Hürriyet refikimiz, üç gün boyunca Şehriban Oğhan'ın kaleminden çok dikkat çekici bir yazı dizisi yayınladı; bu dizi, Atatürk'ün özel kalem memurlarından Ali Rıza Erdim'in (Bebe) hâtıratından yapılan özettir.
Hâtıratın hikâyesi ilginç: "Bebe" Rıza, yaşlanınca (1973 yılında) bildiklerini anlatmak için güvenilir bir gazeteci aramış ve Seyfettin Turhan'la on kaset uzunluğunda iki celselik bir görüşme yapılmış ama röportaj, her nedense yayınlanmamış. Gazeteci Turhan kasetleri şahsi arşivine koymuş ve 1995 yılına kadar unutmuş! 95'te hatırlayınca kızı Belkıs Menemenlioğlu'ndan yardım istemiş ama o esnada vefat edince Belkıs Hanım, işi tamamlamak için babasının ikinci eşinden kasetleri rica ettiyse de on kasetten sadece 4'üne ulaşabilmiş. Şehriban Oğhan'ın üç günlük yazı dizisi, işbu dört kasetten yapılan özet. Hürriyet'i kutluyorum, güzel gazeteciliktir.
Tam şu kısmı okurken çok şaşırdım. "Atatürk'ü en son ne zaman gördünüz?" sorusuna Rıza Bey şöyle cevap veriyor: "Dolmabahçe'deyiz, yedek subaylar, özellikle öğretmenler maaşları verilmediği için Gülhane Parkı'nda toplanmışlardı. Polisler bir ayaklanma falan zannetmişler. Saraya aksettirilmiş mesele. Subaylar saraya yürüyeceklermiş. Ben de o gün nöbetçiyim. Bu askerî toplantılardan, yürüyüşlerden Atatürk kuşkulanmış. Orduya, 'Bana bağlılığınızı bildirin' diye tamim göndermiş. Her taraftan bağlılıklarını bildiren yazılar geliyor. Yazılar o kadar çok ki, yoruldum, bıktım... Saat; 2.00-3.00. Paşa karşıma oturdu. 'Erzurum'dan var mı?' diyordu. Erzurum'da Salih Omurtak kumandan. 'Var Paşam' dedim. Sayıları okumaya başladım. 22-23... Ben yazı okuyorum diye rakamları okuyorum. 'Bu çocuk yorgun, yatırın bunu' demiş. Sonra, Atatürk'ün emriyle maaşlar verildi."
Dönemle ilgili bulabildiğim her şeyi toplamaya, okumaya çalışırım fakat bu hadiseyi hatırlamıyorum. Elimin altında Andrew Mango'nun "Atatürk"ü var, o da zikretmemiş; belli ki gizli-kapaklı kalmış bir mesele. Öte yandan 29 Ekim 1938'deki son Cumhuriyet Bayramı gününde askerî okul öğrencilerinin bandoyla bir gemiye binerek Dolmabahçe Sarayı açıklarında Atatürk'e sevgi tezahüratı yaptığı ve Atatürk'ün hasta yatağından kaldırılarak pencereye taşınıp gençleri selamladığı çok yerde zikredilir.
Bu mesele zihnime takıldı. O günlerin gazetelerine yansımış mıydı acaba? Hatırladığım kadarıyla Hasan Rıza Soyak'ın Atatürk'ten Hatıralar adlı eserinde de yok. Hâsılı araştırılmaya değer bir konudur bu.
Yeri gelmişken Andrew Mango'nun fevkalade insaflı ve (bence) isabetli bir yorumunu da zikretmeden geçmeyeceğim. Atatürk zamanında demokrasinin niçin işletilemediğini izah ederken diyor ki, "Mustafa Kemal siyasal hoşnutsuzluğun yasal ve denetim altında bir yolla yansıtılması gerektiğine karar verdi ama bir sorun vardı. Kendi yönetimine muhalefetin, dürüst olmayan politikacıların oyuncağı olan dini tepkilerden kaynaklandığına inanıyordu. Eleştirilere izin verirken, dini tepkinin bundan yararlanmayacağından emin olmak istiyordu. Ne var ki, Türk halkının çoğunluğu her zaman hoşnutsuzluğunu dini terimlerle anlatmaya alışmıştı. Onlara göre yoksulluk dinsizliğin sonucuydu; zenginlik ise İslam yasalarına uyularak elde edilebilirdi (...) Laik bir muhalefet partisi bile, Kemalist rejimin gücendirdiği dindar Müslümanları kendi tarafına çekebilirdi." (s. 540)
Ve son anektot: Serbest Fırka'nın kısmî başarı sağladığı 1930'daki Belediye seçim sonuçlarını sekreteri Hasan Rıza'ya soran Atatürk, "Tabii, bizim fırka paşam" cevabını alınca gülmüş ve demişti ki, "Hayır efendim. Hiç de öyle değil. Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır, çocuk! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler. Bunu bilesin." (Soyak, 1973, s. 436)
CHP'nin 46'dan bu yana niçin eli-yüzü düzgün bir seçim zaferi kazanamadığını derd edinenler bu nükteyi duymuşlar mıydı acaba?