25 Kasım 2010 Perşembe

‘Her Türk polis doğar!’ / Can Dündar

Türkler asker millettir. Öyle bilinir. Eğitimde erler “Her-Türk-asker-doğar” diye yürütülür.
“Asker doğan” çocuklar, omuzda tüfek askercilik oynayarak büyür.
Askere gitmeyen delikanlı adam olmuş sayılmaz. Askerliğini yapmayana kız verilmez.
* * *
Şimdi çevirelim madalyonun ters yüzünü:
Türkiye’de askerlik çağında 14 milyon yükümlü var.

Bunun 1 milyonu tecilli, yoklama kaçağı ya da bakaya...
Yani askerlikten tüymeye çalışanlar...
Az bir rakam değil... Bedelli askerlik çıksın diye bekliyorlar.

Genelkurmay bedelliye karşı, ama hükümet, bedelli lobilerinin umudunu söndürmemek için onlara “Bu iş olabilir” havası pompalamaya devam ediyor.
Yani artık “Daha çok askerlik” dolduruşu değil, “Daha az askerlik” vaadi prim yapıyor.

Polisler, “Bizim askerlik yapmamamız lazım” diyorlar. İçişleri Bakanlığı onları askerlikten kurtaracak bir düzenleme hazırlıyor. Hemen ertesi gün öğretmenler ve doktorlar ayağa kalkıyor:
“Biz de kamu görevi yapıyoruz; bizim de askerlik yapmamamız lazım.”
Millet mi değişti, askerlik mi, bilmiyorum ama bu manzaraya bakarak “Asker millet terhis oluyor” diyebiliriz.
* * *
Son dönemde Silahlı Kuvvetler’i giderek köşeye sıkıştıran demeçler, soruşturmalar, operasyonlar, yargılamalarla askerin ülke yönetiminde giderek mevzi kaybetmesi, darbe iddialarının yargılanır hale gelmesi, nihayet dün, 3 komutanın bakanlık emriyle açığa alınması da “En büyük asker bizim asker” sloganlarının gözden düşmesine paralel yürüyen bir gelişme...

Hangisi sebep, hangisi sonuç tartışılır, ama siyasi gerçeklik bu...
“Doğuştan hepimizin mesleği”ymiş gibi lanse edilen askerlik profesyonelleşiyor.
Askerin ülke yönetimindeki rolü azalıyor.
Askeri vesayet görüntüsü siliniyor.
Buna hazırlıksız yakalananlar, eski günlerin hararetiyle darbe senaryoları yazanlar yargılanıyor.
Bugüne dek hep ülkeyi son tahlilde ve sadece askerlerin kurtaracağına inananlar ani bir boşluk duygusu yaşasa da, onlar da başlarının çaresine bakmayı, sivil mücadeleyi öğreniyor.
* * *
Bunlar, geç bile kalınmış normalleşme adımlarıdır.
Fakat “anormal” olan başka bir şey var:

Askerin siyasetten tasfiyesi, siyasal alanın topyekün demokratikleştirilmesi gibi bir seferberlik çerçevesinde yürütülmüyor.
Öyle olmadığı için de, Silahlı Kuvvetler’e yönelik her adım, geniş kesimlerde bir sivilleşme alameti olarak değil, tasfiye çabası olarak görülüyor.
Daha net anlatayım:

Bakanlık, “Balyoz soruşturması”nda adı geçen komutanları yargılaması için açığa almakta cesur davranıyor; ancak aynı Bakanlık mesela Hrant Dink davasında ihmali ayan beyan ortada olan polis şefleri için soruşturma izni vermeye asla yanaşmıyor. O zaman da şu tercih sırıtıyor:
“Asker yargılansın; polis yargılanmasın.”

Buna sivilleşme değil, vesayetin el değiştirmesi denir. Bizi de daha demokratik bir ülkeye değil, olsa olsa “Her Türk polis doğar” diye büyüyecek nesillere götürebilir.