28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan ve irticaya karşı olduğu iddia edilen, ordu ve bürokrasi merkezli sürecin üzerinden 14 yıl geçti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun "Bin yıl sürecek" dediği 28 Şubat 'postmodern darbesi' Türkiye'de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda birçok değişime neden oldu. Süreçte, farklı görüşleriyle ön plana çıkan gazeteciler de hedef haline geldi. Hazırlanan andıçlarda bazıları PKK ile işbirliği yapmakla, bazıları da irticaya destek vermekle suçlandı. Hedef tahtasına oturtulan gazeteciler işlerinden, köşelerinden oldu ama yıllar geçtikçe hepsi bir bir Türkiye'nin önemli yazarları olarak medya sahnesine geri döndü. Bugün işte o gazetecilerden beşinin hikayelerini okuyacaksınız. 28 Şubat sürecinde ne ile suçlandılar, neler yaşadılar, kimlerin tehditlerine maruz kaldılar, neler hissettiler? İşte yaşayanların ağzından 'Medyanın 28 Şubatı':
Sabah Gazetesi Yazarı NAZLI ILICAK:
"OĞLUM VE BEN İŞSİZ KALDIK"
28 Şubat sürecinde oğlum Mehmet Ali Ilıcak'ın çıkardığı Akşam Gazetesi'nde çalışıyordum. Fakat sonra Akşam'ın dağıtımı durduruldu ve bu gazete Mehmet Emin Karamehmet'e devredildi. Ben o dönem 28 Şubat kararları ve askerin siyasete müdahalesi karşısında yazılar yazıyordum. Mesela Teoman Koman'ı, Veli Küçük'le ilgili gerçekten çok eleştirel yazılar yazıyordum. Bana önce haber geldi, 'Askerin aleyhine yazı yazmasın' diye. Ama ben yazılarıma devam ettim. Sonra bir gün Akşam Gazetesi yönetiminden beni aradılar ve 'Sizinle görüşmek istiyoruz' dediler. Ben hemen Mehmet Ali'yi aradım ve 'Odama gelmek istiyorlar, bir şey mi var' diye sordum. O da 'Bana senin işine son vermem gerektiğini söylediler' dedi. Mehmet Ali onlara 'Ben böyle bir şeyi yapamam. Bunun gerekçesi ne?' diye soruyor, onlar ise gerekçeye gerek olmadığını söylüyorlar. Bunun üzerine ben yönetime telefon ettim ve 'Gelmenize gerek yok, ben anladım' dedim. Ben gazeteden ayrılırken Mehmet Ali Ilıcak, beni öven bir yazı yazmak istedi. Fakat gazete yönetimi bu yazıyı koymak istemedi. Aralarında bir münakaşa oldu ve Mehmet Ali bastırarak bu yazıyı yayınladı. Ertesi gün Mehmet Emin Karamehmet kendisini ziyarete geliyor ve 'Senin işine son vermek zorundayız' diyor. Ve benim arkamdan oğlumu da işten çıkardılar, ikimiz de işsiz kaldık.
"OĞLUMU KORUMASI İÇİN CEZAEVİNDE BİR 'BABA' İLE ANLAŞTIM"
Ben olayın nasıl olduğunu sonradan öğrendim. Erol Özkasnak, Mehmet Emin Karamehmet'i Ankara'ya çağırıyor ve kendisini ayakta bekletiyor. Bir yandan da telefonda Teoman Koman ile konuşuyor. 'Karaahmet mi Karamehmet mi onu çağırdım geldi. Ve şu an tebliğ ettiriyorum kendisine paşam, merak etmeyin' diyor. Ve sonra benim çıkarılmam için tebligatı Erol Özkasnak yapıyor Karamehmet'e. Düşünün, ana-oğul bu şekilde gazeteden çıkarıldık. Olaylar bununla bitmedi. TRT ile olan bandrol meselesi yüzünden oğlumla ilgili haber ve yazı kampanyası başlatıldı. TRT Genel Müdürü dolandırıcılık suçlamasıyla dava açtı Mehmet Ali hakkında ve Mehmet Ali ile gazete yönetimindeki Emin Şirin ve Can Askın gözaltına alınarak tutuklandı. Biz neden dolayı tutuklandıklarını bile bilmiyorduk. 3-5 gün Sağmalcılar Cezaevi'nde kaldılar. İlk olarak bunları karantinaya alıyorlar. Bize 'Oğlunuza yönelik suikast tertiplenebilir cezaevinde' şeklinde bilgi geldi. Ve ben bunun üzerine çok korktum, büyük heyecan yaşadım. Bu cezaevinde 'baba' denilen insanlar vardı ve bazı insanları koruma altına alıyorlardı. Ben de bir 'baba' ile bir şekilde irtibat kurup Mehmet Ali'yi koğuşa aldırdım. Davanın sonunda hepsi beraat etti ama Mehmet Ali yurtdışına gitmek zoruında kaldı ve bu dava üzerinde bir leke olarak kaldı. O dönem Hürriyet Gazetesi'nden Emin Çölaşan hergün bu konuyu yazdı. Bu olay da 28 Şubat'ın bir ürünüdür.
"MEDYA ÇOK KÖTÜ BİR SINAV VERDİ"
Medya 28 Şubat sürecinde çok kötü bir sınav verdi. Bir avuç gazeteci 28 Şubat'a direndi. Biz Yeni Şafak'a sığınmıştık. Mehmet Barlas atıldı oraya sığındı, Cengiz Çandar oraya sığındı, Fehmi Koru gelmişti... Bugün OdaTV baskınına benzer şekilde Yeni Şafak basıldı, kasalarına girildi. Yeni Şafak çok zulüm gördü ve kimse sahip çıkmadı bize. En ufak bir şey yazınca bizim hakkımızda çok yüklü tazminat davaları açılıyordu. Gazetenin bunu karşılayacak gücü yoktu ki. Fazilet Partisi'nin kapatılıp milletvekilliğimin düştüğü günün ertesi günü Hürriyet ve Sabah beni manşete taşıdı. Koskoca parti kapatılmış, onlar manşete "Milletvekilliği düşen Nazlı Ilıcak 60 yılla yargılanacak" yazdılar. Ve ben bu davaların hepsinden beraat ettim. Tamamen düşünce suçundan açılan davalar olmasına rağmen o gazeteler o manşetleri attılar. Bu bakımdan bence 28 Şubat'ta Türk basını çok kötü bir sınav vermiştir.
28 Şubat neden bin yıl sürmedi?
"ERGENEKON'A GÜVENDİLER AMA OLMADI"
Bunu söylerken onlar Ergenekon yapılanmasına güveniyorlardı. Refah-Yol hükümetini devirdikleri gibi sivrilen bütün hükümetleri bu yapılanmayı kullanarak devirebileceklerini düşünüyorlardı. Ama ne oldu? Bir kere AK Parti çok güçlü olarak parlamentoya geldi. İstikrarlı bir yönetim kurdu. Hilmi Özkök Paşa'nın çok olumlu katkıları oldu. Ergenekon deşilmeye başladı ve yargılanmalar oldu. Ve bu mekanizma bunların elinden alındı. Halk çok fazla destek verdi AK Parti'ye. Asker de çekinir oldu ve 28 Şubat bin yıl süremedi. Ordu içinde de darbe planlarına karşı çıkan bir kesim oluştu ve oyunlarını bozdu.
Star Gazetesi Başyazarı MEHMET ALTAN:
"CUNTANIN BAŞI ÇEVİK BİR'Dİ"
Askerler benim o dönemde çalıştığım gazetenin yönetimine muazzam bir baskı yaptılar. Bu abaskılar neticesinde yazılarım haftada dörtten bire indi. Dönemin koşulları nedeniyle gazetelerde otosansür de vardı. Bazen yazılarım yayınlanmıyordu. Sabah Gazetesi'nin en az para alan yazarı bendim. Askerlerle öğretmenlerin maaşlarını kıyaslayıp 'Bilgi toplumu olacaksak öğretmenlerin maaşlarını arttıralım' diye bir yazı yazdım. O sırada Genelkurmay Genel Sekreteri olan adam patronumu aradı ve benim yazılarım üç gün kesildi. Orada aynı kişi patronuma 'Onun makatına süngü takıp gezdiririm' gibi ağır bir söz de kullanmış. Bir Güneydoğu gezisinde Siirt Orduevi'nde Özkasnak ile aramızda bana yönelik kullandığı bu küfür ve tehditle ilgili kısa süreli bir tartışma yaşadım. Bana 'Ben hiçbir zaman öyle bir ifade kullanmadım' dedi. Nihayetinde biz davetliydik ve orduevindeydik. Bu yüzden çok da ileri gidemedim. Bana bu yazıdan sonra ayrıca binlerce tehdit mektubu da geldi. Çünkü Türkiye'de askeri bürokrasinin en tahammülsüz olduğu şey maaş kıyaslamasıdır. Ayrıca benim sonradan Hasan Cemal'in Kürtler kitabındaki notlarından öğrendiğim bir olay daha olmuş. Çevik Bir, Dinç Bilgin ile yemek yiyip beni gazeteden atmasını istemiş. Şu an ortadan kaybolmuş, gökte tutup yerde yiyen, kendilerini dünyanın en kuvvetli ve kudretlisi gören bir sürü darbecinin daha önce gördüğüm, babama da yaptıkları baskılarının mağduru oldum ben. O dönem Genelkurmay Başkanı pek ortalarda yoktu. Cuntanın başı Çevik Bir'di. Ve onun da yardımcısı Genelkurmay Genel Sekreteri'ydi. Bunlar sabah akşam bizlerle uğraşırlardı.
"ONLARDAN KORKMADIM. BURANIN SAHİBİ BENİM"
Ben onlardan hiçbir zaman korkmadım. Çünkü buranın sahibi benim, bizleriz; asker değil. Buranın sahibi olarak hisseden bir insan, emekli olacak bir bürokrattan neden korksun... Benim büyük dedem İsmet Paşa'nın hocasıdır. Büyük dedem Hasan Paşa bütün topçu okullarının başında ve Çanakkale Savaşı'ndaki bütün topçu birliklerini yöneten adamdı.
"MEDYA KORKAKTIR, ÖDÜ PATLAR"
Medya 28 Şubat'ta çok kötü bir sınav verdi. Medya korkaktır, ödü patlar. Demokrasinin gereğini, mesleğin gereğini yapacağı yerde gücün isteğine tapar. Medya ile TSK 28 Şubat'ta işbirliği yaptı. Ben medya patronuysam neden bir patrona daha tahammül edeyim. Asker patronları neden kabul eder ki medya patronları.
28 Şubat neden bin yıl sürmedi
"KENDİ GEMİSİNİ BATIRAN ORDUNUN TAHMİNLERİ ZATEN DOĞRU ÇIKMAZ"
ABD'nin Irak işgali sırasında uyguladığı anlamayan birinin çağın gelişimini anlamasına imkan var mı? Kendi gemisini batıran bir ordumuz var. Askerlerin ben hiçbir zaman kendi mesleğiyle ilgili konuştuklarını duymadım. Kendi mesleğinde başarılı olamayan adamın başka konulardaki tahminlerinin doğru çıkması beklenemez.
Kanal D Haber Genel Yayın Yönetmeni ve Posta Gazetesi Yazarı MEHMET ALİ BİRAND:
"YOK EDİLMEK İSTENDİM"
Nazlı Ilıcak andıçı köşesinde ilk yayınladığında buna uzun bir süre inanmadım. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir yalanı yazılı olarak belgeye sokabileceğini aklım almadı. Ancak hiçbir yalanlama gelmeyince kendimi muazzam yalnız buldum. Herkes etrafımdan kaçtı, birkaç kişi hariç. Devletin ne kadar gaddar ve acımasız olduğunu orada hissettim. Herkes sizden kaçıyor. Doğru mu değil mi diye kimse sormuyor. Hayatımın en güç dönemiydi. Sabah Gazetesi'nden kovuldum, Show TV'den 32. Gün'ün kaldırılması için Özkasnak Paşa Erol Aksoy'u arayıp tehdit etti ve o da yayından kaldırıldı. Yok edilmek istendim ben. Çünkü devletin ve askerin resmi Kürt politikasıyla ben uyuşmuyordum, onun aleyhindeydim ve onlara göre yanlış düşünüyordum. Ama bugün benim haklı olduğum, onların haksız olduğu ortaya çıktı.
"OĞLUM 'BABA SEN PKK'DAN PARA MI ALIYORSUN?' DİYE SORUNCA YIKILDIM"
Eskişehir'de bir şehit cenazesinde muvazzaf bir subay benim ve Cengiz Çandar'ın ismimizi kullanarak 'Bu hainler ortadan kaldırılmalıdır' dedi. Ben de bunun üzerine Genelkurmay Başkanı'na bir fax mesajı gönderdim. Dedim ki; 'Sizin emrinizdeki bir subay burada benim hayatımı tehdit ediyor. Ya bu lafını geri alsın ya da siz bunun böyle olmadığını açıklayın'. Onun üzerine Erol Özkasnak Paşa beni aradı ve hiç unutmam 'Siz kim oluyorsunuz da benim genelkurmay başkanıma fax çekme cüretini gösteriyorsunuz' dedi. Ben de ona 'Siz kim oluyorsunuz da bana bunu söyleyebiliyorsunuz' diye karşılık verdim ve telefonu kapatıp duvara vurarak kırdım. Benim oğlum Koç Lisesi'nde okuyordu ve bir gün akşam gelip bana 'Baba sen PKK'dan para alıp yazı yazıyormuşsun, doğru mu' diye sordu. Bu benim için yeteri kadar yaralayıcı ve kırıcı bir olaydır. Bundan daha büyük bir ceza olabilir mi?
"TÜRK MEDYASI ÇIRILÇIPLAK YAKALANDI"
Medya 28 Şubat'ta sınıfta kalmanın da ötesinde, birkaç yazar hariç yüz karası bir performans göstermiştir. Kendi çıkarları için bütün ilkelerini nasıl kolaylıkla satabileceğini göstermiştir. 28 Şubat Türk medyasını çırılçıplak yakalamıştır.
28 Şubat neden bin yıl sürmedi?
"28 ŞUBAT'TA ASKERE BALANS AYARI YAPILDI"
Bırakın bin yılı 10 yıl bile sürmedi. Çünkü gayri insaniydi, anti demokratikti, toplumun genelinin beklentilerini karşılamayan kişisel bir vandetaydi. 28 Şubat Türk demokrasisine Çevik Bir'in dediği gibi gerçekten balans ayarı yapmıştır. Ama askerin istediği bir balans ayarı olmadı, askere balans ayarı yaptı. Bumerang gibi askere döndü bu süreç
Sabah Gazetesi Başyazarı MEHMET BARLAS:
"ANKARA'DAN GELEN TALİMATLARLA SUSTURULDUM"
28 Şubat'ta bana soyadı kırımı yapıldı. Eşim Canan Barlas ve ben aynı anda susturulduk. Sadece yazılarımın kesilmesiyle kalmadı, televizyonda da susturuldum. Ankara'dan gelen talimatlarla susturuldum. Çünkü süreçle ilgili yazılarım ve yorumlarım hoşlarına gitmedi. Ben de bunun üzerine Yeni Şafak'ta yazılarımı yazmaya devam ettim. 3 yıl Yeni Şafak'ta yazdım. İş hayatımız olumsuz etkilense de bizim ailemiz sağlam bir ailedir. Aileyi biz iç kale olarak görüyoruz ve dışarıdaki aptallıkları ailemize yansıtmıyoruz.
"YÜZ KARASI OLARAK TÜRK BASIN TARİHİNE GEÇECEKLER"
28 Şubat'ta merkez medya denilen iki büyük grup, Ankara'dan gelen talimatlarla ortak manşetler attılar, beğenmediklerini susturdular. Bir kartel oluşturarak rekabeti önlediler. Bu bahsettiğim gruplar yüz karası olarak Türk basın tarihine geçecekler.
28 Şubat neden bin yıl sürmedi?
"APTAL BİR REJİMİN BİN YIL SÜRECEĞİNİ SANDILAR"
Çağın gerisinde kalmış, özgürlükleri bastıran, demokrasiye düşman bir rejimin bu çağda bin yıl sürmesi mümkün mü? Osmanlı İmparatorluğu bile 600 yıl sürdü, bunlar aptal bir rejimin bin yıl süreceğini sandılar.
Star Gazetesi Yazarı Prof. MAHİR KAYNAK:
"ÇEVİK BİR BANA 'SENİN ADINI BİZ DEĞİL MEDYA YAZDI' DEDİ"
28 Şubat sürecinde Aktüel Dergisi'nde köşe yazarlığı yapıyordum. Aktüel'in yöneticilerinden Mehmet Demirel bir gün beni çağırdı ve 'Askerler senin yazı yazmanı istemiyorlar' dedi ve ben dergiden uzaklaştırıldım. Bunu kimin istediğini söylemedi ama ben olaydan bir yıl sonra Çevik Bir ile görüştüm ve 'Paşam bana bunu neden yaptınız?' diye sordum. Çevik Bir, 'Senin adın bizim listemizde yoktu, adın medyada eklendi' dedi. Ben bunların kimler olduğunu, hangi güç örgütü olduğunu biliyorum ama söylemek istemiyorum. Çünkü ben yalnız bir adamım. Onlarla uğraşamam. Şemdin Sakık'ın sözde ifadeleri yüzünden ben andıçlandım. DGM'ye gittiğimizde savcı bana Sakık'ın ifadesini gösterdi. Şemdin Sakık diyor ki; 'Mahir Kaynak devletin içimize soktuğu bir ajandır'. Bu resmi bir belge. Belge bu olmasına rağmen benim için 'PKK'dan para aldılar' diyorlar. Bu operasyonu da beni etkisiz kılmak için yaptılar. Çünkü benim Kürtler arasında iyi bir imajım vardı.
"İKİ İSTİHBARATÇI BANA GELİP 'HOCAM SENİ ÖLDÜRECEKLER' DEDİ"
Bu olayları yaşadıktan sonra en yakın arkadaşlarım da dahil bütün çevrem beni terketti. Yapayalnız kaldım. O süreçte 2 istihbaratçı bana geldiler ve 'Hocam sizi öldürecekler ama biz buna razı değiliz, sizi yurtdışına kaçıralım' dediler. 'Benim pasaportum bile yok' dedim, 'Biz size pasaport hazırladık bile' dediler. Bir gün sonra haberleri izliyorum 'Mahir Kaynak Berlin'de görüldü' diye yazı gördüm. Ben bunun bir operasyon olduğunu anladım ve kabul etmedim kaçmayı. Ya beni yolda yok edeceklerdi ya da yakalatıp, 'Mahir Kaynak suçlu, kaçıyordu yakaladık' diyeceklerdi.
"MEDYA TSK'YI TSK DA MEDYAYI YÖNLENDİRİYORDU"
Medya ile Türk Silahlı Kuvvetleri 28 Şubat sürecinde ortak çalışıyorlardı. Hatta ben 'Kimin kimi etkileyeceğini bilemedim' diye bir yazı yazdım. Medya TSK'yı, TSK da medyayı yönlendiriyordu. Dolayısıyla medya 28 Şubat'ta çok kötü bir sınav verdi. Bir gün bir gazetede bir haber çıktı. '42 yıllık sır... Mahir Kaynak ahlaksızlıktan ordudan atıldı' diye haber yaptılar. Aynı gazetede yine benim hakkımda bir yazı ve diyor ki; 5 Temmuz 1955 tarihinde Gelibolu'ya tayin edildi. Bir teğmenin 42 yıl önce nereye tayin edildiğini nereden biliyor olabilir? Nereden geldiği belli.