2 Şubat 2011 Çarşamba

Gandi nasıl darbeci oldu? / Şamil Tayyar

Video komplosundan CHP liderliğini kotarınca Gürsel Tekin öncülüğünde “Ilımlı Kemalizm” stratejisiyle iktidar hesabı yapmaya başlayan Kemal Kılıçdaroğlu, zaman ilerledikçe Ergenekon hamisi Süheyl Batum’a doğru yalpalamaya başladı.

İlk bakışta Kemal Bey’in bu pozisyon değişikliği, açık pencere önünde rüzgara kapılan grip hastasına benzetilebilir, ama sorunun derinliği bu sığ yaklaşımın dar kalıplarına sığmayacak çaptadır.

Cumhuriyetin ilanından önce kuva-i milliye örgütlerinin devşirilmesiyle oluşturulan, darbe kültürüyle beslenen, ittihat ve terakki geleneğiyle pişirilen CHP statükosu, Kılıçdaroğlu’nu esir almış gibi gözüküyor.

Veya hep darbeciydi bu yüzünü yeni keşfettik.

Kemal Bey, 27 Mayıs darbesi öncesi İnönü’nün “Rejimi baskı rejimine çevirirseniz ihtilal meşru hak olur” sözü için “Bugün de geçerli” diyebiliyor. Cümlenin devamı var: “Evet. Aynı durum. Hatta daha da ağır. Menderes’in son döneminde bile yaşanmayan baskılar yaşanıyor.”

CHP’li İsa Gök’ün toplumu sokak sokak direnişe davet eden açıklamasından sonra Kemal Bey de darbe çığırtkanlığı yapıyor.

Demek istiyor ki, şartlar olgunlaştı şimdi darbe zamanı...

Videodan liderlik postu çıkaran Kemal Bey’in, sandıktan umudunu yitirince paletlerin gölgesinde iktidar rüyası görmeye başlaması, sadece siyasi vaka değil aynı zamanda psikiyatrların ilgi alanına giren bir bulgudur.

27 Mayıs’ın gerekçesi
Ayrıca, tarihe azıcık ilgisi olan herkes bilir, 27 Mayıs darbesi, Menderes hükümetinin sözüm ona “baskıcı” politikalarına tepki olarak gelişmiş bir hareket değildir. Müesses nizam, içselleştiremediği DP iktidarını daha ilk günden itibaren devirme planları yapmış, darbe gerekçesini “sivil dikta” tezi üzerine bina etmiştir.

En büyük yardakçıları ise hukukçular ve gazeteciler olmuştur. İnönü’nün damadı Gazeteci Metin Toker, Akis Gazetesi’nde Menderes’in fotoğrafı üzerine çarpı koyacak kadar zıvanadan çıkmıştır.

Çünkü 14 Mayıs 1950 seçimlerinde halkın garnizon devlet uygulamalarına, başka bir ifadeyle milli şef faşizmine yönelik sessiz direnişini sandıkta oya tahvil eden DP, CHP’nin 27 yıllık tek parti iktidarına son vermişti.

Atatürk’ün 29 Ekim 1923’de kurduğu cumhuriyet, 27 yıl aradan sonra halk tabanına oturuyordu.

Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in “Çelik Çekirdek” kitabımda atıfta bulunduğum şu sözleri çok önemli: “Gerçekte 1950, 1923’te merkezinde askerin yer aldığı milli mücadelenin doğal sonucu olarak kurulan cumhuriyetin halk tabanına oturtulması demektir ki tek başına bu bile 1950 ile 1923’ün aynı doğrultuda oluşuna kanıttır.”

Menderes hükümeti kurduktan sonra daha birinci hafta iki önemli operasyon yaptı; 1- Ordunun üst yönetimini değiştirdi, 2- Türkçe ezan uygulamasını kaldırdı.

Müesses nizamla sivil otorite arasındaki çatışma ilk günlerde böyle doğdu ve bu operasyonlar 27 Mayıs darbesinin gerekçeleri arasına yazıldı.

Darbe hazırlıkları
27 Mayıs’ın kudretli Albayı Alpaslan Türkeş, Gazeteci Cevat Fehmi Başkut’a verdiği röportajda, aynen şöyle dedi: “Evvela ezanı Arapça okutmakla buna ihanete başladılar.”

27 Mayısçı Korgeneral Faruk Güventürk de anılarında, “Sanki başka bir iş yokmuş gibi Türkçe ezanı Arapça’ya çevirdi, o an hepimizin kafasına bir yumruk indi” derken, darbe için önceden belirledikleri takvimi “1958 Şubat” olarak açıkladı. General Orhan Erkanlı da 1955 yılında darbe örgütüne dahil olduğunu söyledi.

İhtilalci grupların hedefi, hükümeti devirip yerine İsmet İnönü’yü getirmekti.
1958 Şubat ayını darbe için planlayanlar, şartların olgunlaşmasını beklediler. Tıpkı 12 Eylül ve diğer darbe girişimlerinde olduğu gibi. Hükümet aleyhtarı gösteriler tırmanmaya başladı. İhtilalcı gruplara destek veren medya (Ulus, Cumhuriyet, Milliyet) 1952’den itibaren “sivil dikta” veya “sivil vesayet” teziyle harmanladığı dedikoduları sürekli pompalamaya çalıştı.

İktidar karşıtı gösterilere katılan hukuk fakültesi öğrencilerin kıyma makinelerinde kıyıldığı, kemiklerin gömüldüğü yerlere asfalt çekildiği söylentisi, iktidar karşıtı kampanyanın en gözde malzemelerindendi. Harbiyelilere İzmir kampına giderken sabotaj düzenleyeceği dedikodusu bir başka propaganda aracıydı.

Yine Başbakan Menderes’in kutsal toprakları Ruslara peşkeş çektiği dedikodusu yayıldı. Askeri kışkırtmak için Menderes’e atfen “Ben orduyu yedek subaylarla da idare ederim” lafı üretildi. 28 Şubat sürecindeki Aczmendiler gibi faili meçhul tarikat mensupları ellerinde çekiçlerle Atatürk heykellerine saldırdılar.

Dedikodularla yayılan şiddet ve sokak gösterileri sıkıyönetimi iktidara dayattı. 1960 Nisan ayında İstanbul’da ilan edilen sıkıyönetimle darbeye giden ara istasyon inşa edildi, medya tümden kontrol altına alındı.

21 Mayıs’ta ise harbiye öğrencileri Kızılay’a yürüyerek gövde gösterisi yaptılar. Yürüyüşe katılan öğrenciler arasında Şener Eruygur, Tuncer Kılınç, Yaşar Büyükanıt gibi geleceğin şöhretli isimleri de vardı.

O günlerde fazlaca tartışılan bir konu olmadığı halde, askerler Kürt meselesini kaşımaya ve Kürtleri sokaklara dökmeye çalıştılar.

TBMM Tahkikat Komisyonu üyesi Nusret Kirişçioğlu’nun ifadesiyle, 1957-1960 arasında muhalefetin dozunu arttıran CHP, bu eylemlerine “taarruz” adını verdi. Hücre usulü çalışan Kulak Gazetesi yoluyla ülkenin her köşesine yalan transferi yapıldı.

27 Mayıs’a giden yol, CHP’nin taşlarıyla örüldü.

Üzülerek görüyorum, 1957-1960 arasında “taarruz” stratejisiyle 27 Mayıs’a zemin oluşturan CHP, şimdi aynı oyunun peşinde. Hazindir, planın elebaşı ise acılarla yoğrulmuş Dersim bölgesinin bir evladıdır.