21 Şubat 2011 Pazartesi

‘Güney Kore, generalleri 1993’te yargıladı’ / Fikri Türkel

Prof. Dr. Jeong Won Nah Güney Koreli bir siyaset felsefecisi. Geçen hafta Türkiye’deydi. “Güney Kore’nin Kalkınma Modeli” adıyla PASİAD’da bir konferans verdi. Güney Kore ile Türkiye’nin ekonomisindeki gelişmeler paralellik gösteriyor. İkisi de G20 grubu içinde ve bölgelerinde belirleyici durumdalar.

Nah, ülkesini seviyor ve hâlâ sosyo-politik gelişmesi için çalışmalar yapıyor. Türkiye’ye ilgisi iki üç yıl önce başlamış. Bu ilgi, Amerika ve Uzakdoğu’da kültürel etkinliklerde bulunan Rumi Forum’la başlamış. Mevlana Celaleddini Rumi adına oluşturulan forumla birlikte ilgi Türkiye’ye yönelmiş. Önce Mevlana sonra Fethullah Gülen üzerine okumalar yapmış ve araştırmalarda bulunmak istiyor.

“Bu engin kişileri ve değerleri ortaya çıkaran toprakları görmek için Türkiye’ye geldim” diyor. Bu ziyaret içinde de Pasifik ülkelerinde sosyal faaliyetlerde bulunan PASİAD da kendisini konuşmacı olarak davet etmiş.

Aslında Güney Kore’yi anlamak için tarihî sürecine bir bakmak gerekiyor. Kökü Milat’tan önce iki binli yıllara kadar giden Güney Kore’nin kuruluşu 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1948’e dayanır. 1987 yılına kadar despot yönetimler altında idare olunur. BM’ye 1987’de pek çok uluslararası örgüte katılımı ise 1990’lı yıllarda gerçekleşti.

Nah’a göre, Güney Kore’yi konuşurken üç kavramı gözönünde bulundurmak gerekiyor: Demokratikleşme mücadelesi, iki Kore’nin birleşmesi ve dünya devleri (Çin, Japonya, Rusya) arasında rekabet mücadelesi.

Jeong Won Nah’ın eğitim ve kültür temelleri olmadan demokrasinin olmayacağına işaret ediyor. Dünyada diktatörlerin çok azının iyi olduğunu ve bu şansın da Güney Kore’ye nasip olduğunu söylüyor. “Darbeci generaller bizde ekonomik olarak iyi iş yaptı” diyen Nah, 1987 öncesi diktatör yöneticilerin kendi konumunu korumak için ekonomik kalkınma hamlesi başlattığını ve ailelerin de her şeylerini harcayarak çocuklarının eğitimine çaba gösterdiğini vurguluyor. Nah, Güney Kore’nin bugünkü demokratik ortamın oluşmasındaki iki önemli etkeni böyle özetliyor.

Ekonominin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için Nah, şu örneği veriyor: “İhracatı bir strateji olarak benimseyen yönetimler kadınlara saçlarını uzatmalarını söyledi. Daha sonra bu saçlar kesilip, doğal peruk olarak ihraç edildi. Daha komik olanı şuydu: Yol kenarlarına tuvalet ve pisuarlar yapıldı. Burada biriken üreler toplanıp kimyasal olarak ihraç edildi.”

Güney Kore bu zihniyet ile herşeyini ihracata seferber ederek ekonomik başarı modeli oldu. Bu modelde diktatörce seçilmiş bazı aileler, dev holdingler kurdular ve dünyaya markaları kurdular. Bu büyük holdingler tırnak makası da helikopter de üretiyorlardı.

Bunlar için iki motive edici unsurun da kullanılmış: Kuzey Kore ve Japonya. 1960 yılına kadar Kuzey Kore daha gelişmiş bir ülkeydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Japonya’nın işgali ve 1950’de ise Kuzey’in işgali hâlâ unutulmuş görünmüyor. Bu iki ülke sürekli Güney Kore’nin gelişmesinde motive edici unsur olarak kullanılmış.

“Diktatörleri devirmek kolay ama yerine sağlam temelli demokrasi yerleştirmek zor” diyen Güney Koreli profesör, bunun için aydın dimağlar gerektiğini söylüyor. Kendilerinin demokrasi mücadelesinin 35 yıl sürdüğünü hatırlatan Nah, son günlerde Ortadoğu’daki gelişmeler için ümitli olmadığını ifade ediyor.

Güney Kore, darbe yapan generalleri 1993 yılında yargıladı diyen Nah, demokrasinin hâlâ istenilen seviyede olmadığını vurgu yapıyor. Küresel hareketler, uluslararası örgütler, yabancı sermayenin gelişi ile yabancı şirketlerin talepleri, ucuz işgücü, ekonomik kalkınmanın ve sendikal örgütlerin demokratik gelişmeler üzerinde farklı etkileri olduğunu düşünüyor. Saydığımız bütün bu gelişmelerin çoğu kere demokratik gelişmeleri yavaşlatması da sözkonusu olabileceğini söylüyor.

Mesela, kimse yabancı sermayenin gelip para kazanıp çekip gitmesini istemez. Böyle bir durumda anti-liberal akımlar kendini gösteriyor. Diğer taraftan sendikalar ucuz işgücüne tepki gösteriyor. Kapalı ekonomiyi savunan muhalefet de demokratik ortamda söz sahibi olmak istiyor.

Uzlaşmanın zorunluluğuna dikkat çeken Nah, “Eleştiren, niye eleştirdiğini bilen ve çözüm üreten yönetimler ve muhalefetler olmalı” diyor.

Ancak gerek Kore için gerekse diğer ülkeler için bir siyaset felsefecisi olarak şunu vurgulamaktan da vazgeçmiyor: “Serbest piyasayı öğrenmiş bir kişinin kapalı rejimlere bir daha dönmez.”

Kuzey ve Güney’in ayrılmasından sonra iki nesil geçtiğini de söyleyen Nah, yeni neslin gündeminde böyle bir duygu olmadığını düşünüyor.
Ayrıca Güney Kore’nin başkaları için bir model değil, sadece ders alınması gereken bir örnek olabileceğine inanıyor.