İşte MİT unsurlarıyla tanışmam ilk gençlik yıllarımda böyle başlamış, orduya yeniden döndükten sonra dahi sürmüştü. Nitekim, yüzbaşı iken yıllık izinlere çıkarken, bir MİT bölgesinden bir başka MİT bölgesine geçeceğimden, gittiğim yerde de izlenebilmem için, sanki çakmıyormuşum zannettikleri yazışmalarını bir süreliğine bekler, ancak öyle ayrılabilirdim garnizondan.
İzlenmeye değer bulduklarını gördüğüm düşünsel yapımla böbürlenip avunmakla beraber, ülkenin gerçek düşmanları dururken kendi subayının peşine düşmüş bir kurumun, nasıl olup da böyle hastalıklara kardığına daha o zamanlardan şaşmışımdır.
MİT her şeyden önce askerî bir kurumdur. Kaldı ki, askerî sisteme hizmet edecek şekilde yapılanmış olmak, bizim devletin bütün organlarında var olan bir özelliktir. Yasasındaki personel terkibi ve üstlenilen görevleri itibariyle; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı olduğu varsayılan tehditleri gidermek üzere, “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nin (Kırmızı Kitap) pişirilmesi için Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin mutfağına zerzevat taşıyan bir mubayaacıdır.
Cumhuriyet tarihi boyunca iki temel kaygımız olan “şeriatçılık ve bölücülük”, onun uyanık bekçiliği sayesinde edindiğimiz gen bozukluklarımızdan olup; diri tutmak için onları zaman zaman provoke etmesi de, belli ki, rehavete kapılıp tehlikelerini unutmayalım diyedir.
Sadece bunun önemini vurgulamakla kalmazlar, kendilerinin bizim için ne denli gerekli olduklarını da sezinletirler. Toplumun tüm hücrelerine sinen askersel model, bir mutluluk fenomeni olarak tek gerçeklik sayılmıştır.
MİT’in asli unsurları olan askerler, bu görevlerini yaparlarken TSK ile bağlarını koparmazlar. Tıpkı Jandarma teşkilâtı gibi, onun personeli olmaya devam ederler. Maaşlarını bile oradan alırlar. Bu da MİT’in bağımsız değil, ordunun kontrolünde bir kurum olduğunu gösterir. Çünkü askerler, asker kaldıkları sürece sivillere değil, sadece meslektaşlarına itibar ederler.
Askerlerin, değerler hiyerarşisinde en üste askerliği koyduklarını, Cumhurbaşkanı olmalarına rağmen paşalara hâlâ “komutanım” diyerek hitap etmeyi sürdürmelerinden dahi çıkarmak mümkündür. Çünkü komutanlık, ihdas edilmiş bütün sivil mertebelerden daha yukarıdadır.
Kendi mesleksel hiyerarşilerine bu derece bağlı unsurların, o değerlerden ayrışmadan katılacakları her oluşum, hiçbir vakit özgün yapılar olamayacaklardır. MİT’in başına sivil giyimli birini getirmek, OYAK’ın başına sivil giyimli birini getirmekten farklı değildir.
Subayların TSK’ın dışında en çok iki yılla sınırlandırılmış bulunan kurum dışı görev ilkesi, MİT’e geldi mi çiğnenmekte; bakanlar kurulu denetimi de kaldırılarak, atamalar Genelkurmay başkanı ile MİT müsteşarının kafa kafaya vermelerine bırakılmaktadır.
O nedenle, kurumda kaç muvazzaf, kaç emekli subayın, ne kadar süredir çalışmakta ve ne paralar almakta oldukları, denetlenebilmekte midir? Zira, MİT’e özel sözleşmeyle girmiş birisine, meselâ emekli maaşı ya da başkaca gelirleriyle birlikte, kesilmeden ödenebilen tüm meblâğların toplamı subay maaşlarından yüksekse; emsal alınıp, aradaki farkın tazminat olarak onlara da yansıtılacağı esası getirilmiştir.
Bir araba lâf edileceğine, terör örgütleri de dâhil, kamudaki kritik mevkilerin her türlü kazançları gün yüzüne ah bir çıkabilse, sonu bir türlü gelmek bilmeyen şu “irtica ve bölücülük” paranoyalarının altındaki gerçek, kalıbımı basarım ki, tüm çıplaklığıyla çıkacaktır ortaya.
Çünkü devlet, halktan topladığı “artı değer”in yeniden dağıtımını kafasına göre ve kamuoyundan saklayarak yapıyorsa, orası zaten savaş atmosferli antidemokratik bir ülkedir.
Esasen, jakoben vesayet kalkmamış, zorbaca tasarruflarını konjonktür gereği askıya alarak, gitti sanısı vermek üzere saklanmıştır. Ana fabrikanın üreteceği asıl model, tüm somutluğuyla belli olmadan, nasıl yan sanayi ürünlerinde de karmaşa olursa; “esas teşkilât yapısı” militarist olan bu devleti, temelden başlayıp dönüştürmeden, hiçbir kurumuna özlenen biçim de verilemeyecektir. Askersel bir rejimin, ona hizmet üreten sivil siyasadaki uzantıları olan diğer partiler ise, bu hâli, “Cumhuriyet’in kazanımları” olarak değerlendirmektedirler.
O yüzden, hükümetin kendilerine şu günlerde “şah-mat!” diyenlere karşı apar topar alabildiği önlemlerin yüzeyselliği, hem aşağıya tükürsen sakal yukarıya tükürsen bıyık kadar çelişkili, hem de özel mahkemelerin yetkilerini budarken, askerî vesayetin saha görevlisi MİT’i, henüz sivilleşemeden daha da güçlendirmekte değil midir?
Temel çözümlerin başında gelen “Anayasa yazımı”nda Süheyl Batum gibilere bel bağlayıp oyalanarak yitirilen her bir saniye, saatin kadranına değil, halkın yüreğine atılmış bir çentik gibidir.
Sizin miskinler tekkesinde şilte serecek bir zemininiz varsa, bilesiniz ki, onun oyulacak bir altı da var demektir.
Yazın bunu bir kenara, “dediydi” dersiniz bir gün!