Bundan tam 14 yıl önce, kendi deyimleriyle “Topyekûn savaş”a girdikleri yıllardı. Basının silah gibi kullanıldığı, kalemlerin “namlularıyla” toplumun üzerine çevrildiği günlerdi. Gazetecilik her zamankinden çok farklı amaçlar için kullanılmaya, alınan “emirlerle” toplum dizayn edilmeye girişilmişti. Bu dönem siyasi tarihimize “post-modern darbe” olarak geçti. 28 Şubat 1997 günü Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararlarla, Türkiye “dönülmez bir yola girmişti”. Meşru hükümet, psikolojik savaş teknikleriyle alaşağı edilecekti. Bu dönemin tek bir kuralı vardı. Hak ve özgürlükler ayaklar altına alınacak, statüko kaybettiği mevzileri tekrar kazanacak, “Cumhuriyet’in bekası” için “zinde kuvvetler”, “topyekun olarak” göreve çağrılacaktı. İftira, yalan, kumpas, akla gelecek her tür hukuksuzluğun serbest olduğu bu dönemde, “sonuca gitmek için her yol mubah olarak” kabul ediliyordu. “Alçakları tanıyalım” başlıklarıyla, 30 yıllık arkadaşlar gazete sayfalarından alçakça satılıyordu. Ortada bir pazar kurulmuş, mesleki namuslar tezgâhlarda satılır olmuştu. Siyasetçisinden gazetecisine, yargısından sendikasına hemen hemen tüm mesleklerden insanları tezgâhlarda görmek mümkündü. Üzerlerindeki elbiseler, kullandıkları dil, dünya görüşleri neredeyse aynı olan bu insanların, tek farkları ise etiketleriydi. Pahalısından ucuzuna her keseye uygun “namus” bulmak mümkündü. En hüzünlü olanı ise korkudan bedavaya gidenleriydi. Dönem korkakların ve namussuzların cirit attığı, kol gezdiği bir dönemdi. Demokrasi ve insan hakları rafa kaldırılmış, dört yıldızlıların “bin yıl sürecek” emri gereği, hazır kıta tam tekmil cephedeki yerlerini almıştı. Emir komuta zinciri de bu süreçteki hukuksuzluktan nasibini aldı. Çevik Bir Genelkurmay Başkanı, İsmail Hakkı Karadayı onun yaveri olmuştu. Baş, ayak yer değiştirmiş, emireri rolünü dönemin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel almıştı. Çavuşların hemen yanında ise hazır kıta genel yayın yönetmenleri, Ankara temsilcileri “emredersiniz komutanım” diye yüksek sesle tekmil veriyordu. Topyekûn savaşta “düşmana” karşı brifingler başlatılmış, salonlar “hınca hınç” dolmaya başlamıştı. Yargısından medyasına, siyasetçisinden, “sivil toplum” örgütlerine, katılımcılar “tek yürek” olarak emirleri “ayakta alkışlamış.”, “Türkiye sizinle gurur duyuyor” sesleri Karargâh’ın koridorlarında yankılanmıştı. Brifinglerde, katılımcılara mendil servisi yapılmış, “Cumhuriyet’i koruma ve kollama” için “topyekûn gözyaşı” dökülmüştü. Bugün yeraltından çıkan onlarca silaha, bombaya, mühimmata inanmayıp, LAW’lara “boru” diyenleri ayakta alkışlayan, “bunlarla mı darbe yapılacak” diyenler, o günlerde nedense “tahta silahlarla rejimin değiştirileceğine”, irticanın “sivil darbe yapacağına” inanmıştı. “Pompalı silahlarının” Türkiye envanteri çıkarılarak, “Refah Partisi’nin bu silahlara ilgi duyduğu” haberleri, post-modern çağda, psikolojik savaş tekniği olarak kullanılacaktı. Bununla da yetinilmeyecek, “Ürperten yemin” başlıklarıyla, “Din devleti kuruluncaya kadar savaşacaklar” haberleri gazete ve televizyonları kaplayacaktı. Yemimin tamamen uydurma, yalan olduğunu 30 yıl önce yine kendi gazetelerinde boy boy haber yapmalarına rağmen. Cuntanın ajandası Bunun gibi “binlerce” psikolojik savaş tekniğinin kullanıldığı o dönemde, bugünlerde ismi sıkça kamuoyunun gündemine gelen bir gazeteci Çevik Bir ekibinin bir ajandasını ele geçirmişti. Ajandada cuntanın üst düzey kadrolarının isimleri, kullanılan psikolojik savaş teknik ve yöntemleri ile sürecin yüzlerce ayrıntısının yer aldığı bilgiler vardı. İsrailci-NATO’cu kanat planlarının bir kısmını ajandaya not etmişti. Gazeteci o günlerde bu ajandayı yayımlatmak için çalmadık kapı bırakmadı. Kendi çalıştığı kurum dâhil, kimse cesaret edip bunu yazamadı. Hazır kıtanın yazmayacağını bildiği için de onlarla temas bile kurmadı. Ajandayı askeriyeden tanıdığı Çevik Bir karşıtı bir isme verdi. Ajanda oradan da bir Çevik Bir ve bağlantılarıyla ilgili kuşkuları bulanan bir orgenerale ulaştırıldı. Ordudaki ve 28 Şubatçılar arasındaki ayrışma da böylece başlamış oldu. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’na Kıbrıs’ta yapılan suikast girişimi ise safları belirginleştirdi. Kıvrıkoğlu’nun Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte tasfiye edilen NATO’cuların bir bölümünün isminin ajandada olması ise sadece bir tesadüf olarak kayıtlara geçti. Kitaplık Bugün size yeni çıkan iki kitaptan bahsedeceğim. Kitaplardan biri gazeteci Nuraydın Arıkan’a ait. 1996-2000 yılları arasında Uğur Dündar’ın Arena programında çalışan Arıkan’ın 28 Şubat Sürecinde Medya isimli kitabı, Uğur Dündar ve Arena programının 28 Şubat sürecindeki rolünü gözler önüne seriyor. Akademik bir çalışmanın daha sonra kitap haline getirildiği eser, Okur Kitaplığı’ndan çıktı. İkinci kitap ise Nesil Yayınları’ndan çıktı. Emekli Askerî Hâkim Yusuf Çağlay’ın içerden gözlemleriyle kaleme aldığı Orduda ve Yargıda Darbeci Kuşatma adlı kitap, darbeci zihniyetin kodlarını keşfetmemize yardımcı oluyor. |
Harbiye, askerlik, askeriye, savunma ile ilgili tüm gelişmeler, eleştiriler, asker-siyaset ilişkisi, askeri operasyonlar, gibi ve benzeri haberler, köşe yazıları, dosyalar buradan aktarılmaya çalışılacak.