26 Kasım 2010 Cuma

CHP ve askeri vesayet / Nazlı Ilıcak

Milli Savunma ve İçişleri bakanlarının Balyoz davasından yargılanan 3 generali açığa alması tartışma yarattı. Beni asıl ilgilendiren CHP'nin tepkisi. Grup Başkanvekili Kemal Anadol, "sivil darbe" diyor, bir başka grup başkan vekili Akif Hamzaçebi ise, olayı "Türkiye bu şekilde demokratikleşmiyor; aksine totaliter bir rejime doğru gidiyor" diye değerlendiriyor.

CHP, -kendi ifadesine göre-, generallerin açığa alınmasına, sivil otoritenin askerler üzerinde etkili ve yetkili olmasını istemediği için karşı çıkmıyor. Sadece, aydınlatılmasını arzu ettiği bazı noktalar var. "Neden şimdi?" diye soruyorlar. Balyoz davası çok daha önce açılmıştı. Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'na dayanarak, o tarihte bu kişiler görevlerinden alınabilirdi. Benzer durumda olan, yani Balyoz'dan yargılanıp vazifesini sürdüren 22 general var. Ayrıca, eski 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk. Berk, İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı Erzincan'da uygulamakla suçlanıyor; belgede ıslak imzası ortaya çıkan albay Dursun Çiçek'le birlikte yargılanıyor. CHP'liler, uygulamanın genel olmadığını, Askeri İdare Mahkemesi kararını bertaraf etmek amacını taşıdığını, kişinin hakkını aramasının cezalandırıldığını ileri sürüyorlar. Aynı iddiayı, CHP yandaşı gazeteciler de ortaya atıyor.

Bu tarz sorgulama, maalesef, askeri vesayeti esas kabul eden bir yaklaşım. Her şeyden önce, Yüksek Askeri Şûra'nın (YAŞ) terfi kararları yargıya kapalı. Anayasa değişikliğiyle, sadece disiplin suçları (ordudan ihraç kararları) yargı denetimine açıldı. Bir başka ifadeyle, anayasa değişikliğinden sonra da, terfi işlemleri aleyhine, idare mahkemesine başvurulamıyor. (Hamzaçebi'nin konuşmasında anayasa değişikliğini hatırlatması bu açıdan bir anlam taşımıyor.)

Bu noktaya bir açıklık getirmek lâzım: 3 general, aslında Askeri Şûra kararına karşı yargıya müracaat etmedi. Askeri Şûra'da generallere terfi çıkmasına rağmen, Milli Savunma Bakanı, terfi kararnamesini yazıp, Erdoğan'a göndermedi. Bu şekilde, siyasi otorite, YAŞ kararına uymadı, yargılanan askerlerin terfiini engelledi. TSK Personel Kanunu'nun 65/e maddesine göre buna hakkı vardı. "...Duruşması devam eden veya hakkında verilen hüküm henüz kesinleşmemiş bulunanların terfileri ve kademe ilerlemeleri yapılmaz." Zaten, Yüksek Askeri Şûra'da, bildiğimiz kadarıyla, bu 3 generalin haricinde, diğer Balyozcu subayların hiçbiri terfi ettirilmedi. Bence, siyasi iktidar yerine, dönüp o günkü Şûra üyelerine sormak gerekir: "Neden bu 3 generali istisna tuttunuz ve Personel Kanunu'nun 65. maddesine rağmen, onları, nasıl terfi ettirdiniz?"

Şûra üyeleri, "Takdir hakkımızı kullandık" diyebilirler belki.

Askerin takdir hakkı var da, siyasi otoritenin takdir hakkı olmayacak mı? Siyasetin takdir hakkına saygı göstermeyen bir Askeri İdare Mahkemesi haklı mı sayılacak? Kaldı ki, terfilere ilişkin Şûra kararları yargı denetimine kapalı olduğuna göre, bunun tamamlayıcısı sayılan terfi kararnamesi, nasıl oluyor da, idare mahkemesi tarafından denetlenebiliyor? Burada da bir çelişki yok mu?

İşte bunlar da benim sorularım.

Neden 3 general?

Bir başka soru da şu: "Neden haklarında dava açılan bütün muvazzaf askerler, TSK Personel Kanunu'na dayanılarak görevden alınmadı?"

Bence cevap çok açık: Onlar terfi ettirilmedi. Hükûmet, muhtemelen Genelkurmay'la da anlaşarak bir orta yol buldu: "Görevden almayalım, ama terfi de vermeyelim"... Anlaşmazlık, 3 generalin, Şûra kararıyla terfi ettirilmesi üzerine doğdu. AK Partili bakanlar, siyasi iradenin takdir hakkına sahip çıktılar.

Zamanlama!

Herkes, askeri vesayeti kıran siyasi iradeye alkış tutmalıydı. Ama "zamanlama meselesi" gündeme getiriliyor ve buna dayanarak, "yargıya müdahale"den söz ediliyor. Bu iddiayı desteklemek amacıyla, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, tam da Askeri Şûra sırasında verdiği "yakalama emri" hatırlatılıyor. O tarihte de, zamanlamaya dikkat çekilmişti ve denilmişti ki, "10. Ağır Ceza Mahkemesi, yakalama emrini, Balyoz sanıklarının terfilerini engellemek için verdi." Halbuki bu iddia doğru değil.

Balyoz belgeleri, 20 Ocak 2010 tarihinde Taraf gazetesinde yayınlandı. Savcılar, çok sayıda sanığın ifadesini aldı; binlerce sayfalık belge okudu; yazışmalar yapıldı. İddianame, 19 Temmuz'da tamamlandı ve 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunuldu. Bu mahkemenin hâkimleri 800 sayfalık iddianameyi ve 184 klasördeki binlerce sayfayı okudular. Ağustos ayında, yakalama emri verdiler. Dolayısıyla, "Şûra'ya denk getirildiği" iddiasına ben şahsen katılmıyorum. Tabii bir yargı süreci işlemiştir. Kaldı ki, TSK Personel Kanunu'na göre, kişiler tutuklanmış olmasa dahi, davaları devam ederken, hüküm kesinleşinceye kadar terfi ve kademe ilerlemesi yapılamıyor. O zaman, neden 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin askerlerin terfi almasını engellemek için yakalama emri verdiği ileri sürülüyor?

CHP ve CHP yandaşı basın mensupları, askeri vesayetin kırılması yolundaki bir adımı alkışlayacaklarına, bin dereden su getirip, aslında askeri vesayete sahip çıkmış oluyorlar. Yazıklar olsun!