Adı demokratikleşme karşıtlığı, yasakçılık, askerle özdeşlik ve mütedeyyin insanların dünyasına uzaklıkla anılan bir partinin ne yapmaması gerekir? Toplumu kucaklamak ve kendisini geniş kitlelere açmak için ne yapmaması; bunu da geçin politik realiteler adına ne yapmaması gerekir?
Yapmaması gereken ne varsa CHP işte onu yapıyor.
Cumhurbaşkanı’nın resepsiyonuna katılmamak, CHP’nin vereceği, vermeyi düşündüğü veyahut da kendisine atfen verilmeye çalışılan mesajları berhava etmiştir. Bu davete icabet etmemek sadece kötü olmamıştır, aynı zamanda geride CHP adına telafisi imkansız bir sorun bırakmıştır. Başörtüsü meselesi bir şekilde çözüm yoluna girerken, aynı anda CHP’nin dindarlarla ilişki kuramama sorunu yükseliyor.
Bu karar o kadar yanlış olmuştur ki Kemal Kılıçdaroğlu, sadece başörtüsüne tümden karşı bir partinin genel başkanı olarak değil; buna ilaveten başörtülüyü sosyal ortamlarda, kamusal alanda görmekten hazzetmeyen bir kişi durumuna düşmüştür.
29 Ekim resepsiyonuna Çankaya’da katılmayıp “halkla birlikte kutlama” gerekçesiyle başka mekanlar aramak CHP’yi bir siyasi parti olmaktan uzaklaştırıp, refleksleri ADD gibi çalışan bir gruba dönüştürmüştür. CHP bir parti olduğunu unutmuştur.
En kötüsü ise resepsiyonda aynı akşam askerlerin de bulunmamasıdır. Yani geleneksel CHP+Ordu denklemimin talihsiz bir şekilde tahakkuk etmiş olmasıdır.
Türkiye’de başörtüsü yasağını yaratan, geliştiren ve siyasal olarak yaygınlaşmasını gözeten TSK ile CHP olmuştur. Her kritik aşamada ve özellikle de çözüm için yapılan her teşebbüste bu iki kurum ortaklaşa tepki vermişlerdir. Yine kurumsal olarak bu yasağı en şiddetli uygulayanlar da CHP ile TSK olmuştur. Eşi veya bir akrabası başörtülü olan TSK personelinin ilişiği kesilmiş, başörtülü hastaların askeri hastanelerde tedavilerine dahi izin verilmemiştir.
Son olarak 2008 yılında yapılan anayasa değişikliği ile başörtülü genç kızlara üniversitelerde okuma imkanı tanınması da yine öncelikle CHP ve TSK’nın ortak motivasyonuyla engellenmiştir.
Bu durum temelsiz de değildir.
Malum, her askeri darbenin CHP veya CHP lehine sonuçlar doğurması nedeniyle toplumun zihninde bir reaksiyon olarak “CHP+Ordu=İktidar” denklemini oluşturmuştur.
CHP de bu ortaklığı bozmak yerine demokrasinin karşılaştığı her kritik olayda tavrını askerden yana koymuş; Genelkurmay’ın politikasına yandaşlık yapmış ve yargı sınıfını da bu sürece dahil ederek apaçık siyasi kol olarak faaliyeti yürütmüştür.
Yakın dönemden hatırlanacak olursa, 28 Şubat, 27 Nisan ile bu süreçlerin önce ve artçı girişimleri ortaklığın örnekleridir.
29 Ekim resepsiyonuna CHP ile Genelkurmay’ın müştereken katılmaması bu tablonun son örneğidir. Belli ki her iki kurum başörtüsüne karşı tek parti döneminden kalan ve artık iyice sahipsizleşmiş olan tepeden inmeci laiklik yaklaşımını sürdürmektedir. Birbirlerinden güç alarak...
Oysa, artık “Yeni Türkiye”de yaşamaktayız.
CHP+Ordu=İktidar denklemi çoktan bozulmuştur. Bu denklem artık siyasal iktidar üretmediği gibi, her iki kurumu da iktidarsızlığa, iktidardan daha fazla uzaklaşmaya mahkum etmektedir. Yine yakın geçmişe bakalım, CHP ve Ordu’nun istediği hiçbir siyasi sonuç oluşmamış, karşıt oldukları ne varsa gelişmiştir. Artık her ikisi de meşruiyet kaynağı değildir. Kendilerinin olmadığı bir fotoğraf, bir karar, bir toplantı ve nihayet bir resepsiyon da gayrı meşru değildir.
Şartlar değişmiştir ve denklem “CHP+Ordu=Marjinallaşme” şeklinde değişmiştir. Protestoları artık sadece kendilerine zarar veren, toplumda bırakın endişe yaratmayı merak dahi uyandırmayan anlamsız bir hamleden ibarettir.
CHP, askerin hevesine aldırmayıp başörtüsüyle bir arada yaşamayı, başörtüsü gerçeğini tabanına anlatmanın bir yolunu bulmalıdır. Umarız geç de kalınmamıştır.