25 Şubat 2011 Cuma

28 şubatta Hasdal sivillerin ziyaretine açılsa / Alper Görmüş

Ahmet Altan 20 şubat tarihli yazısında ordunun darbecilik algısına ilişkin zihin açıcı bir soru sordu, aynı yazıda kendi sorusunun cevabını da verdi. Benzer bir soruyu altı ay kadar önce başka bir vesileyle ben de sormuş; kendi soruma, Ahmet Altan’ınkine benzer bir cevap vermiştim. Fakat şimdi, gerek Ahmet Altan’ın gerekse de benim sorularımın eksik olduğunu, o halleriyle “darbeci zihniyet”meselemizin tümünü izah edemediklerini düşünüyorum.
Bu bilmece gibi paragrafı bu yazının başlığıyla birlikte okursanız, “eksik” derken neyi imâ ettiğimi anlamış olabilirsiniz... Yine de ben derdimi uzun uzun anlatacağım...
Önce Ahmet Altan’ın sorusu ve soruya verdiği cevabı:
“İzninizle size bir soru sorayım.
“Eğer Hasdal Cezaevi’nde yatan generaller ‘zimmete para geçirmek’ suçundan sanık olsalardı, Genelkurmay Başkanı bütün Kuvvet Komutanlarıyla birlikte onları ziyarete gider miydi?
“Gitmezdi.
“Neden?
“Çünkü ‘zimmete para geçirme’ yüz kızartıcı bir suç ve ‘suçları’ henüz sabit olmasa da böyle bir suçun sanıklarıyla kendi aralarında bir ilişki kurulmasını istemezdi.
Peki, ‘zimmete para geçirme’ suçunun sanıklarını ziyaret etmeyecek olan Genelkurmay Başkanı, ‘darbe sanıklarını’ niye ziyaret etti?
“İşte bu sorunun cevabı bütün yakın tarihimizin özeti.
“Generaller, ‘darbe hazırlamayı’ yüz kızartıcı bir suç olarak görmüyorlar.
“Kendi halkının verdiği silahı halkına çevirerek darbe yapmanın alçakça bir iş olduğunu kabul etmiyorlar.
“Darbenin, halka ihanet anlamına geldiğini kavramıyorlar.
“Onlar bu gerçeği kavramıyor ama halkın büyük çoğunluğu darbenin alçaklık anlamına geldiğini biliyor ve darbecilerden nefret ediyor.”
Sıra geldi, Eylül 2010’da Yeni Aktüel dergisinde benim sorduğum soruya... Hatırlayacaksınız, Askeri Şûra’da hükümet, kendisine karşı “kara propaganda” yapmak üzere kurulmuş internet sitelerinin bir numaralı sorumlusu 1. Ordu Komutanı Hasan Iğsız’ın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmasını veto etmişti. Ortada bir tartışma falan yoktu, Iğsız’ın sorumluluğu “ıslak imza”sıyla sabitti. Durum buyken askerler direndi, “kriz” çıktı, fakat sonunda hükümetin dediği oldu.
Şöyleydi sorum (ve soruya verdiğim cevabım):
“Hükümet, suç işlediği bizzat Genelkurmay tarafından da kabul edilen (çünkü Genelkurmay Adlî Müşavirliği, internet andıcının sahih bir belge olduğunu kabul etmişti) bir kişiyi veto ediyor... Fakat Genelkurmay, sanki böyle bir şey yokmuş gibi kararında diretiyor.
“Mantık çerçevesinde siz bu olayı açıklayabiliyor musunuz? Ben, askerlerin mantığı açısından olan biteni açıklanabilir buluyorum; cidden!
“Bence askerler, Iğsız’ın yaptığı şeyin suç olduğuna inanmıyorlar. Bunu, ‘Cumhuriyet’i koruma ve kollama’ faslından bir iş sayıyorlar.
“Sizi bu konuda ikna edebilmek için, olayımızdaki ‘internet andıcı’nı devreden çıkartıp, yerine başka bir ‘suç’ monte edeceğim... Şöyle düşünün: ‘Teamül’ gereği Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanması beklenen bir orgeneral, hiç kimsenin müsamaha göstermeyeceği bir suç isnadıyla (diyelim tecavüz suçlamasıyla) mahkemeye çıkarılmış olsun.
“Söyleyin şimdi: Bu koşullarda hükümet ‘olmaz’ dese, Genelkurmay Başkanlığı ‘teamül öyle’ deyip onun adaylığında direnir miydi?”


Say ki İngiltere’deyiz...

Birkaç gün sonra 28 Şubat post-modern darbesinin yıldönümünü idrak edeceğiz; gerek Ahmet Altan’ın sorusuna gerekse de kendi soruma biraz da bu nedenle takıldım.
Dikkat ederseniz, her ikimiz de askerlerin darbeyi bir suç olarak algılamadıkları için böyle davrandıklarını düşünüyoruz.
Peki, şöyle bir varsayımda bulunalım: Diyelim ki asker yine aynı asker, fakat halk, Altan’ın yazısındaki ifadeyle “büyük çoğunluğuyla” değil, neredeyse (say ki İngiltere’deyiz) tümüyle darbeyi“alçaklık” olarak niteliyor.
Bu varsayıma bağlı soru şu: Bu durumda askerler yine de Hasdal’ı ziyaret ederler miydi? Ya da: Hükümete karşı kara propaganda yaptığı apaçık olan bir orgenerali Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirmek için direnirler miydi?
Her iki sorunun cevabı da “hayır”dır.
Peki şimdi de başlıktaki soruyu sorayım: Balyoz Darbe Girişimi iddiasıyla tutuklanan generallerin tutulduğu Hasdal Cezaevi 28 şubatta (sembolik ağırlık tam olsun diye bu tarihi veriyorum) sivillerin ziyaretine açılsa, orada o gün kaç yüz bin insan birikir?
Bir soru daha: Genelkurmay Başkanı’nın ve Kuvvet Komutanlarının Hasdal’ı ziyaret etme gücünü ve hakkını kendilerinde görmelerinde, bu muhayyel kalabalığın rolü nedir?
Şunu demek istiyorum: Askerlerin, demokratik meşruiyetin sınırlarının dışındaki davranışlarını anlamlandırmaya çalışırken, sadece onların zihniyet dünyalarına bakmak yetmez; pervasızlıklarının temellerinden birinin (hatta bir süredir en önemlisinin) bizzat sivillerin bir bölümünü esir alan“darbeci zihniyet” olduğunu hiç gözden kaçırmamalıyız.
Ben zaman zaman ve her 28 şubatta mutlaka bu “sivil darbecilik” sorununa dikkat çekiyor, 28 Şubat’ın “bin yıl” süreceğini öne süren generallerle dalga geçip “işte bitti, gitti” tesbitinde bulunanları uyarmaya çalışıyorum. Bu defa da Balyoz ve Hasdal vesile oldu işte...


28 Şubat: “Sivil”de yeniden bedenlenen militarist bir ruh

İşte yine aynı soruyu soruyorum: “Bin yıllık” 28 Şubat yolculuğunun neresindeyiz şu anda?
28 Şubat’ın “günümüzdeki hali”ne bakıp (bilhassa Balyoz’a ve Hasdal’a), onun bırakın 1000 yılı, 10 yıl bile dayanamayıp havlu attığı konusundaki fikirlere katılmıyorum. Bence 28 Şubat, “sivil”de yeniden bedenlenen militarist bir ruh olarak varlığını sürdürüyor. Hatta, “28 Şubat ruhu”nun, geniş sivil kesimlere sirayet etmiş haliyle belki yola çıkıldığı andakinden bile daha tehlikeli hale geldiğini düşünüyorum.
28 Şubat’ın asıl büyük başarısı, sadece üniformanın ve silahın gücüne dayanan “modern” darbelerin ömrünü tamamladığını çaresizce kabul eden bir kadronun, yeni ve etkili bir yöntemle “modernliğin sıkıntısı”nı aşma becerisini göstermesi değil midir? 28 Şubat’ın asıl entrikası “silahsız kuvvetler”i manipüle (ve mobilize) etmek değil midir?
İrtica korkusuyla siyaseten alıklaştırılmış kalabalıkların “demokratik” eylemini kendi otoriter amaçlarının doğrultusunda kullanma becerisi: 28 Şubatçıların büyük başarısı budur ve “laik kitleler”in, ziyaret izninin çıkması durumunda kitleler halinde Hasdal’a akacağından günümüzde kimsenin kuşkusunun olmaması, 28 Şubat’ın başarısını günümüzde de sürdürdüğünü açıkça göstermekten başka bir anlama gelmez.