Ahmet Altan 20 şubat tarihli yazısında ordunun darbecilik algısına ilişkin zihin açıcı bir soru sordu, aynı yazıda kendi sorusunun cevabını da verdi. Benzer bir soruyu altı ay kadar önce başka bir vesileyle ben de sormuş; kendi soruma, Ahmet Altan’ınkine benzer bir cevap vermiştim. Fakat şimdi, gerek Ahmet Altan’ın gerekse de benim sorularımın eksik olduğunu, o halleriyle “darbeci zihniyet”meselemizin tümünü izah edemediklerini düşünüyorum. Bu bilmece gibi paragrafı bu yazının başlığıyla birlikte okursanız, “eksik” derken neyi imâ ettiğimi anlamış olabilirsiniz... Yine de ben derdimi uzun uzun anlatacağım... Önce Ahmet Altan’ın sorusu ve soruya verdiği cevabı: “İzninizle size bir soru sorayım. “Eğer Hasdal Cezaevi’nde yatan generaller ‘zimmete para geçirmek’ suçundan sanık olsalardı, Genelkurmay Başkanı bütün Kuvvet Komutanlarıyla birlikte onları ziyarete gider miydi? “Gitmezdi. “Neden? “Çünkü ‘zimmete para geçirme’ yüz kızartıcı bir suç ve ‘suçları’ henüz sabit olmasa da böyle bir suçun sanıklarıyla kendi aralarında bir ilişki kurulmasını istemezdi. Peki, ‘zimmete para geçirme’ suçunun sanıklarını ziyaret etmeyecek olan Genelkurmay Başkanı, ‘darbe sanıklarını’ niye ziyaret etti? “İşte bu sorunun cevabı bütün yakın tarihimizin özeti. “Generaller, ‘darbe hazırlamayı’ yüz kızartıcı bir suç olarak görmüyorlar. “Kendi halkının verdiği silahı halkına çevirerek darbe yapmanın alçakça bir iş olduğunu kabul etmiyorlar. “Darbenin, halka ihanet anlamına geldiğini kavramıyorlar. “Onlar bu gerçeği kavramıyor ama halkın büyük çoğunluğu darbenin alçaklık anlamına geldiğini biliyor ve darbecilerden nefret ediyor.” Sıra geldi, Eylül 2010’da Yeni Aktüel dergisinde benim sorduğum soruya... Hatırlayacaksınız, Askeri Şûra’da hükümet, kendisine karşı “kara propaganda” yapmak üzere kurulmuş internet sitelerinin bir numaralı sorumlusu 1. Ordu Komutanı Hasan Iğsız’ın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmasını veto etmişti. Ortada bir tartışma falan yoktu, Iğsız’ın sorumluluğu “ıslak imza”sıyla sabitti. Durum buyken askerler direndi, “kriz” çıktı, fakat sonunda hükümetin dediği oldu. Şöyleydi sorum (ve soruya verdiğim cevabım): “Hükümet, suç işlediği bizzat Genelkurmay tarafından da kabul edilen (çünkü Genelkurmay Adlî Müşavirliği, internet andıcının sahih bir belge olduğunu kabul etmişti) bir kişiyi veto ediyor... Fakat Genelkurmay, sanki böyle bir şey yokmuş gibi kararında diretiyor. “Mantık çerçevesinde siz bu olayı açıklayabiliyor musunuz? Ben, askerlerin mantığı açısından olan biteni açıklanabilir buluyorum; cidden! “Bence askerler, Iğsız’ın yaptığı şeyin suç olduğuna inanmıyorlar. Bunu, ‘Cumhuriyet’i koruma ve kollama’ faslından bir iş sayıyorlar. “Sizi bu konuda ikna edebilmek için, olayımızdaki ‘internet andıcı’nı devreden çıkartıp, yerine başka bir ‘suç’ monte edeceğim... Şöyle düşünün: ‘Teamül’ gereği Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanması beklenen bir orgeneral, hiç kimsenin müsamaha göstermeyeceği bir suç isnadıyla (diyelim tecavüz suçlamasıyla) mahkemeye çıkarılmış olsun. “Söyleyin şimdi: Bu koşullarda hükümet ‘olmaz’ dese, Genelkurmay Başkanlığı ‘teamül öyle’ deyip onun adaylığında direnir miydi?” Birkaç gün sonra 28 Şubat post-modern darbesinin yıldönümünü idrak edeceğiz; gerek Ahmet Altan’ın sorusuna gerekse de kendi soruma biraz da bu nedenle takıldım. |
Harbiye, askerlik, askeriye, savunma ile ilgili tüm gelişmeler, eleştiriler, asker-siyaset ilişkisi, askeri operasyonlar, gibi ve benzeri haberler, köşe yazıları, dosyalar buradan aktarılmaya çalışılacak.