25 Kasım 2010 Perşembe

Komutanlar Şûra’da açığa alınmalıydı! / Can Ataklı

Çarşamba günü Türkiye yine bir “ilk” yaşadı. İçişleri Bakanlığı kendisine bağlı olan Jandarma Genel Komutanlığı bünyesindeki Tümgeneraller Halil Helvacıoğlu ile Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gevramoğlu’nu açığa aldı.

Açığa alma haberinin duyulmasından sonra “durumla” ilgili yorum yapanları ve özellikle hukukçuları dikkatle izlemeye çalıştım. Hemen belirtmek gerekir ki, bakanlığın tasarrufu yasalara uygun. İçişleri Bakanlığı’nın böyle bir yetkisi ve hakkı var.

Bu açıdan kimsenin söyleyecek sözü olamaz herhalde.

Ama bir de madalyonun tersi var.
Bu açığa almaların zamanlaması çok önemli. Çünkü bu açığa almalar aynı zamanda iktidarın niyet ve hedefinin de açığa çıkmasına neden oldu.

Adı geçen üç general Ergenekon davasıyla bağlantılı olarak yürütülmeye çalışılan Balyoz olayı ile ilgili soruşturma altında.
Bu nedenle Başbakan Erdoğan bu üç generalin ağustos ayında yapılan Yüksek Askeri Şûra’da terfi etmelerini onaylamadı. Başbakan direndi ve üç general terfi edemedi.

Üç general terfi edememeleri üzerine Askeri İdare Mahkemesi’nde dava açtılar. Mahkeme generallerin talebini haklı buldu ve yürütmeyi durdurdu. Olması gereken şuydu: Yargı kararına uyarak 60 gün içinde terfi kararnamesi hazırlanacak ve onaya sunulacaktı. Sürenin dolmasına çok az bir zaman kala generaller terfi ettirilmek yerine açığa alındılar.

Olayın tatsız tarafı budur. Çünkü, gözlediğim kadarıyla iktidar bu konuyu da seçime giderken iç politikada alet olarak kullanmak istiyor. Nitekim, haberin (yine) sızdırıldığı bir gazete “Türkiye’de ilk kez” başlığını kullandı.

İktidar “ilk kez” olarak nitelenen pek çok olaya imza attı bugüne kadar. Hemen tamamı da askerlerle ilgili kararlar. Generallerin gözaltına alınması, orgenerallerin tutuklanması, ordu komutanlarının evlerinden alınması, kozmik odaya girilmesi hep “Türkiye’de ilk” flaş başlıklarıyla duyuruldu.

Tanım doğru elbette. Sorun yapılanların ne kadar doğru olduğu. O ayrı.
Son olaya gelirsek, “Türkiye’de ilk kez bakanlığın general açığa alması” tek bir anlam taşır. O da “Ordu üzerinden seçim yatırımı yapmak. Kamuoyunun, sorunları bilmeyen, merak da etmeyen ama kabadayılık gösterilerinden hoşlanan kesimlerini etkilemek.”

Kısacası ince bir “propaganda” yöntemi. Oysa yapılması gereken bu komutanların daha Yüksek Askeri Şûra’da açığa alınmaları ya da emekli edilmeleriydi.

İktidar önce Şûra’da bir bilek güreşi yaptığını, askerin bileğini (hatta belini) kırdığını gösteriyor. Arkasından bununla yetinmeyip bir daha üstüne çıkıp eziyor.

Suç işleyen askerin elbette tepesine binilmeli. Ama sürekli yıpratarak, gururuyla oynayarak, aşağılayarak devlet yönetimi de olmamalı.
*****
Diğer generaller sakıncalı değil mi?

İçişleri Bakanı’nın üç generali açığa alması üzerine insanın aklına ister istemez, haklarında soruşturma açılan 30’a yakın generale ne yapılacağı geliyor.

İçişleri Bakanı “haklarında yürütülen soruşturmayı” gerekçe göstererek açığa aldı üç generali. Yani bu üç general suçlandıkları için mevcut görevlerini sürdürmeleri “sakıncalı” görülüyor. Oysa aynı durumda birçok general var. Şimdi onlar sakıncalı mı değil mi bu karara göre?

Ya da o generaller de açığa alınacak mı?
“Hükümeti devirmek istedikleri” gerekçesiyle haklarında soruşturma yürütülen generallerin sayısı toplam general sayısının yüzde 10’unu buluyor. Hepsi açığa alınırsa bu da “Türkiye’de ilk kez” diye duyurularak yapılacak bir tasfiye mi olacak?
*****
‘Sivil darbe’ çıkışı doğru değil

Generallerin açığa alınmasına CHP’nin verdiği ilk tepki “Sivil darbe” oldu. Yanlış değil elbette ama CHP’den ilk tepkinin böyle olması doğru gelmedi bana. Çünkü bir kere AKP yandaşları tarafından alabildiğine “istismar” edilecek. CHP “asker avukatı” olmakla suçlanacak yine.

CHP olayın “siyasi tarafını” derhal ortaya çıkarmalıdır. Oynanan oyunu sergilemelidir. Yıllarını orduya adamış isimlerin bir ihbar mektubuyla “suçlu” durumuna düşürülmelerinin ve iktidarın bunu bahane ederek askeri küçük düşürmesinin amacını halka anlatmalıdır.
*****
Meclis tabii ki füze kalkanını konuşur
Başbakan Lizbon’da imzalanan füze kalkanı anlaşmasının Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmesine “gerek olmadığını” söyledi.

Nasıl bir mantık anlamak olanaksız. Belki yasal olarak şimdilik böyle bir görüşmeye gerek olmayabilir, ama kamuoyunda bu kadar tartışılan, endişe ve kuşku yaratan bir konunun Meclis’te de görüşülmesinde ne sakınca olabilir ki?

Ayrıca Başbakan’ın Kılıçdaroğlu’na yönelik “Aklına estikçe gizli oturum istiyor” sözleri de siyasi nezaket açısından hiç hoş değil.

İşte CHP’nin muhalefet görevini burada göstermesi gerek. Meclis Danışma Kurulu toplantıya çağrılarak konunun gündeme getirilmesi istenebilir. Olmadı gündem dışı konuşmalarla konu yine Meclis’e taşınır. Türk halkının gerçeği tüm çıplaklığı ile öğrenmeye hakkı var.

Her ne kadar Başbakan “ne varsa söyledik” diyorsa da durumun öyle olmadığını bizzat kendine yakın isimlerin bile söylemek “cesaretini” bulmalarından anlamak mümkün.

Örneğin Meclis Kürsü’nden sorulacak “Füze rampası İran’a mı karşı?” sorusuna Başbakan’ın “hayır değil” cevabını verip vermeyeceğini bu millet merak etmiyor mudur?