30 Mart 2011 Çarşamba

Kavgayı, Özal’ın silah alımlarına müdahalesi başlattı

Röportaj: İdris Gürsoy

Merhum cumhurbaşkanı Turgut Özel'ı en iyi tanıyanlardan biri Vehbi Dinçerler'di. Ona göre, 'Derin Devlet' ile Özal'ın kavgası, Savunma Sanayii Müsteşarlığı kurulması ve silah alınlarına müdahalesinden sonra başladı.

Türkiye'de Adnan Menderes'ten sonra en önemli demokratikleşme adımlarını atan Turgut Özal'ın yakınındaki bakanlardan biriydi. Anavatan Partisi'nin ilk kurucu üyesi, 6 Kasım 1983 seçimlerinde İstanbul Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. ANAP Hükümetinde (46.) Millî Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı (1983-1985) ve Devlet Bakanlığı (1985-87) görevlerini yürüttü. Statükoya karşı verilen mücadelede hep dik durdu. Özal'lı yılların perde arkasına tanıklık etti. Sonraki dönemler ve bugün gelişen bazı olayları değerlendirirken, planların raflardan alınıp sadece güncellendiğini söylüyor. 200 yıldır süren sermaye, silah ve medya ittifakına dikkat çekiyor. Vehbi Dinçerler, mühendislik okudu. Uzun yıllar Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nda çalıştı. Siyaseti bıraktıktan sonra 2005'ten bu yana Filistin Özel Koordinatörlüğü görevini yürütüyor. Dışişleri Bakanlığı'ndaki odasında Aksiyon'un sorularını cevapladı.

-Özal'ın ekonomide hedefi neydi?
Esas olarak Türkiye'nin, ekonominin büyümesi. Ana hedefimiz ihracata dayalı endüstrinin gelişmesi, ülkeler arasında iktisadi bağımlılığın karşılıklı olarak artırılarak teknolojinin basit ve ucuz şekilde mübadele edilmesi ve doğacak refahın Anadolu insanına; köydeki, kentteki, varoştaki insanlara intikali. Başka bir anlamda gelir dağılımında adaletin yüksek derecede aranması temel hedefimizdi.

-Başarılı olabildiniz mi?
Çilekeşliğin, ezilmişliğin, horlanmışlığın yükü, son iki yüzyıldır halkın üzerinde duruyor, işte o ağır yükü kaldırmak istedik. Ekonomi, finans, gelir dağılımı politikamızın özü buydu. Başarılı olduk olamadık o tartışılır. O günün şartlarında nispeten olduk, o da ayrıca tartışılır.

-Bu ekonomik politikayı uygulayınca ne tür sonuçlar doğdu?
Halk bir nevi ayağa kalktı. Tarihî gelişim içinde toplum dün sadece yıldız insanları yönetime gönderirken o günden itibaren ve bugün de çok şükür köydeki insanlar dahil dar gelirliler, küçük esnaf ve küçük memurlar da büyük oranda çocuğunu iktisadi, mülki, askerî alanlarda istihdam imkanına kavuştu. Artık Türkiye'nin geleceğine her alanda halkın çocukları hâkim oluyor.

-İstanbul büyük sermayesi ile sorun nerede çıktı?
Bu hedeflerden önde sayılanlara katkıda bulundular. Bizim büyüme kaygımız onların da kaygısı oldu. İleri teknolojinin gelmesi, sanayinin güç kazanması hedefini, onlar da mikro bazda kendi firmaları için güdüyordu. İçeride ve dışarıda makro ve mikro ekonomi bazında rekabet gücümüzü artırma ortak hedef oldu. Bunlar tamam, ama refahın paylaşılmasına gelince orada sıkıntılar oldu tabii.

-Nasıl sıkıntılar?
Refah tabana nasıl yayılır? İşçinin, emeklinin, memurun vergisinin masraflarını azaltırsın veya işverene yüklersin, üretene daha fazla para verirsin, kaynak tahsis edersin, ürününe de yüksek değer verecek politikalar izlersin. Küçük üreticinin, esnafın, garibanın elindeki para daha yüksek satın alma gücü ile kuvvetlenir, o da kuvvetlenir. Ana mantık bu. Bu konularda her zaman bizimle birlikte olmadılar. Sonra biz Anadolu'ya yatırımın artmasını, üretimin, hizmetler sektörünün Anadolu sermayesine yönlendirilmesini, sermayenin Anadolu'da yayılmasını her zaman öne çıkardık ama engel olmak istediler.

-Neden?
‘Onlara vereceğinizin daha fazlasını bize vereceksiniz' dediler. Bu anlama gelecek ekonomik politikalar önerdiler, zorladılar.

-Darbe sonrası kurulan hükümetlerin ilk dönemlerinde bir problem yok, sonra çatışmalar çıkıyor. Sizin döneminizde çatışma konuları neydi?
Bazı tespitlerim var. Çoğu zaman Türkiye için ve Batı ülkeleri için geçerli bunlar. Osmanlı'nın son iki yüzyıllık iktisadi tarihine bakarsanız şunu görürsünüz: Sanki gizli bir ittifak var. Kapalı, gizli, örtülü bir ittifak var. Gizli bir elin yönlendirmesi var.

-Kimler arasında bu ittifak?
Sermaye, silah ve kalem. Kalemi birkaç gruba ayırmak lazım. Önemli bir grubu medya. Kalem içinde mülkiye, bürokrasi, üniversite ve aydınlar var. Sivil toplum kuruluşları da var. Yeri geliyor, bir profesör para alarak bir tezi savunuyor. Bu sağda da solda da olabiliyor. Bu parayı alıyor ama bilime değil bir ideolojiye hizmet ediyor. O gizli ittifaka. Bu ittifakın elemanları bunlar.

-Yabancı ülkelerle ilişkisi var mı?
Aynen, bu ittifakın dış bağlantıları var. Silahla silah, sermaye ile sermaye, kalemle kalem ittifaka giriyor. Dışarının ittifakı ile bu ittifak arasında da bu şekilde organize bir ilişki var.

-Biraz komplo teorisi gibi olmadı mı?
Hayır, yaşayarak görüyoruz. Avrupa'da, Amerika'da her alanda krallar var. Silah kralı, medya kralı, sermaye kralı. En üst noktalarda bunların Türkiye'de de örtülü temsilcileri oluyor.

-Siz bakanlık yaptınız. Bunları biliyor musunuz?
Bir kısmını ismen biliyorum. Zaman zaman görüştük de. Oturup dünyayı yönetiyorlar. Bu ittifakın genel olarak dış parçasının içerideki dostları bir ülkeyi hatta kendi ülkesini bile millî-siyasi hudutları içinde görmezler. Pazar olarak görürler. Kaç paralık mal satarsın, kaç paralık silah satarsın, ne kadar alım gücü var, ne kadar kazanırsın?

-İttifak ekonomi temelli mi hep?
Eninde sonunda ekonomi temelli. Ama bunu yaparken maalesef siyasi yapıyı da denetliyorlar. Bu nokta çok ürkütücü ve çoğu zaman halkın zararına işliyor. Siyasi yapıyı kendi siyasi ve iktisadi hedeflerine uygun hâle getirebiliyorlar.

-Ne şekilde?
Bunun üniversal araçları, metotları ve yolları var. Mesela olağanüstü hâl, darbeler. Yaşım 70'i geçti. 27 Mayıs'ı yetişkin hâlimle yaşadım. Her kademede bulundum, hükümetin içinde bakan olarak, devletin içinde memur olarak, iş hayatında çalışarak gözledim, yaşadım. Bir iddialı laf söyleyeceğim. Türkiye'deki bütün olağanüstü hâller ve şartlar, durumlar hep yapaydır, üretimdir, tezgâhtır, tertiptir. İktisadiyatın, siyasetin ve sosyolojinin bilimsel olarak ortaya çıkardığı deprem, sel gibi afetler, harpler hariç olağanüstülükler kendi şartları ile dizayn edilip ortaya çıkarılıyor. İşte 60, 71, 80, 28 Şubat, hatta 2007'deki Genelkurmay'ın web sitesine konulan muhtıra, hepsi üretilmiş, tezgâhlanmış, planlanmış hadiselerdir. Bunların çoğuna olağanüstü hadise, hâl, zaman bile diyemiyorum.

-Askerî darbeler de mi?
Darbe bir kavramsal meseledir. Maalesef TSK'nın içine sızdırılmış bir zehirdir, bunu yutan daima üç beş grup vardır.

-Cuntalar bahsettiğiniz üçlü ittifakla ilişkili mi?
Bir kısmı ittifaka farkında olmadan hizmet eder. Sonradan fark edenler var. Mesela Çevik Bir gibi, sonradan ‘kullanıldık' demiştir. Maalesef sonradan farkında olanlar da başta zaten bu planları uygulayanlardır.

-Plan aynı, aktörler değişiyor mu?
Plan var zaten, hep orada cuntacıların zihninde duruyor. Dosya sabit, rejisör ve oyuncular değişiyor, oyun yeniden sahne alırken günün şartlarına göre yorum yenileniyor. Başta kim olursa olsun. Ne parti fark eder ne ideoloji fark eder. Çünkü mesele güç kavgasıdır. Cuntacı diyor ki, ‘Benim yapacağımı bile yapsan, sen değil ben yapmalıyım.'

-Cuntacı ile TSK'yı ayırıyorsunuz?
Darbeci kafayı kötülüyorum. TSK'yı tenzih ederim, insanların namusunu, geleceğini, sınırlarımızı muhafaza eden güç bizim millî gücümüzdür, o ayrı. Ama darbeciler ayrı bir gözle bakar. Kim gelirse gelsin hiç fark etmez onların gözünde. Askerin içindeki darbe karşıtlarına da karşıdırlar. Darbecilik bir kavramdır ve bunlar kendilerinden başka ister apoletli ister apoletsiz hiç kimsenin haklı olmadığına ve yönetimde hakkı olmadığına, yalnız ve yalnız kendilerinin yönetmesi gerektiğine inanırlar. Darbecilik bir hastalıktır, maalesef bu hastalık bizim silahlı kuvvetlerimize girmiştir.

-Bu hastalık sadece askerin içinde mi?
Sivillerin içinde de var. İş dünyasında ve medyada. İttifak olduğundan dolayı var. Birbirini tamamlamadan zaten yapamazlar. Medyanın yalan haberlerle olağanüstü hâlin oluşmasına, darbenin olgunlaşmasına katkısı ortadadır. Senaryolarla, yalan bilgi notları alıp yayımlayarak, halkı telaşa getirerek, halkın vicdanını sarsarak yaptıkları hazırlık çalışması olmasa halk ‘evet' demez bu işe. Sermaye sınıfı katkıda bulunuyor. Askerin içindeki tertemiz düşüncede olanlar bile etkileniyor.

-Darbenin sivil uzantılarında kimler var?
Hüsamettin Cindoruk'un bir konuşmasını hiç unutamıyorum, bizim devlet anlayışımızın ne olduğunu kendine göre yorumladı. Demişti ki, ‘Bizim tarihimizde açık görülüyor ki devleti kılıç kurmuştur, kılıç halkın demokrasi ihtiyacının sınırlarını belirleyen güçtür.'

-Bu ne manaya geliyor?
Yani ‘kılıç hakkı vardır o da demokrasinin sınırlarını belirler' diyor. Bu hukukçu bir zat, sivil bir kişiliği var, hem de TBMM başkanlığı yaptıktan sonra bunu söylüyor. Bu ordunun dışındaki sivil darbeci düşüncedir. Hâlbuki, bu milletin geçmişine bakarsanız devletleri şehitler kurmuştur, gaziler kurmuştur. Nerede şehit kanları? Kendinden sonraki gariban, çilekeş insanlar hürriyetsiz yaşasın diye mi aktı? Kulluğu devlete yapsınlar diye mi aktı? Yoksa din için, vatan için, millet için, hür bir topluluk için mi şehit oldular, ona bakmak lazım. Ona bakmıyorlar, kendi elitist düşüncelerini dayatıyorlar. Avam bilmez, havas bilir diyorlar.

-Darbe ve olağanüstü dönemlerin oluşmasına bazı siviller neden destek veriyor?
Mesela darbe öncesine göre darbe sonrası silah alımları azalıyor mu, artıyor mu? Artıyor? Nasıl artıyor? Biz NATO ülkesiyiz. NATO standartlarına uyarsa silah alırız. Nereden alıyoruz? Demek ki Batı'dan; Almanya'dan, Fransa'dan ve Amerika'dan alınıyor. Silah ihtiyacını kim belirliyor?

-Kim belirliyor?
Ben mi belirliyorum? Yani hükümetler mi belirliyor? Hayır. Bir sürü sebep ortaya çıkmıştır darbe sonrası iç tehlike artıyor, dış tehdit var denmiştir. Silah alımları artmıştır. Bu düşüncenin yersiz, faydasız olduğunu, 10 yılda bir yapılan darbelerin Türkiye'yi her seferinde yirmi yıl geriye götürdüğünü söyledik.

-Türkiye geri giderken buna destek verenler ileri mi gidiyor?
Destek verenler ileri gittiklerini sanıyor. Sen bir gemidesin, onun rotasının tersine kaç adım gidebilirsin? Geminin boyu kadar. Bunu bilerek tercih ediyorlar, çünkü zarar sadece gariban halka biniyor. Darbeler olmasa Türkiye on yıl içinde iki üç kat büyüyeceğine geri gidiyor.

-Neden darbeyi destekliyor o zaman?
O payın nereye gideceğinden endişe ediyor. Yani, ‘Sermaye ve hâkimiyet benim grubumun, ittifakımın elinden çıkar da başka bir grubun, Anadolu sermayesinin eline geçerse ne olur hâlimiz?' diyor. Endişe budur. Bir tarafta ‘silah gücü ve yönetim' kavgası var, öbüründe ‘sermaye gücü' kavgası. Az olsun ama benim olsun. Mantık bu.

-Güçsüz hükümetler işlerine mi geliyor?
Hükümet güçlü olunca vesayetçilerin yetkisi azalıyor, etkisi gidiyor. Güç orada ittifakta temerküz etsin isteniyor. İktisadi, siyasi ve askerî güç. Yönlendirmeye hâkim oluyorlar. Sivil iktidarlar güçlü olursa çatışma veya uzlaşma zarureti doğacak diye düşünüyor ve taviz vermek istemiyorlar. Mesela bugün sermayenin iktidara etkisi bizim iktidara geldiğimiz dönemdeki kadar mı? Biz 83'te onların da desteğini alarak oy aldık ayrı mesele; fakat o zaman büyük sermayenin Türkiye üzerindeki yönetimsel tasarrufu, vesayeti daha fazlaydı, çünkü 80 darbesi sonrasıydı. Bugün daha az. Bu da onları ürkütüyor ve ‘aman gitsin' diyorlar. ‘Bir şekilde darbe vuralım' diye arayış içine giriyorlar.

-Özal'ın sermayeyi ürküten ilk icraatı ne oldu?
Biz gelir gelmez IMF ile stand-by anlaşmamız vardı, iptal ettik. 2002'den sonra AK Parti hükümeti geldi ve son yaşanan ağır ekonomik krizde ne yaptı? IMF ile anlaşma yapmadı. Aynı düşünce.

-Neden?
Çünkü IMF ile anlaşma yaptığınız zaman IMF'nin verdiği borcun nerelere harcanacağı önceden teminat altına alınıyor. Turgut Bey neden ‘hayır' dediyse Erdoğan da aynı sebepten ‘hayır' dedi. Çünkü IMF ile anlaşmak halkın zararına olan bir borcun milletin sırtına yüklenmesi demek.

-Borç nereye gidiyor?
Borç alınıyor, dolaylı yollardan ya silaha gidiyor ya da büyük sermayenin yapacağı yatırımlara. Borç alıyorsun, oraya intikal ettiriyorsun. Onlar alınan paranın büyük kısmını kendi tasarruflarına gideceğini bildikleri için ‘Neden yapmıyorsun?' diyorlar. Biz de onu bildiğimiz için ‘yapmıyoruz' diyoruz. Bu üçgenin, sermaye silah ve kalemiye üçgeninin kırılması lazım, çilekeş halkın refahı ve umudu bu noktadadır.

-Siz teşebbüs ettiniz mi kırmak için?
Bunu Turgut Bey başlattı. Sermaye ile askeriye sınıfını yan yana getiren en önemli hadise silah alımıdır. Silah alımı meselesinde sivil iradenin hiçbir gücü yoktu eskiden. Turgut Bey Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nı kurdu. Kanun çıkardı. Savunma Sanayii Müsteşarlığı silahları alıyor artık. Talimat veren heyette genelkurmay başkanı ile başbakan da var. Askeriyenin silah alım işlemlerine müdahaledir bu. Çok büyük bir reformdur. Bu ister hayali, ister organize deyin ama etkili üçgenin, kırılması yolunda atılmış çok önemli bir adımdır.

-‘İrtica geliyor' kampanyalarının arkasında bu adımlar mı vardı?
İrtica haberleri manşetleri hep düzmece. Oysa reformlar hep halkın yararına. Bunu bilen siyasetçi manşetlerin etkisinde kalmaz, zaten işin aslını kavramayan, bilmeyen tertibi kıramaz ki!

-AK Parti için de ‘sivil diktaya gidiyoruz, yaşam tarzımız tehlikede' kampanyası yürütülüyor? Yine reformlardan rahatsızlık mı var?
Ben 60'ta üniversite öğrencisiydim. Menderes hakkında ‘Öğrencileri kıyma makinesine gönderdi' diye yayınlar yapıldı. DP iktidarı için bunu yazdılar hem de günlerce. Bir tane ölen, yaralanan insan yoktu. Her gün haber yaptılar, 28 Şubat'ta aynı yaygara... Nerede Ali Kalkancı? Nerede Fadime Şahin? Nerede Azcimendiler? Hepsini tertipçiler ayarladılar.

-Bu haberlerin kaynağı ve amacı aynı mı?
Vesayetin korunmasını devlet başkanı kademesinde bile sürdürebilirler. Evren Paşa İstanbul'da Huber Köşkü'nde (1988) bir bakanlar kurulu toplantısına başkanlık etti. Epeyce kalın klasörleri dağıttı, içinde hep gazete kupürleri, ‘irtica geliyor, hortluyor' haberleri. Cuma vakti de geliyor. Turgut Bey, ‘Biz inceleyelim' dedi, ama işi bağlayamadı, toplantıyı bitiremedi. Söz bana düştü, ‘Efendim, bir; bunların hepsi uydurulmuş haberler. İki, bunlar Türkiye'nin stabilitesini sarsmak isteyen grupların dış ve iç odakların melaneti. Bunlarla amel edilmez.' dedim. Oradan bir bakan söz aldı, benim sözümü hafifletmek için konuştu. Yani kendi aramızda bile ittifak yok, ama üçgenin ittifakı devamlı. Turgut Bey, ‘Cuma vakti, ben gidiyorum.' dedi. Ben de kalktım birkaç kişi devam etti.

-28 Şubat'ta Süleyman Demirel'e Genelkurmay'da verilen brifingde de gazete kupürleri var. Kim hazırlıyor bunları?
Ergenekon operasyonlarındaki gelişmeler bunları kimin, nasıl yaptığını belli eden iddialar içeriyor. Olağanüstülüğü kimler tezgâhlıyor? Haber sahibinden batar, sahibinden çıkar. Bize emniyet genel müdüründen bir yazı geldi, 1985-86 yılında. Yazı hâlâ duruyor. ‘Bir hafta içinde bir bakan öldürülecek' diyor. Allah Allah yazıyı aldım güldüm. Bizi öldüreceklerini biliyorlar, onları tutamıyorlar, bize ‘kendinizi koruyun' diyorlar. Bundan büyük tertip olur mu? Benim öldürüleceğimi emniyet genel müdürlüğüne bildiren insan-örgüt zaten öldürmek isteyen adamdır-örgüttür. Bu kadar basit. Yani çoğu haberler böyle. Kendileri üretir, yapar, satar, sonra ‘görüyor musunuz haberleri' diye de bağırır. Bunlara karşı dik durmak lazım.

-Nasıl?
Süleyman Bey (Demirel) brifing almaya Genelkurmay'a gidiyor. Cumhurbaşkanının Genelkurmay'da ne işi var? Emredersin gelirler. Efendim ‘korkuttular' diyorlar. Korkmasalardı canım. Cumhurbaşkanlığı makamı, başbakanlık makamı ‘korku makamları' değil. Korkusu olan zat oraya çıkmasın. İhtilal mi? Direnecek, ‘gelin yapın' diyecek. ‘Ardımda millet var' diyecek.

-Özal'la askerin arası nasıl bozuldu?
Biz geldiğimizde iktisadi kalkınmaya ihtiyacı vardı Türkiye'nin. Garnizonlardan bize oy çıktı. Epey dengeli gitti işler. Silahlı kuvvetlerle problemimiz olmadı. Satın almalara müdahale kaygısı başlayınca rahatsızlık oldu diyebilirim. Tabii ki tek sebep bu değil.

-Özal üstündeki baskıyı azaltmak için ne yaptı?
Türkiye'de sivil siyasetin iktidar olması için, bu silah, sermaye ve medya vesayetinin bitirilebilmesi için Batı'da olduğu gibi sivil yönetimin askerî istihbaratı da denetlemesi lazım. Hem alınan hem verilen istihbaratın denetlenmesi lazım. Turgut Bey, işin finans tarafını, satın alma tarafını bir şekilde halletti ama istihbarat tarafı halledilmedi. Sonra da askerî operasyonların sivil idarenin bilgi ve onayına bağlanması lazım.

-Bu iki konuda mesafe alınabildi mi?
Hayır. Ne askerî istihbaratın denetlenmesi var ne de hükümetin bilgilendirilmesi. Sadece ‘sonuç iyi olacak veya zorluklarla karşılaşılabilir' diye bildiriliyor. ‘Zor şartlara hazır olun' gibi genel bilgilendirmeler var. Bir de askerî operasyonların sorgulanması, denetlenmesi ve kararının sivil irade tarafından verilmesi lazım. Sivil irade bilgisi olsa, ‘şu operasyonu yapma' dese ne olur? Yunan başbakanının son ziyaretinde ne olduysa o olur…(Papandreu kış olimpiyatları açılışı için Erzurum'a gelirken Ege'de Türk jetleri uçtu.)

-Turgut Bey'in hazırlığı var mıydı bu konularda?
Hayır belki niyetleri vardı ama oralara gelememiştik. Şimdi bunları konuşabiliyoruz. 2007'deki e-muhtıradan sonra hükümetin dik duruşlu tavrı bazı şeylerin önünü açtı. ‘Ne yaparsanız yapın irade bizde' dendi, bugünkü iyileşmeyi o duruşa borçluyuz.

-Özal'ı statüko sevmedi. Neden?
Turgut Bey halkın içinden gelen birisi olarak Türkiye'nin şartlarına göre haksız ve aşırı güçlerle kavga etti. İster finans ve medya alanında, ister askerî alanda kim olursa olsun. Haksız edinilmiş güçlerin yerli yerine gelmesini sağlıyordu. Aşırılıklara, haksız yönetim anlayışlarına, vesayetlere, millete hesap vermeyen güçlere itiraz ediyordu. Kavgamızın kendisi parti kurmamızdı zaten. Partinin kendisi bu planın ilk adımıdır, gerekçesidir. Aşırılıkları durdurmanın ilk adımıdır. ‘Birileri yönetiyor Türkiye'yi. Biz niye kuralım partiyi­?' demedik. Anadolu'nun ezilmişliğine son verebilmek için, sadece ekmek için değil hür olabilmek için, hür bir toplum için kurduk ANAP'ı. Haksızlığa direnebilmek için parti kurduk.

-Kavga için mi?
Olacaksa kavgayı kabullendik. Kavgayı iktidar çıkarmıyor. Kavgayı medya veya Türkiye'nin ve meşru hükümetin planının dışında planı olan odaklar veya onların dışarıdaki arkadaşları, dostları çıkarıyor. Dışarı ile birlikte Türkiye'nin geleceğini kendi planlarına uygun bir ortam içinde gelişip büyümesini isteyenlerin ana hedefi kendi elitist düşüncelerinin yerleşmesidir ve elitlerin hükümran olmasıdır. Bizim düşüncemiz sermayenin ve idarenin halka geçmesidir, bu kavga sürüyor Türkiye'de.

-‘Ergenekon davasına AKP'de bile inanmayanlar var' deniyor. Siz ne diyorsunuz?
Demokratikleşme adına büyük bir merhaledir. TSK'nın darbecilerden temizlenebilmesi için bir fırsattır.

-Sivil anayasa yapılabilir mi?
Sivil anayasa şart. Bu seçim sürecinde siyaset pazarına herkes anayasa projesini sürmelidir. ‘Benim anayasa projem şu' diye AK Parti de CHP de ortaya bir metin koymalıdır. Millete geleceği göstermeliler, millet geleceğine oy verecek.

-Medyada bir değişim var. Sizin döneminizde medya nasıldı?
Medyada, şükürler olsun ki ideolojik etkiler giderek izafi olarak azaldı. Bizim dönemimizde iki büyük medya grubu vardı, bir kısmı eridi gitti. Bu üstün medya grubu büyük iş adamlarını haberlerle ürkütüyordu, yalan ve tertipli haberle kendilerine rakip olacak iş adamlarının iktisadi hayatını kontrol altına alıyorlardı. Şimdi neden üç beş ayrı finans grubunun medyası var? Korunmak için. Yoksa ondan para kazanmıyorlar. Silaha silahla karşı koyabilmek için iş adamları medya patronu oldu. Siyasilere ‘diktatör' diyorlar. Asıl diktatörlük medyadaydı. Bu diktatörlüğün kırılması seçimlere giderken Türkiye'nin en büyük kazancıdır.

-Seçim döneminin nasıl geçmesini bekliyorsunuz? Gerilim artar mı?
Üç seçim dönemi geçirdim. Bugün de yapay, uydurma senaryolar beklenir ama bir güvenim var: Medyanın yapısının kırılmış olması. Medya tekel değil, ideolojiden uzaklaşıyor, daha objektif medya grupları ortaya çıktı. Halk bir iki medya grubunun tekelinde olmayacaktır. Yoksa olağanüstülük Türkiye'de yeniden üretilirdi. Şimdi deneyecekler ama başarılı olamayacaklar.

-Neler deneyecekler?
Üç aylık seçim dönemi belirli senaryoları görme dönemi olacak. Daha öncekilerin aynı, hatta senaryoların yazarları çizerleri senaryo yazma ilkeleri değişmeyecek. Raflardaki senaryolar güncellenecek.

-Siyaset neden vesayete karşı zayıf?
Başbakanlığa geldiğimizde eski hükümetin projesini, gizli açık dosyalarını teslim alamayız, sadece bürokratik dosyaları alırız. Gidenler can alıcı bilgileri beraberlerinde götürür. Hâlbuki dosyalar kalıcı, yöneticiler süreli olmalıdır. Siyaset hayatında dosya yoktur, dosya kalmaz, insanlar kalır genel olarak. Biz gelene anlatırız ama gizli bilgilere kimse itibar etmez. Yani sivil yönetimin devamlılığı sağlanamıyor. ‘Devlette devamlılık vardır' denir ama, bürokratların devamlılığı ile yürümez bu işler. Dosyalar kalıcı ve devamlı olabilmelidir. Siyasi yöneticiler tam güvenle devir işlemini gerçekleştirmelidir.

-TSK darbeci gelenekten kurtulabilir mi?
TSK'nin içindeki zehiri kendisinin atması lazım. Dışarıdan müdahaleler daha zararlı etkiler doğurabilir. TSK'yı karşısına alan her düşüncenin karşısındayım. Darbecileri karşısına alan her düşüncenin yanındayım. Kütahya'ya gittik, er eğitim tugayında beş altı ay evvel, vali ve komutanların katılımı ile mezuniyet töreni yapılmış. Erler var bir de kısa dönem askerler var, müftüyü çağırıyorlar, müftü dua ediyor yedi bin kişi âmin diyor. Hepimiz ağladık dedi bunu bana anlatan. TSK'nın özü budur. Ordumuz milletini, Allah'ını seven bir anlayışa sahiptir. Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya'nın 28 Şubat'taki rolü belli, buna karşıyım ama bir beyanatını okudum; “Bizim teknelerin en yüksek direğinin en tepesinde daima iyi muhafaza edilmiş bir Kuran-ı Kerim vardır. Osmanlı geleneğidir bu. Biz Allah Allah diyerek savaşırız.” diyor. Ne kadar heyecan ve umut verici değil mi? Şimdi darbecilere sormak lazım ‘Peki neden sivil yönetimlerle kavga ediyorsunuz?' Kavga eden kim? TSK değil, darbeci kafa. ‘Sen yönetme ben yöneteceğim, önemli kararları sen verme ben vereceğim' diyor.

-Darbecilik bir zihniyet mi o zaman?
Darbeci kafa, ‘üstün akıl, büyük güç, yenilmez güç benim' diyen zihniyettir. Bu kafa herkesi alet olarak kullanır hatta her ideolojiyi alet olarak kullanır. Kendine ait bir menfaat, iktisadi hedefine uygun birisi varsa, kim onu gerçekleştirecekse o sivili de alır yanına onunla da çalışır. İşte darbe hükümetlerinin kuruluşu böyledir, kurduranlar böyle davranır. Sivilleri ve hükümeti araç olarak görürler. Nasıl düşmanı yenmek için en etkili silah tedarik ediliyorsa darbeci kafa, iktisadi büyümeyi kendine göre tarif eder ve ona uygun en iyi silah hangi bilim adamı, hangi siyaset adamı ise alır onu koyar yetki makamına. Darbe zihniyenin varlığı zaten problemin kendisidir. Kötülüğün geri gidişin engellenememesinin ta kendisidir. Milletlerin yönetiminin tabiatına aykırı bir şey. Tabii gidişe haksız bir müdahaledir. Makul gerekçisi yoktur. Gerekçesi kendi varlığından doğuyor.

YARADILIŞ KAVGASI 200 CİLT OLDU
-Millî Eğitim Bakanı iken yaratılış konusunu ders kitaplarına soktunuz, ne tepkiler aldınız?
Yaratılış meselesini ortaya attığımızda Türkiye'de büyük bir kesim ayağa kalktı, alkışladı. O ayağa kalkış bugün devam ediyor. ‘Demek ki böyle işler olabiliyormuş' dedi insanlar. Halkın ortak kanaat edinmesi esas eğitimdir. Hiç unutmuyorum; bir millî eğitim yetkilisi anlatmıştı. “Bahçelievler Camii'nden geliyorum, hoca hutbede Allah'a hamdetti, Allahım sana şükürler olsun, maymundan gelmediğimizi bilen bir bakan lütfettin dedi.”

-Tepkiler de vardı, daha çok kim bu meselede sizi hedef aldı?
Manşetleri cilt hâline getirdim, 200 cilt hâlinde evde duruyor. Millî eğitim bakanı ile medya ve sivil toplum kuruluşlarının kavgası bu. Esas itibariyle statükoyu savunanlar, zihinlerin liberalleşmesine itiraz edenler başı çekti.

-Ergenekon operasyonlarından sonra bu yayınları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hiçbir şey tesadüf değil, plansız değil. Hiçbir şey hedefsiz değil. Bizim hükümetimize karşı ve bize karşı yapılanlar da öyle değildi.

-Nasıl böyle bir yargıya varabildiniz?
Benim bakanlığımın son zamanlarımda TÜSİAD, eski müsteşarlardan birine onun nezaretinde bir gruba eğitim çalışması yaptırdı. 1985 yılıydı. Ama esas itibariyle bu çalışmada imam hatiplerin gereksizliği işleniyordu. Son derece tutarsız, ideolojik bilgilerle doluydu. İmam hatiplerin bir plan çerçevesinde etkilerinin azaltılması ve kaldırılması ile ilgili bir tema işlenmişti. Bilgiler ve rakamlar manipüle edilmişti. Toplantı tertip ettiler, dünya kadar para ayırdılar.

-Bu olay neyi gösteriyor? TÜSİAD'ın görevi mi imam hatipler?
Ben de soruyorum, büyük sermaye, dışarı ile irtibatı olan büyük sermayenin, böyle bir iş adamları grubunun, o zaman çok fazla üyesi de yoktu, imam hatiplerle ne alakası olabilir? Ne hakkı var? Çocuğunu göndermez! İmam hatipliden bir zarar görmez.

-Sizce neden uğraşıyor?
İmam hatiplerin kendi varlığının kaldırılması hedefi ile 28 Şubat'ta uygulamaya konan kesintisiz 8 yıllık eğitim hedefinin ana amacı aynı. Anadolu'nun çilekeş insanlarının çocukları işbaşına gelmesin istiyorlar. Elitler hâkim olsun, üstünler, havas sınıfı, sadece has sınıftan insanlar ülkeyi yönetsin. Bir anlamda ‘devlet gücüne prestiş' edenler yani. Çünkü halktan güç alamazlar.

ÖZAL'I DA BİTİRME PLANLARI YAPILDI
-ANAP'a darbe planları var mıydı?
Darbe planları daima vardır. Zehir ülkemizin geleceğinin düşmanları tarafından TSK'ya sokulmuştur, bilerek veya bilmeyerek bundan zehirlenenler daima vardır.

-Özal bu yapıları ne zaman fark etti?
Müsteşarlığı dönemlerinden beri biliyordu. Bir ittifak var gizli ve eninde sonunda ittifak hâlinde hareket ettiğini fark ediyorsun. Başlangıçta yalpalasalar bile bakıyorsun sonra birleşiyorlar. Özal çok zahmet çekti.

-Nasıl?
Bakın 13 medya patronu Özal'a ültimatom çekti. Suikasttan sonra geldiler. Birçok şey konuştular, onun görünür sonucu Mehmet Keçeciler'in teşkilat başkanlığından alınmasıdır. ‘Keçeciler'i teşkilat başkanlığından alacaksınız yoksa Türkiye'yi başına yıkarız' dediler. Doğan Grubu, Sabah Grubu vb. 13 patron geldi. O akşam Turgut Bey Keçeciler'i feda etti, genel başkan başyardımcısı yaptı. Çünkü, ‘Keçeciler şeriatçıdır, teşkilatı şeriatçılarla dolduruyor' diyorlardı. ‘İrticaa yatkın insanlarla dolduruyor, güçlendiriyor' diye yayınlar yapıyorlardı. O tutum bizim kırılma noktalarımızdan biridir, maalesef.

-Bu hakkı nereden buluyorlar?
Bunu soracak yiğit adamlar lazım. Hürriyet'in sahibi Sedat Simavi daha 1984'de ‘birinci kuvvet benim' diye Hürriyet gazetesinde manşet attı. Ertesi gün de Hürriyet'in kuruluş yıldönümüne davet edildik hepimiz. Tam bir tezgâh. Biz ‘gitme' dedik, Özal'ı bizzat aradı. Turgut Bey, ‘Adam telefon açtı, ağlıyor' dedi. ‘Sen varsan parti var, seni yok etmek istiyorlar, prim verme' diye direttik. ‘Simavi özür diledi' dedi. ‘Manşet atıp özür dilesin' dedik. Ancak merhamet, şefkat duygularını aşırı hareketlendirerek onu ikna ettiler. Hürriyet gününe gitti, çoğumuz gitmedik.

-Özal'ın ölümü normal miydi?
Her büyük liderin, reformcu liderin ölümünde çeşitli şüpheler vardır. Bunlar ciddi hâle gelmedikçe ve ciddi deliller bulunmadıkça konuşmak istemiyorum ama kafamda daima bir şüphe vardır. Zehirlenme eseri ölmüş diyemem. Şüphe varsa geriye doğru gitmek lazım. Turgut Bey'in reformcu olması, güç kavgasına girmesi eldeki güçlerin bir kısmının sivil iradeye, millete verilmesi gibi sebepler tabii ki hedef olmasını gerektirecek sebeplerdir.

-Suikastçı Kartal Demirağ'ın arkasında kim vardı? Neden araştırmadı?
Demirağ olayı dış ve iç servislerin emri ile birilerinin tezgâhıyla hazırlanan bir olaydır, aydınlatılmamıştır, aydınlattırılmamıştır. Özal, ‘Buldum ama Başbakan olarak üstüne gidersem memlekete yazık olur' dedi, neyi gördüğünü bilmiyoruz.

-Özal'a suikast şimdi araştırılıyor. Aydınlatılabilir mi?
Cumhurbaşkanlığı devlet denetleme kurulu zehirleme olayını inceliyor. Üçüncü, dördüncü hadisedir. Asıl iş suikast hadisesidir. Birincil olay odur. Onu arayıp bulmadan; failleri, planlayanları yönlendirenleri açığa çıkarmadan bir yere varılamaz. Bu olaydan başlayarak başa dönmeli. Kartal Demirağ hadisesi araştırılmalı. DDK samimi ise önce Demirağ'ı yani suikast olayını araştırmalıdır.

-Siz kongre salonundaydınız. Ne gördünüz?
İki el havaya kalktı, biri ateş etti, ikinci kişi yok meydanda. Herkese söyledim. Ahmet Selçuk'a, Mehmet Ağar'a, rahmetli Turgut Bey'e söyledim. Bu mesele öyle hazırlanmış ki bir kişi bitiremezse ikinci kişi bitirsin. Oradan başlaması lazım DDK'nın.

-Kim var bu işin arkasında?
Suikast palanı neye, kime yapılıyor? İşte bu kabuğu, ittifakı kırmak için uğraştı diye Özal'a. Demek ki kırmada başarılı oldu ki suikast düzenlendi.

-Başka ne tür müdahaleler oldu?
Özal'ı Mesut Yılmaz'ı başbakan yapmaya ikna ettiler.

-Kim?
Bilmem. İttifak desem yeridir. Mesut Bey'le beraber Türkiye'nin ilerlemesi durdu, sonra da 2002 krizi geldi.

-İttifak bitirilebilir mi?
Ergenekon'la ittifakı birbirinden ayırmak lazım. İttifak derken silah, sermaye ve kalem olarak, meşru güçleri söylüyoruz. Ergenekon işi gayrimeşru güçlerdir, darbecilik iddiasıdır. Onu ilişkilendirmemek lazım.

-Demokratikleşme ittifakı nasıl etkiler?
Her ittifak faydalı da olabilir zararlı da olabilir ama bu ittifak bugüne kadar halkın lehine işlememiştir, sadece statükoyu koruyucu bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi bizim ana hedefimiz şu olmalı; bu ittifak varsa vardır, bu ittifakı çilekeş Anadolu halkının lehine ve Türkiye'nin geleceğine faydalı olacak şekilde kullanmak lazım. Bu ittifakın dış irtibatlarını da kendi kontrolümüze almamız lazım. Buraya varış güçlü siyasi iradeyledir, dik duran bir iradeyledir. Unsurları doğru, yerli yerine oturtan bir iradedir bu. 28 Şubat döneminde hiçbir şey yerli yerinde değildir. Cumhurbaşkanı, yüksek yargı üyeleri, gazeteciler Genelkurmay Başkanlığı'na gidiyor asker marşı söylüyordu. İşte siyasi irade herkesi yerli yerine oturtur. TÜSİAD başkanı, anayasa mahkemesi başkanı, cumhurbaşkanı da yerli yerine oturur.