Genelkurmay, Öcalan’dan orduyla yaptığı görüşmeler için ‘isim, yer, zaman’ istedi. Gazeteci Kapmaz: Apo’nun görüştüğü komutanların isim ve rütbesini yazdığı metin devletin elindedir
“Öcalan, ‘çok şey değişti. Şimdi barış için yeni öncelikler listesi hazırlıyorum. Hangi adım atılırsa ne çözüm gelir, madde madde somut sıralıyorum. Topluma açıklayacağım’ diyor.”
“Öcalan’ın yeni barış planı AİMH için yazdığı savunmada yer alacak. Metni, Cezaevi İdaresi inceleyip AİHM’e gönderecek. Öcalan yeni barış planını AİHM’le birlikte kamuoyuna sunacak.”
“Öcalan, 2007’de gene hücre cezası alınca, İnfaz Hâkimliği’ne, kendisiyle İmralı’da görüşen komutanların adlarını ve konuşmaları anlatan 125 sayfalık bir metin yazıyor. O metin kayıp.”
***
NEDEN CENGİZ KAPMAZ
Türkiye’de içi doldurulması gereken pek çok paket var. Bir kere herkes barış istiyor. Ama nasıl bir barış? Herkes yeni bir anayasa istiyor. Ama nasıl bir yeni anayasa? Herkes özgür ve bağımsız bir yargı istiyor. Ama nasıl özgür ve bağımsız bir yargı? Bütün bu paketlerin içinin somut olarak doldurulması gerekiyor. Tabii ki hiç şüphe yok, bu ülkede büyük haksızlıklardan, eziyetlerden ve acılardan geçen Kürt vatandaşlarımızın tamamı barış talep ediyor. Buna, 27 yıllık bir iç savaşın tarafı olan PKK ve Abdullah Öcalan da dâhil. Bölgede milyonlarca Kürt vatandaşımızın desteğini alan ve bir süredir İmralı’da devletle barış görüşmeleri yapan Öcalan peki nasıl bir barış planlıyor? Devlet-İmralı görüşmeleri devam ediyor mu? Bu sürecin barışla sonuçlanması için neler yapılıyor? Bu görüşmeleri kimler, hangi sıklıkla yürütüyor? Son on yılda devlet-İmralı ilişkisinde neler yaşandı? Niye barış gerçekleşmedi? Taraflar, Kürt sorununun çözümünden ne anlıyorlar? Öcalan’ın barış için şartları neler? Öcalan yeni bir yol haritası hazırlıyor mu? “Silahların susması, çatışmasız ortam, PKK’nın dağdan indirilmesi, onurlu barış, demokratik özerklik, üniter devlet, tek bayrak, demokratik toplum, Kürt kimliğine anayasa güvencesi, iki dillilik” gibi Kürt siyasetçilerinin her an dilinde olan cümleciklerin içini Öcalan nasıl dolduruyor? Öcalan, barış için umutlu mu? PKK’nin ve BDP’nin son politik söylemlerinden memnun mu? Bu konuları, Öcalan’ın avukatlarına en yakın kişi olan ve yeni yayınlanan Öcalan’ın İmralı Günleri isimli kitabıyla yerleşik kanaatleri sarsan gazeteci Cengiz Kapmaz’la konuştuk. Kitabında, Kürt siyaseti-Öcalan-PKK ilişkisinin, devlet-İmralı temaslarının son on yılını çok çarpıcı bilgi ve belgelerle anlatan Cengiz Kapmaz Günlük gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor.
***
İKİNCİ BÖLÜM
Öcalan’ın İmralı Günleri isimli yeni kitabıyla devletin ve İmralı’nın Kürt politikasıyla ilgili zihinlerdeki kalıpları yerinden oynatan Cengiz Kapmaz’la yaptığımız konuşmanın dün yayımlanan birinci bölümü ‘Devletle Öcalan ne konuşuyorlar’ sorusunun cevabıyla bitmişti. Cengiz Kapmaz’ın soruya cevabı şuydu: Bence herşeyi tartışıyorlar. Öcalan’ın madde madde gittikleri yönünde bir ifadesi vardı. Demek kendilerince bir gündem oluşturmuşlar. Öcalan, devletin samimi olduğuna inanıyor. Hükümette o samimiyeti görmüyor, çözüme engel olduğunu düşünüyor... “Burada konuşulan, kararlaştırılan hiçbir şey pratiğe dönüşmedi. Konuştuğumuz hususların gereği yapılmadı. Demek ki devlet heyeti çözüm istiyor ama AKP çözüm istemiyor” diyor.
Röportaja kaldığımız bu noktadan devam ediyoruz.
***
NEŞE DÜZEL: AKP, Öcalan’ın bölgede en büyük siyasi rakibi. Öcalan, bugüne kadar savaştığı ordudan çok AKP’yi eleştirdi. AKP’ye bu kadar yüklenmesinin nedeni siyasi olamaz mı?
CENGİZ KAPMAZ: Öcalan’ın yüklenmesinin nedeni şu. “Geçmiş hükümetleri anlıyorum. Devlete sizin kadar egemen değillerdi. O yüzden adım atamadılar ve bittiler. Siz devlete egemensiniz ama adım atmıyorsunuz. Sizi engelleyen ne? Niye çözüm için adım atmıyorsunuz? Kürt sorunu sadece seçimlere endekslenecek bir mesele değildir. Cesur liderlerin işidir” diyor.
Peki... Apo’ya, “savaşı hızlandırın” diyen generalin kim olduğunu biliyor musunuz?
Bilmiyorum. Öcalan, bu olayı 2000 tarihinde yaşamış. Avukatlarına, bunu 8 Temmuz 2009’da anlattı. Olay şöyle olmuş: 2000’de bir heyet Öcalan’ı İmralı’da ziyaret etmiş. Heyetteki bir askerî yetkili Öcalan’a, devletin düşük yoğunluklu çatışmayla kendisini dikkate almayacağını, orta yoğunluklu bir savaş stratejisine geçerlerse, devletin kendisini dikkate alacağını söylemiş. Öcalan avukatlarına, “Bana savaş dayattılar. Ben bunu ahlaki bulmadım. Ben, barışta kararlıydım” diyor.
Öcalan’la o tarihte İmralı’da hem barış için görüşmeler yapılıyor, hem de ona savaş öneriliyor. Tuhaf değil mi bu?
Öcalan da zaten, devletin Kürt sorununa ve PKK’ye yaklaşımının tarihini, “komplolarla” tanımlıyor. “Birinci komplo, Özal’a yapılan suikasttı. Özal’ın niyeti Kürt sorununu çözmekti, onu komployla götürdüler. İkinci komplo Erbakan’a yapıldı. Onu da 28 Şubat’la götürdüler. Üçüncü komplo ise Ecevit’eydi” diyor.
Erbakan, Kürt sorununu çözmek mi istemiş?
Erbakan, Öcalan’a mektup yazmış. Öcalan da o mektubu yanıtladı. Rivayet edilir ki, Erbakan o dönemde MGK toplantısında bu mektup yüzünden sıkıştırılır. Mektup gündeme geldiğinde boncuk boncuk terlediği ve Yüce Divan endişesi yaşadığı söylenir. Erbakan’la Öcalan arasında o dönemde bir ilişki akışı var. Erbakan mektubunda, sorunun çözümünü istiyor. Ama işte o da 28 Şubat’la devre dışı kaldı. Eğer Kürt sorunu gerçekten çözülmek isteniyorsa, devletin içinde sorunun çözümsüzlüğünü isteyen güçlerle hesaplaşmak zorundayız.
Öcalan, generallerin daha kanlı bir savaş istemesini nasıl yorumluyor?
“Bana savaş dayatıldı” diyor.
Generallerin savaşı böylesine çok istediğini bilen bir lider, savaşın kızışmasının da generallerin lehine olacağını biliyor mu?
Onları güçlendireceğini biliyor ve hükümete barış çabası için çağrılar yapıyor, mektuplar yazıyor.
Peki, böyle bir bilgiye sahip olan Öcalan, Kürt açılımının başında yaşanan PKK’nın Reşadiye baskınını nasıl yorumluyor?
Bir kere şunu söyleyeyim. Medyada, Reşadiye’yle ilgili Öcalan’ın örgüte çok sert değerlendirmeler yaptığı söylendi ama doğru değil. Kesinlikle sert değerlendirmeler yapmadı. Reşadiye olayı meydana geldiğinde, KCK operasyonları dur durak tanımıyordu. Kürt kesimi bu operasyonları bir siyasi soykırım olarak tanımlıyordu. KCK tutuklamalarının durması talep ediliyordu. Öcalan, Reşadiye’yle ilgili...
Ne dedi?
Şu değerlendirmede bulundu. “Biz bu süreci karşılıklı bir hale getirmezsek, güven tesis eden bir ortamı yaratmazsak, bu tür eylemler sürece zarar verebilir. Bu tür eylemlere mahal bırakmayacak bir ortamı bir an önce tesis edelim. Zaten eğer barış ortamını tesis etmiş olsaydınız, Reşadiyeler gerçekleşmezdi. Siz, barış ortamını oluşturmayarak Reşadiyeler için ortam yaratmış oluyorsunuz” dedi.
Reşadiye gibi eylemlerle barış sürecinin önü açılabilir mi peki? Kaldı ki birkaç gün sonra da BDP kapatıldı. Öyle değil mi?
Bir eylemi yapanlardan ziyade, “biz neden onlara, eylem yapabilecekleri bir ortamı sağlıyoruz?” diye kendimizi eleştirmemiz gerekir. Taraflar, 27 yıldır çatışıyor. Peki, biz toplum olarak ne yapıyoruz?
Öcalan PKK’ya hâkim mi?
Kesinlikle hâkim.
PKK, Öcalan’ın her istediğini yapar mı yoksa Öcalan ve PKK yönetimi iki ayrı irade mi?
PKK’nın, Öcalan’ın sözünü dinlemediği tek bir örnek yoktur. Türkiye için sorunun çözümünü çok kolaylaştıran ve bir fırsata dönüştüren de Öcalan’ın bu konumudur. Mesela, İmralı’daki son temaslarla ilgili olarak, örgüte, “devletin benimle görüşmeleri var. Sizden rica ediyorum, benim sözümü dinler misiniz?” dedi. Örgüt de onun sözünü dinledi. Bu durum, Kürt sorununun çözümünü kolaylaştıran bir şeydir. Eğer Kürt siyaseti çok merkezli, birbirini dinlemeyen çok odaklı bir hareket olmuş olsaydı, sorunun çözümü çok zorlaşırdı. Öcalan’ın konumu, sorunun çözümünü çok kolaylaştırıyor.
Peki, Öcalan, barış çağrılarında bulunurken, Türklerle daha sıkı bir ilişki kurulmasını ve Kürtlerin sorunlarının Türklere daha iyi anlatılmasını isterken, Kürt siyasetçilerine de barışçı bir dil kullanmalarını tavsiye ederken, BDP’nin sert söylemlerini nasıl karşılıyor?
Eleştiriyor. “Herkes barış için gereken sorumluluğu göstermeli. Süreci destekleyici ifadeler kullanmalı” diyor. BDP’nin, barış için daha inisiyatif sahibi ve yaratıcı olmasını, kamuoyunu barışa hazırlayan bir dil kullanmasını istiyor. Onlara, “Türkiye’yi rahatlatan, rehabilite eden bir barış diliniz olmalı” diyor. Daha bir Türkiye partisi olmalarına yönelik eleştiriler yapıyor, “sadece Kürtlerle sınırlı kalmayın. Türkiye’de sadece Kürtler yaşamıyor. Diğer halkların da sorunlarıyla ilgilenin. Bir Karadenizli çiftçinin, bir Egelinin sorunlarına da eğilin” diyor.
Türkiye’nin sorunu demokratikleşmeyle çözülür. 2004’te tam Türkiye Avrupa Birliği yolunda hızlanmışken, şiddetlenen PKK saldırıları hakkında ne düşünüyor Öcalan?
O süreç, Öcalan’ın AB süreci için misilleme olarak geliştirdiği bir strateji değil. O süreç, AB sürecine denk geldi. Bakın... Öcalan, 1999’dan 2004 yılına dek örgütünü tuttu ve ülkede yıllarca çatışmasızlık ortamı yaşandı. Zaten AB süreci de bu çatışmasızlık ortamında pekişti, güçlendi. Ama bu beş yıl boyunca Kürt sorunuyla ilgili hiçbir adım atılmadı. Kürtçe TV bile 2009’da gerçekleşti.
Öcalan’ın sürekli barış çağrıları yaptığını söylüyorsunuz. PKK’nın bütün kadroları Öcalan kadar barış istiyor mu?
Ezici çoğunluğu, hatta tamamı şu aşamada barış konusunda samimi. Bizim en önemli avantajlarımızdan biri de bu. PKK parçalı bir yapı değil. PKK’nin tek parça olması, sorunun çözümünü kolaylaştırır. Mesela Öcalan devletle uzlaştı ve sorun çözüldü diyelim. PKK ikiye bölünmez. PKK bu sürecin arkasında bütün olarak durur. PKK’nin bu sürecin arkasında bir bütün olarak tek parça halinde durması herkes için bir avantajdır.
Barış olduğunda, PKK’nın içinden küçük bir parça dağda kalmaya ve savaşmaya devam etmez mi?
PKK’den öyle bir parça çıkmaz. PKK’den, IRA’da olduğu gibi kendine “gerçek IRA” diyen bir grup çıkmaz. Öcalan dağdan iniş kararı aldıktan sonra, herkes dağdan iner.
Öcalan, “beni mart ayına kadar ev hapsine çıkarmazsanız, marttan sonra şiddet yükselir” dedi mi?
Hayır, kesinlikle böyle bir ifadesi yok. Bazı gazeteler bazı haberleri servis ediyorlar maalesef.
Peki, Apo bir süre sonra ev hapsine çıkarılacağını düşünüyor mu?
Bu konuyu kendisi hiç gündeme getirmedi ama Kürt siyasetçilerinin “Öcalan ev hapsine alınırsa süreç olumluya evrilir” diye bir temenni ve talebi var. Ev hapsi olursa hem sorunun çözümü kolaylaşır, hem de Öcalan’ın barış çabalarında daha rahat hareket etmesine olanak sağlanır. Kürtler, bunu istiyor. Bakın... Şöyle bir realite var. Bir halk, özgürlüğünü bir insanın şahsında simgeleştiriyor. Bu durum, bir yönüyle bir açmaz oluşturuyor.
Nasıl bir açmaz ortaya çıkıyor?
Öcalan’da ikili bir yön var. Öcalan, bir yönüyle Kürtler açısından bir siyasi fenomen. Ama Batı açısından bakıldığında Öcalan, toplumsal bilinçaltında bir travma nedeni. Bu haliyle Öcalan Türkiye’yi bölen bir fenomen. Yani bir tarafta yüceltilirken, diğer tarafta travma sebebi olarak algılanıyor. Eğer Öcalan Türkiye’yi bölen değil, Türkiye’yi birleştiren, biraraya getiren bir fenomene dönüştürülebilirse, toplumsal barış o zaman sağlanır zaten. Öcalan yıllardır barış konusunda inanılmaz şeyler yapıyor. Bu ülkede 1999-2004 arasında hiç silahlar konuşmadı. Bunu Öcalan sağladı. Mesela gene 13 ağustostan bu yana altı ay geçti gene silahlar konuşmuyor. Bunu da Öcalan sağladı.
Ama 2007’den sonra da silahlar neredeyse hiç susmadı...
Öcalan barış için ortamı hazırlayan kişiydi. Defalarca barış ortamını sağlamış olmasına rağmen, sorunu çözecek adımların atılmamış olması Öcalan’da çok ciddi kaygılara ve güvensizliğe yol açıyor. “Sık sık benden ateşkes talep edildi. Barış için ortam sağlayacağız. Siz bir adım atarsanız biz on adım atarız dendi. On adımı ben attım, onlar bir adım atmadılar” diyor. Hep böyle yapan bir siyaset var karşımızda işte...
Öcalan, barış sağlanmadan ev hapsine çıkmasının mümkün olabileceğini düşünüyor mu peki?
Öcalan, barış olmadan bunun olmayacağını çok iyi bilir. Ama şöyle de düşünün. Öyle bir ev hapsi imkânı, barışın kapısını açar. Öcalan’ın İmralı’da yaşadıkları Türkiye’ye hiç anlatılmadı. Hücresinin mazgal kapısı o uykudayken aylarca açıldı kapandı, açıldı kapandı. Hiç uyutulmadı. 2003’ten beri tecrit uygulandı. 2006 yılından itibaren Öcalan’a 12 kez hücre cezası verildi, bir kez fiziki müdahale yapıldı, iki kez saçları kesildi. Bütün bu cezalar, topluma çok ciddi bir gerginlik olarak yansıdı, bölge cehenneme dönüştü.
Öcalan bu uygulamayı avukatları vasıtasıyla dışarıya yansıttığında, kendi kitlesinin harekete geçeceğini, şiddet eylemlerinin artacağını ve amaçlananın bu olduğunu bilmiyor mu?
Sorumlu olan hükümetlerdir. Eğer hükümetler, “biz, İmralı’ya hâkim değiliz, İmralı’da bu amaçlanıyor” deselerdi, siz haklı olabilirdiniz. Öcalan bunları anlattığı için suçlu değildir. Bu uygulamayı yapanlar suçludur. Halkın önder olarak tanımladığı insana yapılıyor bu. “Biz liderinize böyle yaparız” deniyor. Psikolojik bir mesajdır bu. Tabii toplum da refleks gösteriyor ve bu uygulamalar dışarıya çok ciddi bir gerginlik olarak yansıyor.
Şiddetin artması mı istendi?
Kesinlikle. Zaten Öcalan, defalarca “bize savaş dayatılıyor. Bunlar savaş uygulamalarıdır. Amaç, bizi şiddete götürmektir” dedi. Bu konuda AKP hükümetini muhatap aldı ve “eğer bu sorunu çözmezseniz, sonunda siz çözülürsünüz: bu bela sizi de götürecek” dedi. “Bu çatışmalı ortama izin vermeyin” diye Erdoğan’a üç mektup, Gül’e bir mektup, Bülent Arınç’a on bir sayfalık bir mektup gönderdiğini söylüyor Öcalan. Hiçbirinden yanıt almadı. Biliyorsunuz... AKP’nin iktidara gelmesinden sonra İmralı’da tecrit politikası uygulandı. Öcalan haftalarca avukatlarıyla görüştürülmedi.
Hükümetin son zamanlarda Kürt açılımından vazgeçmiş görünmesi ve dilini sertleştirmesi barışı nasıl etkiliyor?
Çok negatif etkiliyor. Öcalan, “benim heyetle görüşmelerden edindiğim izlenim, AKP’nin çözümün önünde engel olduğu yönünde” diyor. Bence AKP’nin seçim vaadi barış olmalı. Eğer Erdoğan seçim meydanlarında “bu ülkeye barışı getireceğim” diye bir slogan kullanırsa, hem iktidara gelir, hem de barış gerçekleşir. Bütün dünya örneklerinde tarafların yol haritaları var. Biz ise sadece bir tarafın, Öcalan’ın yol haritası var. Süreç böyle olgunlaşmaz.
Niye olgunlaşmaz?
Tarafların yol haritaları olursa, herşeye rağmen ısrarla sürecin arkasında dururlar. Ama yol haritası olmazsa arkalarında duracakları bir eylem planı olmadığı için, provokasyonlar barış sürecini boşa çıkarabiliyor. Burada büyük sorumluluk hükümete düşüyor. Hükümet, sürece dâhil olmadığı için barış süreci profesyonelce götürülemiyor.
Devlet, bugün Öcalan’la görüşüyor. Bunu hükümetin bilgisi dışında yapmıyor ki! Hükümet, defalarca İmralı’yla görüşmeleri doğrulamadı mı?
Devletle Öcalan’ın görüşmesi tarihî bir olaydır. Büyük bir paradigma değişikliğidir. 27 yıllık çatışmadan sonra devletin paradigması değişti. Ama Başbakan Hakkâri’de çıktı, “ya sev ya terk et. Her şeyimiz tektir” dedi. Cumhurbaşkanı Gül de “iyi şeyler olacak” sözünün üstünden üç ay geçtikten sonra, “unutun gitsin İmralı’yı” dedi. Anlayacağınız bir istikrar yok.
Barış olursa PKK yöneticileri ne olacak?
Demokratik siyasi yaşama katılmaları gerekir.
PKK, Öcalan’ın bazı sözlerine sansür uyguluyor mu?
Kesinlikle hayır. İradesini önderliğe göre düzenleyen bir örgüt nasıl olur da ona sansür uygular. Öcalan ile örgüt arasında bir problem yok.
Apo’nun bugünkü hapishane şartları neler?
Şartlar kısmen düzeldi. F tipi statüsünü geçtikten sonra sosyal izolasyon kalktı. Beş siyasi tutuklu arkadaşı yanına gitti. Ama görüşme ve sosyal yaşam süreleri hâlâ az. Yasaya göre telefon ve televizyon hakkı varken, o hak Öcalan’a tanınmış değil...
Kitabınızda, Öcalan’ın 125 sayfalık bir metin yazdığından söz ediyorsunuz. O metinde ne var?
Öcalan 2007’de dördüncü kez hücre cezası alıyor ve bunun üzerine oturup İnfaz Hâkimliği’ne hücre cezasına itiraz eden 125 sayfalık bir metin yazıyor. O metin hâlâ ortada yok.
Niye?
Çünkü o metinde, o âna kadar kendisiyle İmralı’da görüşen üst düzey komutanların unvanlarını, isimlerini ve neler konuştuklarını yazmış Öcalan. Öcalan o kayıp metinde yer alan bir olayı açıkladı mesela. Tansu Çiller’e suikast yapılması için kendisine bir öneri getirildiğini söyledi. O metni yazdıktan sonra Genelkurmay’dan bir heyet İmralı’ya gelmiş ve Öcalan’ın hücresini kontrol etmiş. “Çok asabiydiler. Rahatsızlıklarını böyle ifade ettiler. Bana mesaj vermek istediler” diyor Öcalan. Bugün Ergenekon dava dosyasında tüm belgeler ve sırlar var ama hâlâ o metin yok. Bu metin yok edildi, devlet sırları kapsamına alındı.
Barışın yolunu açmak için hükümetin atması gereken ilk adım ne olmalı Öcalan’a göre?
İlk adım, ateşkesin kalıcı ve sürekli hale getirilmesi. İki, gerillanın sınır dışına çıkmasına imkân sağlayacak güvencelerin verilmesi. Bunun için operasyonların durması gerekiyor. Şu anda Öcalan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi için bir savunma yazıyor. “Çok şey değişti... Barış için öncelikler listesi hazırlıyorum. Yol haritasını madde madde çok somut olarak güncelliyorum. Hangi adım atılırsa çözüm gelir madde madde sıralıyorum. Bunu kamuoyuna deklare edeceğim” diyor. Bu savunmayı yakın bir gelecekte cezaevi idaresine teslim edecek. İdare, savunmayı inceledikten sonra AİHM’e gönderecek. Ve sonra savunma, Öcalan’ın avukatlarına gelecek. Öcalan bu barış maddelerini, AİHM’le birlikte kamuoyuna sunacak.
Şu anda devlet heyetiyle zaten bunları konuşmuyor mu Öcalan? AİHM’e devlet heyetiyle konuştuklarından farklı ne sunacak?
Metin dışarıya başka türlü bütünlüklü ve sistematik çıkmıyor. Öcalan bir metin hazırlıyor ve o metnin dışarıya çıkması gerekiyor. O metin ancak AİHM üzerinden çıkıyor...
Öcalan barış sürecinden umutlu mu?
“Barış, yüzde elli yüzde elli” diyor.