Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin yeni hali, önceki günkü Bakanlar Kurulu'nda kabul edildi. Bu belge, daha çok "Kırmızı Kitap" olarak biliniyor.
Kırmızı Kitap, "devletin gizli anayasası" olarak nam salmıştı. Kestirmeden, "vesayetin anayasası" diyebiliriz. Bu ülkede, genel seçimler, seçilmiş milletvekilleri, onlardan oluşan bir Meclis ve o Meclis'in içinden oluşturulan hükümetler hep oldu. Ama Cumhuriyet'in elitleri, kendilerini ülkenin asıl sahibi gördükleri için, parlamenter demokratik sistemi vitrine koydular. Mevcut Anayasa görüntüyle ilgiliydi. Vesayet, gizli güç olduğu için, anayasası da gizli olurdu.
Ne acıdır ki, sonradan öğrendik, her başbakana bu Kırmızı Kitap, koltuğa oturur oturmaz veriliyor, "sen asıl buna bak" deniyordu... Başbakanlar, bunu niye sineye çektiler? Ben hüsnü zannım ile "yeni darbelere fırsat vermeden, demokratikleşme adımları atalım, AB üyeliği yolu bir gün sivil siyasetin elini güçlendirecektir, sabredelim" diye düşündüler...
Kırmızı Kitap, özü itibarıyla şuydu: Yasalarda olmayan suçlar ihdas ediliyor ve vesayetin kontrolündeki devlet, kendi vatandaşlarını potansiyel suçlu ilan ediyordu. Bölücülük ve irtica; dış düşmanlardan daha büyük tehlike oluyordu. Her ay toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarında, bu tehlikelerin nasıl artarak devam ettiğine dair saatlerce konuşuluyordu. Şimdi makul ve vicdanlı herkes görüyor ki; Kürt sorunu, çözüm bekleyen en önemli meselemiz. İrtica ise; inanç özgürlüğünün, fikir ve ifade hürriyetinin engellenmesi için kullanılan siyasî bir araç...
Kırmızı Kitap ve MGK, vesayetin uygulamaları ve yaptırımları için yıllarca zemin olarak kullanıldı. Azınlıklara karşı tertiplenen 6-7 Eylül 1955 olaylarından tutun, 28 Şubat'ın andıçlarına ve en önemlisi, on yılda bir tekrarlanan askerî müdahalelere kadar hep gizli maddeler, devlet içindeki hukuk dışı yapılar etkili oldular.
AK Parti iktidarının daha ilk yılında, MGK ile ilgili çok önemli değişiklikler yapıldı. 2003'te, TBMM'de kabul edilen AB'ye üyelik yolundaki 7. Uyum Paketi, bir dönüm noktası oldu. MGK kararları artık bağlayıcı olmayacak, Bakanlar Kurulu'na tavsiye niteliği taşıyacaktı. "Gölge başbakan" konumundaki MGK genel sekreterinin görev ve yetkileri daraltıldı. Bu makama sivillerin getirilmesi benimsendi. Toplantılar da her ay değil, iki ayda bir olacaktı. Hatırlayınız, neydi o Çankaya Köşkü'nün kapısındaki canlı yayın araçları. Her MGK toplantısından önce yapılan "kritik MGK" anonsları... Meclis, hükümet ikinci planda, varsa yoksa MGK...
Artık ülke güllük gülistanlık mı olacak? Onu demiyorum. Çünkü asıl önemli olan, zihniyet değişikliğidir. Demokratik hukuk devletinde, yasalarda tarif edilmiş suçların dışında suç olmaz. Yargı kararı olmadan kimse suçlu ilan edilemez. Bugün haklı olarak, Ergenekon sanıklarının yargısız infaz edilmesine karşı çıkanlar, bu ülkede 60 senedir, milletin büyük çoğunluğu yargısız infazlarla mağdur edilirken, ezilirken, sadece suspus olmadılar, bu cinayetlere alkış tuttular...
Şüphesiz demokrasilerde "gizli" siyaset belgeleri olmaz. Bu tür belgelerden ABD'nin de, İngiltere'nin de, Rusya'nın da var. Ama hepsinde bu belgeler kamuoyu ile paylaşılıyor. Diyeceksiniz ki, bu devletler ve daha niceleri, her milli güvenlik belgelerini kamuoyu ile paylaşıyor mu? Tabii ki paylaşmıyor. Onun için dünya barışını, devletler arasındaki ilişkiler değil, asıl halklar arasındaki diyaloglar ve oradan doğacak kamuoyu baskıları sağlayacaktır.
Kırmızı Kitap değişti diye çok sevinmeyelim, ancak bu değişikliği hafife de almayalım. Geçmişte yaşadıklarımızı unutmayalım. Nereden nereye geldiğimize bakalım. Bence Kırmızı Kitap'taki değişim; aradaki yol kazalarına rağmen, sivil-asker ilişkilerinde, demokratikleşmeye destek veren iyi niyetli bir adım olarak görülmelidir. Köklü değişiklikler sancısız olmaz. Sancıyı azaltan da, üslup güzellikleridir. Şahıslar yerine kurumlar hedef alınmamalıdır...