28 Şubat 2011 Pazartesi

TSK’da eğitim şart! / Ayhan Aktar


Geçtiğimiz günlerde önce internete düşen görüntüler yeni bir rezaleti ortaya çıkardı. 2006 yılında Şırnak’taki Seslice Taburu’nda görev yapan Yüzbaşı Metin Gürcan, askerlerinin eline verdiği hedef tahtasına ateş ediyordu. Yaptığı cambazlıkla erlerin hayatını tehlikeye atan Yüzbaşı Gürcan’a şehit yakınlarından gelen tepkiler büyük oldu. Gazete haberi şöyle:
“Hedef tahtasının etrafına askerleri dizerek önce karşıdan atış yapan yüzbaşının, ‘Komutanım yapmayın’ uyarılarına rağmen arkasını dönüp bacak arasından atış yapmasının akıl ve mantıkla izah edilemeyeceğini vurgulayan Şehit Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Malatya Şubesi Başkanı Ömer Terkin, ‘O komutanın, önce akıl sağlığının kontrol edilmesi gerekir’ dedi... Şehit ailesi ve dernekleri ordunun bu tür asker ve komutanlardan bir an önce arındırılması gerektiğine dikkat çekti (Zaman, 17 Şubat 2011).
Geçen hafta, Yüzbaşı Metin Gürcan’ın olayı açıklayan bir mektubu yayımlandı. Yüzbaşı Gürcan, 15 Ağustos 2006’da taburunun PKK baskınına uğradığını ve “yaşanan can pazarı sonrası iki şehit ve beş yaralı verdiğini” mektubunda anlatıyor. Bu üzücü olaydan sonra askerlerin moralinin bozulduğunu belirten Yüzbaşı, “Er/erbaş ile rütbeli arasında yaşanan bu güven bunalımında, başta atışta ve eğitimde mevcut yanlış uygulamalar ve eksiklikler ile ilgili Tugay Komutanlığı’nda ciddi bir değerlendirme yapıldığını” anlatıyor. Kendisi önceden Özel Kuvvetler’de görev yaptığı için, eğitim ve moralin yükseltilmesi ile ilgili “beklentilerin” kendisine döndüğünü ifade ediyor. Sözü, Yüzbaşı Gürcan’a bırakalım:
“Biz de bu görevi Evelallah dedik ve sahiplendik. Çünkü o Mehmetçikle iki yıl o dağlarda biz gezecektik. Ancak bu moralle gezmelerin sonuçları çok kötü olabilirdi... Sonuçta benim ... öncülüğümde bir eğitim seferberliği başlattık. Başta er/erbaş ayırmadan kendi bölük personelim, sonra diğer bölüklerin lider personeli ve hatta tugayımızın lider personelini içeren 24 saat esaslı ve sıkı bir eğitim seferberliği başlattık. Sonuçlar gerçekten çok olumlu oldu. Beklediğimden bile fazla şekilde, Kahraman Mehmetçik bu süreci sahiplendi ... Bazıları için ‘yanlış’, ‘hatalı’, ‘aşırı riskli’, ‘aptalca’, ‘psikopatça’, ‘egosunu tatmin eder şekilde’ olan bu güven atışları [!] da bu eğitim seferberliği sonucunda ... bir nevi mezuniyet [töreninde] yaşanmıştır ... Bu atıştaki murâdım ‘ego tatmini’, ‘şövalyelik’, ‘artistlik’ değil ... bölüğümün bana ölümüne teslim olması yani ruhunu teslim etmesidir. Ve sonrasında yaşanan iki yıllık safahatımda, bölüğüm bana ruhunu teslim etmiştir” (Hürriyet, 24 şubat).
Yüzbaşı Metin Gürcan’ın mektubunun samimi olduğunu düşünüyorum. Fakat mektupta takıldığım bazı noktaları dile getirmek istiyorum.

1.
 Modern çağda orduların saat gibi çalışması beklenir. Her kademedeki birliklerin belli tehditlere nasıl cevap vereceği, çıkan sorunlarla nasıl baş edeceği kurallara bağlanmıştır. Modern ordular, kahramanlığın ve cengâverliğin sınırlı olduğu; bunun yerine birliklerin kurallara tabi hareketlerinin koordine edildiği kurumlardır.


2.
 Askerlik yapan herkes bilir ki, orduda sorunlar “kafana göre takıl” metodu ile değil; talimnâmeler ışığında çözülür. Örneğin, Piyade Talimnâme’sinde baskına uğramamak için alınacak tedbirler anlatılmıştır. Dolayısıyla, herkes kitaba uygun davranırsa, baskınlar da önlenebilir.


3.
 Ordu faaliyetlerinin kurallara bağlanmış olması, komuta kademesinden gelen emirlerin her seviyede ve aynı netlik içinde anlaşılmasını sağlamak içindir. Amaç, bireysel yorumları minimuma indirmek ve tehdit karşısında aynı reaksiyonu vermektir. Türkiye 1952 yılında NATO’ya üye olduktan sonra, bu kuralların bağlayıcılığı daha da artmış ve İttihatçı komitacılık tasfiye edilmiştir. TSK mensupları,Kurtlar Vâdisi’nin mafya bozuntusu Polat Alemdar’ını örnek almamalıdır.

Yüzbaşı Gürcan’ın mektubunu okuduğumuz zaman, onun emri altında bulunanlardan istediği şeyin kurallara uymak değil, bölüğün kendisine “ölümüne teslim olması yani ruhunu teslim etmesi” olduğunu anlıyoruz. Yüzbaşı Gürcan, kuralları içselleştirmiş olan askerlerin ve birliklerin koordinasyon içinde hareketini değil, askerlerin komutana ölümüne itaatini istemektedir.
Yüzbaşı Gürcan, mektubunun sonunda kendi döneminde, kendi bölüğünde ölen veya yaralanan olmadığını övünerek anlatıyor. Benim, kendisine basit bir sorum var: Girdikleri çatışmaların birinde, seken bir kurşunla kendisi ölseydi, acaba arkada kalan askerler o çatışmadan sağlam çıkabilir miydı? Yoksa “başsız” kalıp imha mı olurlardı? Benim görebildiğim kadarıyla, Yüzbaşı Gürcan kendisini ilahlaştırarak, o bölüğün savaş gücünün sürekliliğini azaltmıştır.


Son olarak şunları söylemek istiyorum. Kuralları, ellerimizi bağlayan kelepçeler ve talimnâmeleri de kırtasiyecilik olarak gören yönetim anlayışı, her zaman TSK’nın siyaset ve toplum üzerindeki vesayetini güçlendirmeyi hedefler. Emrindeki erlerin kendisine “ölümüne teslim olmasını” isteyen bir yüzbaşı, zamanı geldiğinde kendisi de bir generale ölümüne teslim olacaktır. Sırf bu nedenle, o generalin vereceği, kitabına uygun olmayan emirleri de hiç sorgulamadan yerine getirecektir. Örneğin, Balyoz Darbe Planı’nı okuduğumuzda, Fatih’teki dinî cemaatlere karşı uygulanması düşünülen provokasyonun anlatıldığı bölüm hepimizin kanını dondurdu. Anlaşılan, Fatih’te keşif görevi yapan subaylar gözlerini kapamış, vazifelerini “hiç sorgulamadan” yapmışlardı. Hâlbuki, hiçbir askerî talimnâmede “kendi vatandaşına tuzak kurma” gibi bir başlık bulacağınızı sanmıyorum.
Askerin siyasete müdahalesi sürecinde, ilk olarak askerliğin kendisi kurban edilir. Ordular, savaş yeteneklerini kısa zamanda kaybederler. Galiba, ordunun rejim üzerindeki vesayetini kaldırırken, eğitim sistemini ve kurum kültürünü de dönüştürmek gerekiyor. Evet, Cem Yılmaz’ın sahte cips üreten girişimciyi oynadığı reklamda dediği gibi, “eğitim şart!”