğer karanlık işlere bulaşmış kurumlarda reformu onların insafına bırakmak, içeriden iyileşme beklemek ateşle oynamaktır.
II. MahmudAydın’ın denemesinde en canlı örneklerinden birini bulan bu iyimserliğe göre hem reform yapmak, hem de darbecilerle, Ergenekoncularla uzlaşmak mümkün... Bu bağlamda TSK ile nasıl uzlaşıldıysa (!), karanlık Türkiye’nin diğer kurumlarıyla da aynı şekilde uzlaşmak mümkündür. Buna göre ne kadar faili meçhul cinayete bulaşmış olurlarsa olsunlar, ne kadar işkence yapmış olurlarsa olsunlar ve ne kadar kirli işin içinde boğulurlarsa boğulsunlar önemli olan kurumların haysiyetini koruyarak ıslahat yapmaktır. Oysa zorba ile oyun olmaz, darbecinin şakası yoktur. Kurumlar bir gecede değişmez, kültürler birkaç yılda yıkılıp yerine ıslah edilmiş kültürler hemencecik yerleştirilemez. Eğer bir kurum kurtarılamayacak kadar pisliğin içine battıysa yenisini kurarsınız. Esas olan bakanlıklar, emniyet veya ordu değil milleti ve devletiyle ülkedir.
Elbette reformlarda hedef kurumları yıpratmak değil, onları ıslah etmektir. Ancak tepeden tırnağa darbeciliğe ve diğer karanlık işlere bulaşmış kurumlarda reformu onların insafına bırakmak, içeriden iyileşme beklemek ateşle oynamaktır.
Son olarak tıpkı İşçi Partililer gibi Ertan Aydın da Yeniçeri Ocağı’nı
kaldırarak yerine yeni bir ordu kuran II. Mahmud’u eleştirmiş. Ancak bu
noktada hatırlamak gerekir, II. Mahmud Yeniçeri Ocağı’nı kaldırırken
Yeniçeriler artık Osmanlı Devleti’nin ordusu olmaktan çoktan çıkmıştı.
Eğer ocak kaldırılmasaydı devletin başı olan II. Mahmud’un kellesi
giderdi. Bu çerçevede sormak gerek, 27 Mayıs’ta kendi
başbakanını ve bakanlarını yağlı ilmikte boğduran Ordu bu milletin
ordusu muydu? Ya da oğlu şehit olmuş anneyi, babayı başörtülü veya
sakallı diye şehit oğlunun anma törenine almayan generaller bu milletin
generalleri miydi?
Uzlaşmacı olmak, iyi niyetli ve iyimser olmak iyidir. Ancak kötüye karşı yumuşak olmak da bir o kadar kötüdür. Şeytan ile uzlaşılmaz. Geçmiş ile hesaplaşmadan reform yapılamaz. Erdoğan hükümetlerinin reformlarını sadece basit bir uzlaşma olarak görmek doğru olmaz. Bu bağlamda diğer yazılarını beğenerek takip ettiğim Ertan Aydın’ın son yazısını çok erken kaleme alınmış bir deneme olarak görüyorum.
Uzlaşmacı olmak, iyi niyetli ve iyimser olmak iyidir. Ancak kötüye karşı yumuşak olmak da bir o kadar kötüdür. Şeytan ile uzlaşılmaz. Geçmiş ile hesaplaşmadan reform yapılamaz. Erdoğan hükümetlerinin reformlarını sadece basit bir uzlaşma olarak görmek doğru olmaz. Bu bağlamda diğer yazılarını beğenerek takip ettiğim Ertan Aydın’ın son yazısını çok erken kaleme alınmış bir deneme olarak görüyorum.