Türkiye,sivil-asker ilişkilerinde, hukuk devleti çerçevesinde tarihi günlerden geçiyor. Ağustos 2010 Şûrası ile başlayan, üç generalin açığa alınması ile devam eden bu sürecin, 16 Aralık'ta başlayacak Balyoz Davası ile yepyeni bir boyut kazanacağı düşünülebilir.
Peşinen söylemek gerekir ki; kimseyi bugünden suçlu gibi görüp, hüküm verme durumunda değiliz. Ancak, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bazı personeline yöneltilen, henüz yargı sürecinde olan iddiaları da dikkatle izlemek zorundayız. Zira görünür gelecekte tartışılacak bilgi ve belgelerin hemen hepsi, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un, "kriz yönetim" tarzının mirası olacak. Ve hatta Başbuğ'un, önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök gibi yargıya yardım etmesi gerekecek.
***
Generallere görevden el çektirme kararının Hükümet ve Genelkurmay'daki değerlendirme aşamaları da ileriye ışık tutacak nitelikte.
Siyasi irade, meşru hükümete karşı hazırlık içinde olduğu yönünde hakkında kuvvetli şüphe bulunan askeri personelle çalışmak istemediğini şimdiye kadar hissettirdi. Konu, yargıya intikal ettiği için siyasetçinin açıklama yapmasında kısıtlar olsa da verilen kararın tatmin edici biçimde izah edilmesinde yarar var. Esasen bu hususun bayramdan önce Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner'le paylaşıldığı anlaşılıyor. Bir bakıma Karargâh için tahammül edilmesi gereken ama sürpriz nitelik taşımayan bir kararla karşı karşıyayız. Tümgeneraller Halil Helvacıoğlu ve Gürbüz Kaya ile Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu'nun terfileri askeri hiyerarşi içinde teklif edilmişse de siyasi hiyerarşi, bu teklifi işleme koymayı düşünmedi.
Haliyle komutanlar için yargı yolu denemekten başka çare kalmadı. Bir tür bilek güreşi gibi görülse de olayın hem siyasi hem de askeri yönünün temelde hukuki zeminde sürdüğünü görmezden gelemeyiz. Lakin terfilerin, Askeri Şûra sınırlarının dışına taşarak mahkemelik yapılması umulmadık gelişmelerin kapısını aralayabilir. Bir bakıma "Şûra kararı ile atanan komutan, mahkeme kararı ile gelen komutan" ayrımı yaşanabilir.
Her ne kadar TSK, komutanların kadrolarını boş tutma veya terfi edecekleri görevlere vekâlet etmeleri suretiyle kararlılığını gösterse de bu tutumun sürdürülebilirliği tartışmalıdır. Meselenin, Şûra öncesinde şekillenmesi, Şûra sırasında inatlaşmaya dönüşmemesi ve mahkemeye gidilmeden halledilmesi sağlanmalıdır.
***
Komuta kademesinin bünyesel refleksine gelince... Bizzat Genelkurmay Başkanı Org.
Koşaner, "TSK daima hukuka saygılı olmuştur ve böyle olmaya devam edecektir" dediğine ve bu sözünü, "TSK, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine aykırı davranışlarda bulunan personelini, dayanaksız iddialara göre değil ancak eylemleri doğrulandığı takdirde içinde barındırmayacaktır" vurgusu ile pekiştirdiğine göre, tüm taraflara soğukkanlılıkla hareket etme ve sabırla bekleme rolü düşmektedir.
Buna karşın, Aralık Şûrası ilginç gelişmelere sahne olabilir. Yine Org. Koşaner, "TSK demokratik, laik, sosyal hukuk devletine, Cumhuriyet'in kazanımlarına, Atatürk ilke ve devrimlerine ayak uyduramayan personeline karşı da gerekli hassasiyeti gösterecektir" mesajı verdiği için, olası ihraçlar noktasında da teyakkuz hali oluşmaktadır.
***
Muhalefetin, asker üzerinden politika üretmeye kalkışması, "sivil darbe" gibi benzetmeler yapması tuhaf kaçmaktadır. Askeri darbeye sempati ile bakılmıyorsa kısa vadeli ucuz yorumların prim yapmadığı görülmelidir.
TSK, anayasal çerçevede kendi konumunu savunacak güce ve iradeye sahiptir.
Yasal sınırları zorlayan faaliyetlerle ilgili iddiaları ise eskiden olduğu gibi "asimetrik psikolojik harekât" gerekçesi ile sahiplenme eğiliminde değildir.
Geçmişte otomatik pilota bağlanan askeri atamalara, sivillerin müdahil olması şahin kanatta hoşnutsuzluk yaratmaktadır. Ama iş kitabına, yani hukuka uygunsa askeri rütbesi veya siyasi makamı ne olursa olsun herkesin "susma hakkını" kullanması mecburidir.