28 Mart 2011 Pazartesi

Komutanlar hapiste, donanma savaşta / Can Ataklı -

Sevgili okurlar; geçen haftayı hayli yoğun ve önemli gelişmeler yaşayarak tamamladık. Kuzey Afrika’da artık savaşa varan kalkışmalardan, Türkiye’de medya üzerindeki baskılara, anayasa önerilerinden Güneydoğu’daki sivil itaatsizlik eylemlerine kadar baş döndürücü gündem herkesi yorduğu gibi şaşkınlığa da sürüklüyor.

Donanma Libya’da
Başbakan’ın “NATO’nun Libya’da ne işi var, bu ne saçmalık” demesinin hemen ardından Libya açıklarına gönderilen donanmaya bağlı gemi ve denizaltılar görev başında. Türk donanması Kıbrıs olayından bu yana ilk kez sıcak savaşın tam ortasında yer alıyor. Her ne kadar “kurşun sıkmayacaksak da” kurşun atanları koruyacağız.

Komuta eksikliği
Ancak donanmaya ait gemiler sıcak savaşın ortasında beklerken, bu işi sevk ve idare ile yükümlü kişilerin tamamına yakını “darbe yapmaya teşebbüs” suçuyla halen hapiste. Herhalde dünyanın hiçbir donanması böyle bir garabet durumda kritik bir görev üstlenmemiştir. Demek ki “dünya liderliği” konumundaki Türkiye bir ilki becermiş oluyor.

Ordunuzu yıpratırsanız
Gerçi iktidar ve yandaşları durumu “gördüğünüz gibi general ve amiraller olmadan da ordu savaş durumuna geçebiliyormuş” diye yorumlayabilir. Aslına bakarsanız işin özü de budur. Zamanında Menderes’in “Orduyu yedek subaylarla yönetebilirim” sözleri bugünkü iktidar sayesinde bir parça gerçeklik kazanmış durumdadır.

Şakası yok bunun
Elbette Türk donanmasında verilen her görevi yapabilecek düzeyde, kalitede ve değişik rütbelerde pek çok subay, astsubay ve uzman vardır. Ancak bir ordunun komuta kademesinin de kolay yetişmediğini bilmek zorundayız. “Bakın onlar olmadan da işler yürüyor” demek insanı gülümsetebilir ama yaşanacak sorunları önlemez.

Tezkereye destek
Biliyorsunuz donanmanın Libya’ya gitmesine Türkiye Büyük Millet Meclisi karar verdi. Hükümet tezkere için “gizli oturum” istedi. Muhalefet, DSP hariç tezkereye gözü kapalı “evet” oyu verdi. Peki neden? Türkiye’nin gerçekten sıcak savaşın tam ortasında olmasına gerek var mı? İktidarın bu konuda çelişkili tutumu acaba gizli oturumda irdelendi mi?

Hükümet ne anlattı?
Gizli oturum yapıldığı için neler konuşulduğunu öğrenmemiz mümkün değil, kaldı ki öğrensek bile yazmamıza olanak yok. Ancak bazı muhalefet temsilcilerine “Sizi şaşırtacak bilgiler verildi mi?” diye sordum. “Hayır, bilmediğimiz bir şey söylenmedi” dediler. O halde hükümet neden bir gizli oturum yapmayı tercih etmiş olabilir?

Hedef iç politika
Bunun tek anlamı olabilir. Başbakan Libya olayındaki aceleciliğinin üstünü örtmek ve olayı yine bir “kahramanlık destanına” çevirmek istiyor. Yani hedef iç politikadır. Seçime giderken iktidarın Türkiye’yi dünyanın sayılan ülkelerden biri yaptığını anlatmak için hazırlanan propagandanın bir parçasıdır. Muhalefet de buna destek vermiştir. Garip.

1 Mart’ı unutmayın
İktidar hâlâ 1 Mart 2003’teki tezkerenin “haksız başarısını” kullanmaktan çekinmiyor. Oysa başta dönemin Başbakanı Abdullah Gül ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, tezkerenin çıkması için çok çabalamıştı. CHP grubu ve birkaç AKP’li milletvekili sayesinde tezkere Meclis’te yeterli sayıyı bulamamış ve reddedilmişti. Bu AKP’nin yenilgisiydi.

İş tersine döndü
Tezkerenin yeterli sayıya ulaşılamadığı için reddedilmiş sayılması AKP’de derin travma yaratmıştı. Amerika’ya verilen söz tutulamamıştı ve bunun karşılığının verilmesi tehlikesi vardı. Ama beklenen olmadı, Amerika Türkiye’siz de işgali başardı, tezkerenin reddi Türkiye’nin yararına bir durum çıkardı ortaya. Şans yardım etmişti.

İntikamı alındı
Buna karşın, Amerika bu “vefasızlığı!” unutmadı. Amerika’ya göre aslında hükümet elinden geleni yapmıştı. Asıl darbe “en güvenilen müttefik” olarak tanımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri’nden gelmişti. Hükümet ise tezkerenin reddine rağmen “istenilen her şeyi” yerine getirmekte çok iştahlıydı. Amerika gözlerini askere çevirdi.

Çuval geçirme ve...
Amerika intikamını alma operasyonunu başlatmakta gecikmedi. Irak işgali gerçekleştikten sonra ilk hamle Silahlı Kuvvetler’e karşı yapıldı ve Türk askerinin başına çuval geçirildi. Bu sadece uyarı ateşiydi. Ardından asıl darbe geldi. O dönemden sorumlu görülen neredeyse tüm subaylar Ergenekon icadıyla birer birer suçlanmaya ve tutuklanmaya başlandı.

Bu kez ne olacak?
Hükümet benzer bir tezkereyi bu kez “muhalefetin tereddütsüz desteği” ile geçirdi. Bu kez verilen söz tutulmuş oldu. Asker de artık hiçbir hükmiyeti kalmadığı için zaten alınan karara uymaya gönülden destek vermiş durumda. Bundan sonra iş artık kara operasyonunun başlamasına ve Türk askerinin Libya’ya girmesine kadar gidecektir.

Koruma kollama
Libya’nın hava operasyonları ile dize getirilmesi ve Kaddafi’nin gönderilmesi yakın dönem için olası gözükmüyor. O halde NATO eninde sonunda Libya’ya asker de indirmek zorunda kalacaktır. Ancak bu yöntemle Kaddafi’nin sindirilmesi başarılırsa sıra ülkenin korunup kollanmasına gelecektir ki, işte Türk askerinin görevi de burada başlar.

Gurur duyarız
Neden Libya’ya Türk askeri gider? Çünkü Libya Müslüman ülkesi, halkı Türkleri tanıyor ve biliyor, o halde tepki diğer ülkelere olduğu kadar yoğun olmayacaktır. Türk askeri tıpkı Afganistan’daki gibi ülkenin güvenliğini sağlayacak ve halkın sevgilisi olacaktır. Diğer ülkeler de durumdan yararlanarak dilediklerini yapacaklardır.

Afganistan’daki durum
Biliyorsunuz Türk askeri Afganistan’da da görev yapıyor. Afgan halkının Türk askerine gösterdiği sevgi hepimizin göğsünü kabartıyor. Amerikan askerlerinin bile göğüslerine Türk bayrağı takarak güvenli biçimde dolaştıklarını övünerek anlatıyoruz. Oysa işin gerçeği başka. Biz güvenlik sağlıyoruz, İngilizler uyuşturucu, Almanlar maden işi yapıyor.

WikiLeaks belgeleri
Sevgili okurlar, önceki hafta Taraf Gazetesi’nin WikiLeaks belgelerini açıklamaya başladığını belirterek “Bakalım ne çıkacak?” demiştim. Belgeler çok ilginç. Özellikle ordu ve darbe konuları bu belgelerde çok yer almış. Gazete bunları yayınlarken başlıklarda sanki darbe yapılacağını doğrulayan ifadeler kullanıyor ama içeriğine bakınca durum farklı.

Olmayacağı belliymiş
Başlıkları okuduğunuzda “Ergenekon gerçekmiş” diye düşünebilirsiniz. Oysa içeriği dikkatli okuduğunuzda Amerikalı uzmanların ordu içindeki kıpırdanmaları gördüklerini ama “bunun asla bir darbeyle sonuçlanmayacağını” yazdıklarını anlıyorsunuz. Amerikalı demiş ki “Rahatsızlık var, ama darbe olması mümkün değil.”

Hep bunu söyledik
Kimilerinin “darbeci” yaftalamalarına karşı üç yıldır darbe düşünenler olsa bile bunun gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını anlatmaya çalışıyorum. Bunu iktidarın da bildiğini ve bu nedenle güya cesaretle ordunun üzerine gittiğini ama asıl amacın Türk Silahlı Kuvvetleri ’ni yıpratarak etkisiz hale getirilmek istendiğini söylüyorum. Bugün bu amaca ulaşıldı.

Medyaya baskı
Seçimler yaklaştıkça iktidarın gözünün daha da karardığını görüyoruz. Yayınlanmamış hatta henüz bitirilmemiş bir kitabın bile imhasına kadar giden operasyonlar herhalde bir korkunun da göstergesidir. İktidar belli ki seçime kadar kendini sıkıntıya sokabilecek hiçbir şey olmasını istemiyor. Demek ki önümüzdeki günlerde çok şaşırtıcı şeyler yaşayabiliriz.

Hepinize iyi haftalar dilerim ...