25 Şubat 2011 Cuma

Albay Kaddafi / Namık Çınar

Ülkesini ve halkını 42 yıl boyunca bir sömürge plantasyonu gibi acımasızca yöneten Kaddafi’nin, darbe yapıp da monark olduğu günden beridir, kendisini bir türlü generalliğe terfi ettirmeyip sadece albaylıkla yetinmesini, doğrusu, merakla düşünüp durmuşumdur hep.
Daha ziyade küçük rütbelerdeki bir avuç komitacı subayın, darbe yaptıkları 27 Mayıs sürecinde, komutanları olan generalleri tekme tokat sürüyerek götürüşlerine, Türkiye’de bir “Harbiye öğrencisi” iken tanıklık etmişliği, ister misiniz nedeni olmuş olsun bunun?
Çünkü “ilk darbe”si Libya’daki yaptığı değildir, bu zorbanın. İlki Türkiye’deki “27 Mayıs”tır, ondan önce. Gencecik devrimciliğiyle (!) bizim çorbada da tuzu vardır, sizin anlayacağınız.
O zamanlar Libya ile nasıl bir anlaşma yapıldıysa artık, gençliğinde Kara Harp Okulu’nda ve sınıf okullarında okumuş, ömrü boyunca yararlanacağı “askerî feyz”i ne mutlu (!) bize ki, ülkemizde edinmiştir.
Kimi aymazların, ilerici devrimcilikler adına, hâlâ yere göğe koyamadıkları şu bizim “27 Mayıs darbesi” esnasında edindiği deneyimler, ülkesini haraca-berece kesebilmesi için, sanırım epeyce yarar sağlamıştır kendisine, daha sonra.
Milli Birlik Komitesi’nin “oğul”unu oluşturarak, neticede zehirli bir bal yapacak olan bu cuntacı subayların “kovan”ı, Kara Harp Okulu’ydu, onun da okuduğu o yıllarda. Ve 1956’dan beri de, her türlü çıfıtın çarşısında boy göstermiş olan bu adamların her biri, kitabını yazmış kimselerdi darbeciliklerin.
İşte, iflâh olmaz bu çetenin ve elbette ki Silahlı Kuvvetler’in rahle-i tedrisinden geçmiş olan Kaddafi, kimbilir neler öğrenmiş, nasıl bir ruha bürünmüş olmalı ki, Libya’ya döndüğünde hemen darbe yapmıştır, birkaç sene içersinde.
Sadece o değil, daha sonra başbakanlığa getireceği Callud ve diğer darbeci arkadaşları da Kuleli’de, Kara Harp Okulu’nda ve sınıf okullarında eğitim görmüşlerdir, ne ilginçtir ki.
Ne ki, bu duruma da pek öyle şaşmamak gerekir aslında. Zira Silahlı Kuvvetler, demokratik ülkelerden de olmakla beraber; ama ne hikmetse, daha ziyade kendi halklarını zorla yöneten otoriter devletlerden olmak üzere, askerî öğrenciler ve subaylar kabul ederek, Askerî Liselerde, Harp Okullarında, HarP Akademilerinde, Özel Kuvvetlerde yetiştirme yoluna gitmektedir, tâ öteden beri.
Orta Asya’nın, Orta Doğu’nun, Afrika’nın, Balkanlar’ın kimi haydut devletleriyle; –hadi diyelim çıkarlar gereği-, meselâ birtakım ticari bağlar kurdunuz! Bunu dahi on düşünüp bir yapmanız gerekirken, kendi halklarını böylesine ezen anti-demokratik devletlerin ordularına subay yetiştirmek, hiç de ahlâkî olmasa gerektir.
Gizliliklerin zedeleneceği kaygısıyla, kışlaların nizamiyelerinden Türkiye’nin yargıçları girecek diye yüzlerini buruşturanlar, zorba devletlerin personelleriyle birlikte o atmosferleri solumakta bir beis görmemektedirler ama.
Soğuk Savaş döneminin biterek, sığınılacak eski mazeretlerin artık kalmadığı günümüzün dünyasında,“demokrasiler ligi”ne doğru hızla yelken açan Türkiye’nin ordusu, bu hususlara iyiden iyiye dikkat etmek zorunda değil midir, sizce de?
Kendi halklarını düşman gören o devletlere subay yetiştirmek, ne derseniz deyin, yakışmaz bize bundan böyle.
Silahlı Kuvvetlerimizin bugüne kadarki tutumuyla, genel olarak sivil siyasaya karşı vesayetçi bir tavır sergilediği ve sık sık da darbelere tevessül ettiği düşünülürse, bu yabancı subay adaylarına, doğrusu, bir demokrasi kültürü aşıladıkları da söylenemez.
O yüzden de, bu ilişkilerden ve bu dostluklardan, çıka çıka, ya Kaddafiler, Calludlar, veya Müşerrefler, yahut da Ziya ül Haklar çıkarlar. Ve bilelim ki, bu da bizi yüceltmez hiç bir zaman, uygar dünyanın gözünde.
Neyse ki artık, dünyanın son zorbaları da bir bir gidiyorlar belli ki, kendi cehennemlerine.
Hafif efemine mi desem, yoksa sonsuz bir gücün yüzüne yapışan ve artık tatmin etmeyen manasızlığı mı desem, tuhaf ve psikosomatik bir ifadeyle kaplı bu simasına ilaveten; kendisini albaylıklardan daha yukarılara çıkarmayıp küçük rütbelerdeymiş gibi tutarak genç ve dinamik kalmaktaymış sanmanın, sözde alt katmanlardan gelmekte imiş gibi görünmenin, mümkünü var mıdır bu saatten sonra?
Tanrı aşkına, kimleri aldatacağını umuyor ki bu despot?
Hitler de, Stalin de, Mao da çok yalın görünürlerdi, biliyorsunuz, giyimleri kuşamları içinde. Apoletleri bile yoktu, hiçbirinin.
Kandı mı pekiyi insanlık, bu ahlâksız zorbalara?
Tarih ne diyor şimdi, böyleleri için?