“28 Şubat Süreci”nin 14. yıl dönümü, Saadet Partisi Genel Başkanı ve o dönemin başbakanı olan Necmettin Erbakan’ın vefatı sebebiyle, bu defa daha farklı biçimde tartışma ve değerlendirmelere konu oluyor.
On dört yıl önce, Türkiye’de hukuk devleti, özgürlükler ve demokrasi üzerinden silindir gibi geçen, “POST MODERN DARBE”nin planlayıcıları, destekçileri, ortakları, aktörleri ve figüranları konusunda, şimdiye dek çok şey yazılıp çizildi. “BİN YIL SÜRECEK...” denilen, ancak on yıl bile süremeyen ve fakat; hukuk devleti ve demokrasi ve özellikle, ülke ekonomisi üzerinde felaket ölçeğinde yıkım etkisi yapan mahut sürecin sorumluları, ne zaman ve ne şekilde kanun önünde hesap verecek? Hesap vermeleri söz konusu olacak mı, olmayacak mı? Olacaksa bu ne zaman olacak?.. 28 Şubat 1997’de patlayan siyasi buhran, 17 Şubat 2001’de korkunç bir ekonomik felaketle sonuçlandı.
O krizin bu memlekete tam 387 milyar dolara patladığını, daha birkaç gün önce ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Ali Babacan, kalem kalem açıkladı. T.C. Merkez bankasındaki toplam döviz rezervinin 80 milyar dolar mertebesinde olduğu dikkate alındığında, bu meblağın ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır...
İçi boşaltılıp batırılan bankalar, yurt dışına kaçırılan paralar... En önemlisi de işini kaybeden yüz binlerce vatandaş, kepenk indirmek zorunda kalan on binlerce esnaf ve bütün vatandaşların yarı yarıya fakirleşmesi...
Esas felaket, bu dönemde insan hak ve özgürlüklerine indirilen darbelerdi... Haksız ve hukuksuz yere izlenen, fişlenen, baskı altına alınan, tehdit edilen, işkencelere tabi tutulan vatandaşlar... Tezgâhlarla, tuzaklarla piyasaya “şeyh” diye sürülen, tuhaf kılıklı zavallı piyonlar. Onların tuzağına düşürülmüş acınası cahil kişiler. Bütün bunlar, “devlet mekanizması” içerisinde döndürülen dolaplar ve temelde vatandaşı hedef alan sinsi planlardı.
Bu dönemde en fazla mağdur olanların başında, tamamen haksız biçimde ve kanunsuz olarak, mesleklerinden atılan subay ve astsubaylar gelmektedir. Onların ne derece perişan olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ama bir olayı hiç unutamıyorum... Bütün özlük haklarından mahrum bırakılarak, ordudan atıldıktan sonra bir il belediyesinde işe giren; ancak gelen baskılar üzerine, oradan da uzaklaştırıldıktan sonra bunalıma girip maalesef intihar eden yüzbaşının son derece acıklı hikâyesi... Herhalde o yüzbaşının dramı, hiçbir zaman unutulmayacaktır!
Ordudan atılan subay ve astsubayların her birinin, kendine mahsus acıklı hikâyeleri var. Bunların bir kısmı kamuoyuna da yansıdı. Perişanlık diz boyu... Şimdi yeni yapılacak düzenlemelerle bunların uğradığı mağduriyetlerin kısmen de olsa telafi edilmesi söz konusu. Bu konuda Meclis’e getirilmiş bir tasarı olduğunu biliyoruz. Ancak konu ile yakından ilgilenen mağdur subaylar, tasarının muhteva ve çerçevesinden tatmin olmuş değil maalesef!.. Hiçbir haklı gerekçe olmaksızın hak mağduriyetine maruz bırakılan bu vatandaşlarımızın, kayıplarının azami ölçüde telafi edilmesi gerekir. Burada bütçe dengeleri veya başka mazeretler ileri sürülmemeli. Ayrıca emekliliği gelmemiş mağdur personele, yeniden kamu hizmetinde istihdam, tek seçenek olarak dayatılmamalı. Zira bunların bir kısmı geçen zaman içinde, özel sektörde veya ferdi teşebbüsle kendilerine bir düzen kurmuş durumda. Hak telafisi derken yeni mağduriyetlere yol açılmamalıdır... Bu konuda hükümetin daha bir hassasiyet göstermesi bekleniyor.