25 Şubat 2011 Cuma

Bizlere attıkları iftiralar da birer belge! / Leyla İpekçi

Gazetede iki haber yan yana. Bir tanesi şu: “Askeri casusluk iddianamesine göre aralarında iki tuğamiralin de bulunduğu çete, TSK, TÜBİTAK gibi devletin en stratejik kurumlarında gizli hücreler halinde örgütlenmiş.” Diğeri de şu: “Eski Hâkim Binbaşı Yusuf Çağlayan’ın yeni kitabında dindar subayları ordudan ihraç etmek için askerî yargının nasıl kullanıldığını anlatıyor.”
Bu iki haberi peş peşe okuduktan sonra benim de ilk tepkim şu soruyu sormak oldu haliyle: Türkiye devletinin ordusu, asker ailelerinin yaşam tarzı avcılığıyla meşgul olurken, ordunun ta dibine dek sızmış casusların hiç farkına varamamış mı?
Birçok hücreden oluşan bu casus örgütünün işlediği suçlarla ilgili iddianame kabul edilirken TSK’nın çok gizli 165 bin belgesinin de elden ele dolaştığı ortaya çıkmış.
Bu belgeler yabancı bir devletin eline geçerse, yabancı devlete yarar sağlayacak belge ve bilgiler olarak tanımlanıyor.
TSK’nın yerli şirketlerle geliştirdiği savunma projeleri, helikopter ve uçak modernizasyonu, silah üretimine dair gizli bilgiler varmış belgelerde. Ayrıca TSK’nın savunma stratejileri ile ilgili çok gizli yöntem ve planları. Savaş uçakları, bu uçakların muhafaza edildiği hangarlar, bakım atölyeleri, gizli askerî tesisler, savaş gemileri ve denizaltıların gizli çekilmiş görüntüleri. Askerî stratejik silah, savaş araçları, denizaltıların teknik özelliklerine dair gizli belgeler...
Daha da önemlisi: Örgüt üyelerinin devlet güvenliğine ait bu belgelerin bir kısmını para karşılığında ele geçirdikleri, bir kısmını ise yabancı devletlere satmak için girişimde bulundukları iddia ediliyor.
Bizler kendi ordusuna ve halkına böyle bir muameleyi reva gören askerlerin niyetini, hangi devletlerle işbirliği içinde olduklarını, yerli işbirlikçilerini ve bunların ittifak halinde oldukları diğer örgütleri elbette merak ediyoruz.

Hâlbuki hangi askerin eşinin başörtülü olduğunu, hangisinin namaz kılıp kılmadığını hiçbir zaman merak etmedik. Çünkü sorunu, insanların yaşam tarzlarında değil, suç işleme maharetlerinde aramak gerektiğini biliyoruz.

İşte Yusuf Çağlayan, 28 Şubat’ın yıldönümünde çıkacak kitabında, sadece askerî lojmanlardaki fişleme faaliyetlerini, başörtülü eş avcılığını değil, başka örnekleri de anlatıyor, gazetede okuduğum kadarıyla.
Sözgelimi 28 Şubat döneminde ordudan bu gerekçeyle ihraç edilen uzman askerî doktorların hiçbir sivil kurumda çalıştırılmaması için valiliklere ve YÖK’e yazı verildiğini de belgeliyormuş Çağlayan kitabında.
Orduda ‘irticai faaliyetler’ olarak yansıtılan fiillerin, komutanların kişisel ve öznel gözlemlerine dayandığını belirten Çağlayan’ın sözlerini okurken, casusluk faaliyetiyle kendi ordusunu zaafa uğratmayı amaçlayan askerlerin nasıl da rahatça eylemlerini sürdürdüğünü düşündüm.
Ordudan imzasız ihbar mektuplarıyla attırılanların sivil hayatı dahi esir alınırken, ordunun içinde para karşılığı bilgi satanların varlığına kimsenin uyanamamış olmasını hasıraltı mı edelim? Davadaki en önemli iddialardan birinin askerin PKK ile mücadelesini sekteye uğratmak için yapılan çalışmalar olduğunu öğrendiğimizde susup oturalım mı? Her seferinde sanıkların dediği gibi “bu belgeler dosyalara sonradan eklenmiş” mi diyelim? Ya bizim yaşadıklarımızın belgesi?
Suçlular adalete teslim edilsin, zulüm sona ersin, artık hakkıyla unutalım diye haykırdık durmadan. Ve bunu dedikçe yandaş olduk. Özenle, itinayla, iftirayla, bin bir yalanla. İşte şimdi onun da belgesi çıktı nihayet:

Odatv
’den çıkan ‘Ulusal Medya 2010’ projesinde Ergenekon davasını destekleyen basın kuruluşları için ‘yandaş medya’ ifadesinin kullanılacağı ifade ediliyormuş. Temmuz 2010’da hazırlandığı ileri sürülen belgede ulusal medyanın yeniden yapılandırılması ve Ergenekon davası aleyhinde yayınlar yapılması amaçlanıyormuş.

Örgütün kontrolünde olmayan ulusal medyayı etkilemek ve yönlendirmek, örgütün kontrolünde olan ancak etkisiz medyayı yeniden yapılandırmak da planın bir parçası olarak yer alıyormuş
. Şaşıralım mı?
Sırf siyaseti ve toplumu vesayet altında tutmak için kendi halkının gittiği camiyi bombalatmak, kendi Heron’unu düşürmek, kendi çocuklarını bir denizaltıda havaya uçurmak iddiasıyla yargılananlar varsa... Kendi vatandaşlarını faili meçhule feda etmekte bir beis görmeyen yetkililer varsa... Kendi askerlerini göz göre göre ölüme yollayanlar hakkıyla yargılanamıyorsa... Adalet istemekten vaz mı geçeceğiz?
En yakınlarımızla konuşamadık yandaş ilan edilince, dil silindi aramızda, vicdan imha etti kendini. Ama bize attıkları iftiralar yaşanmış birer belge niteliğinde!
Bu topraklarda bugüne dek failleri yargılanamayan suçlara bakın. Aydınlatılmamış onlarca katliamın ve azmettiricileri özenle saklanmış cinayetlerin ardında devletin himayesindeki grupları bulacaksınız.Bugün onlar CHP liderinin yaptığı gibi Ergenekon’u göklerde arıyor! Biz ise adaletsizliğe maruz kalarak belgeliyoruz.