14 Eylül 2010 Salı

Silahlı Kuvvetler’e ‘silah bırak’ denmez / Devrim Sevimay Soru-Cevap

Örgütün eylem yapmama kararının ateşkese dönüşmesi için fiilen güvenlik güçleri ile örgüt mensuplarının karşılaşmayacakları ortamı sağlamak gerekir. Bunun adı “operasyon yapmamadır.” Çünkü Silahlı Kuvvetler’den silah bırakmasını istemek akılla izah edilebilecek bir konu değil

Referandumunda Güneydoğu’dan çıkan yüksek oranda boykot ve PKK’nın eylemsizlik kararının 20 Eylül’de sona erecek olması gözlerin yine Kürt meselesine çevrilmesine neden oldu. Ne AK Partili ne de BDP’li olması nedeniyle bölgenin daha sağduyulu ve objektif seslerinden biri olarak değerlendirilen Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilcisi ve Eski Diyarbakır Barosu Başkanı Dr. Sezgin Tanrıkulu’yla bu son durumu konuştuk:

PKK’nın bir aylık tek taraflı eylemsizlik kararının bitmesine altı gün kaldı. Sizce bu kararın tekrar bir ateşkese dönüşmesi için somut ne yapılabilir?

Örgütün bu eylem yapmama kararının bir ateşkese ve hatta giderek bir silahsızlanma sürecine dönüşmesi için fiilen güvenlik güçleri ile örgüt mensuplarının karşılaşmayacakları ortamı sağlamak gerekir. Bunun adı da “bu dönemde operasyon yapmamadır.“

Siz buna “karşılıklı silah bırakma” demiyorsunuz?

Kuşkusuz demiyorum, çünkü bu Cumhuriyet’in Silahlı Kuvvetleri’nden silah bırakmasını istemek akılla izah edilebilecek bir konu değil. Türkiye’nin bir tarafında silahlı örgütle olan bir çatışma var. Ve Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünde silahlı yöntem gerekli değil ve hiçbir biçimde de kullanılmamalı. O yüzden kimse güvenlik güçleri Güneydoğu’dan çekilsin, kışlalarını, karakolları boşaltsın demiyor ama bu eylemsizliğin ateşkese dönüşebilmesi için operasyon ve öldürme amaçlı aktif bir durumda da olmasın, diyoruz.

Bu ilan edilmeden de yapılabilir mi sizce?

Zaten bunun ilan edilmesi, kamuoyuna açıklanması hiç gerekmediği gibi, öyle bir beklenti de yok. Ancak fiilen bunu sağlamak mümkün. Bu da tam Başbakanın geçmiş yıllarda bir vesileyle söylediği silahlı kuvvetlerin “durduk yerde operasyon yapmaması“ durumuna denk düşmektedir. Yani silahlı kuvvetler, üstlendikleri yerleri bildiği ve eylem hazırlığı içinde olmayan örgüt mensuplarına yönelik pasif bir durumda kalmalı. Böylece giderek silahsızlanmaya ve demokratik çözüm yöntemlerine zemin hazırlayacak bir ortamı yaratmalı. Böyle bir sürece katkı sunmalı. Zira siyasal çözüm yöntemlerini konuşmak, tartışmak ve giderek en makûl yolu bulmak ancak çatışmanın ve ölümün olmadığı bir süreçte mümkün olacaktır.

Sizce bunun kararını verecek olan TSK mıdır, yoksa bağlı olduğu hükümet mi?

Bu karar elbette bir siyasal sorumluluğu gerektirir ve siyasal sorumluluğu da alacak olan da hükümettir. Ancak, Türkiye’nin en temel ve en can alıcı meselesinde Silahlı Kuvvetlerin de bu süreci zora sokacak söylemden uzaklaşması ve kolaylaştırıcı bir tutum içinde olması gerekir.

STK’LARIN ROLÜ BÜYÜK

Peki bu arada PKK’nın güvenlik güçleriyle karşılaşma amaçlı davranıp davranmayacağınasıl tespit edilebilir?
Silahlı örgüt, eylem yapmama ve giderek bunu kendileri bakımından bir ateşkese dönüştürme eğiliminde olduğunu zaten açıklamış durumda. Böyle süreçler, yani silahsızlanma ve siyasallaşma süreçleri aynı zamanda “güven”e dayalı süreçlerdir. Şimdi, “Silahlı bir örgüte nasıl güvenilir?” diyebilirsiniz, ama silahlı örgütün dayandığı ve meşruluğunu onların desteğine dayandırdığı önemli bir toplum kesimi var. İşte buna güveneceksiniz. Bu toplum kesimi çatışmanın olmamasını ve bir barış ortamını gerçekten istemektedir. Onların özgürlüğü için silah kullanan bu örgütün bütün davranışlarını, bu sürece inanırsa tespit eder ve denetler. Bunun yerel bir çok yöntemi vardır ve geliştirilebilir.

Sivil toplum olarak siz örgütü nasıl denetleyeceksiniz?

Bu bölgede sivil toplum örgütlerini yabana atmamak lazım. Bu toplumun siyasal partiler ve devlet dışında örgütlendiği, ayrıca örgütlülüğü etkin olan üçüncü bir alanı var, ki o da gerçekten sivil toplum örgütleridir. Her şeye rağmen bu örgütlerin bölgede dinamik ve etkili bir yapıları var.

Kaldı ki buradaki toplum da silahlı örgüt de bu gücü hiçbir zaman göz ardı etmemiştir, her zaman dikkate almıştır, dikkate aldığını da göstermiştir. İşte eğer sivil toplum örgütlerinin rolü bu çatışmanın devam etmesinden yana olan güçler tarafından özellikle zayıflatılmazsa bunlar denetleyecek güce ve imkânlara sahiptirler. Örgüt gerçekten “kendi kararı dışında” bir eylem yapmış veya yapma hazırlığında olmuşsa onu ortaya çıkarma, eleştirme, kınama ve bir daha yapmamasını sağlama gücünde olurlar. Bu zordur ancak mümkündür ve gerekli olandır.

SÜREÇ SIKINTIYA GİRDİ
Eylemsizlik süresince sanırım 20 PKK’lı öldürüldü ve sizce 21 Eylül günü hemen bunun, özellikle de dokuz militanın öldürülmesinin, misillemesine girişileceği bir gün olacak mıdır?

Evet, 13 Ağustos tarihinden bu yana 20 militan yaşamını yitirdi. Ve kırılma noktası da sizin de hatırlattığınız gibi eylem hazırlığı içinde olmayan dokuz militanın öldürülmesine yönelik malum operasyon oldu.

Oysa ki örgütün bu eylem yapmama kararının kendi içinde zaten zor bir süreçten sonra aldığını bilmekteyiz. Sonuçta bu operasyon örgüt içerisinde silahlı yöntemin devamından yana olanları güçlendirmiştir. Eylem hazırlığı içerisinde olmayan, örgüt üyelerini silahlı kuvvetler güçleri pekala izleyebilir, buna hiçbir engel yok ama çok kritik bir zaman diliminde böyle bir operasyon, 20 Eylül’de sona ereceği açıklanan bu süreci çok sıkıntılı hale getirmiştir. 20 Eylül’den hemen sonraki günlerde ne olacağı da doğrusu bu hafta içerisindeki gelişmeler bağlıdır diye düşünüyorum.

Öcalan’ın yarınki görüşmesinden değişik bir adım bekliyor musunuz; seçenekler ne olabilir sizce?

13 Ağustos ile 20 Eylül arasına sıkıştırılmış bir eylemsizlik kararından hemen siyasal sonuçlar beklemenin olanaklı olmadığını, hele hele referandum gibi toplumun çok sert biçimde kutuplaştığı bir dönemde hiç olanaklı olmadığını herkes, bu arada herhalde Öcalan da bilmekte ve tahmin etmektedir. Bir yasal düzenlemeyi gerektiren yüzde 10 barajı dışında, operasyon yapılmaması, KCK operasyonlarının yarattığı adaletsizliklerin giderilmesi, kalıcı ateşkes ve silahsızlanma için diyalog...

Bunlar ancak devam eden bir eylemsizlik kararıyla mümkün olabilir. 18 Ekim’de başlayacak KCK yargılama süreçlerine de baktığımızda böyle bir fiili durumun Öcalan tarafından da görüleceğini sanıyorum.

Gerçi bu süreçte, eylemsizlik kararının devamı için kendiliğinden olacak tek şey fiilen operasyonların olmamasıydı, ama maalesef o da oldu ve bende doğrusu adeta bu süreç devam etmesin diye yapıldığı izlenimi de var...

Kim tarafından?

Tabii ki bu operasyonu planlayan ve uygulayanlar tarafından. Bu operasyon sonucu bakımından hangi yararı sağlamıştır? Bu sorunun cevabı yoktur. Bu mesele her koşulda her kesimin “gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” anlayışı ile mesafe alınabilecek bir mesele değildir. Bazı uygulamalar için yazılı talimat olmaz, ama gereği de yapılır, yani operasyon yapmamak gibi...

SÖZ SIRASI AK PARTİ’DE

BDP bugün, hele de boykotta belli bir başarı sağladıktan sonra, sizce nasıl bir değerlendirme yapmalı?

Evet, BDP referandumda 29 Mart seçimlerine yakın bir başarı, talep ettiklerine yakın bir desteği elde etti. Ancak bu desteği verenler BDP’nin kadrolarından kendilerine güvenen bir siyasal aktör olarak davranmalarını arzulamaktalar. O nedenle de bence BDP’nin sıkışık olan bu bir haftalık zaman dilimini de gözeterek daha açık ve net bir biçimde “silahlı yönteme yeniden başlanılmaması” için bir çağrıda bulunması gerekiyor. Aksi halde boykotla elde ettikleri ve açıkladıkları siyasi başarının bir anlamı ve hatta uygulanma olasılığı dahi kalmayacaktır.

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, söyleşimizde “13 Eylül sabahı her şeyi unutup Başbakan ve Kılıçdaroğlu’yla birlikte barış çağrısı yapalım” demişti; somut olarak liderlerin bu hafta yapabilecekleri ne var sizce?

CHP zaten bu referandum sürecinde “yüzde 10 barajın indirilmesi”, “bu sürecin sonunda bir genel af”, “silahlı çatışmayı sona erdirecekse diyalog”, “yargılamaların ortaya çıkardığı adaletsizlik” başlıkları altında ve aslında çok kritik sorunlar konusunda görüş açıklamış durumda. Referandum süresince görüş açıklamayan ya da bu önerilerin karşında duran Ak Parti oldu.

Referandum süreci tamamlandığına göre şimdi bu konularda Hükümete çok daha fazla sorumluluk düşüyor. Hükümet siyasal muhatapları olan BDP, ana muhalefet partisi CHP ile görüşmeli ve somut bir biçimde yapılabileceklerini kamuoyuna açıklamalıdır. Aslında referandum sonrasında bu hafta başlayacak böyle bir diyaloğun kendisi bile bu sürecin uzaması için yeterli olabilir.

Yapılmazsa?

Yapılmazsa’nın üzerinden konuşmak zor ama yeni bir çatışma sürecinin geri dönülemez sonuçlara yol açacağını geçtiğimiz 3-4 aydaki olaylar herkese göstermiştir. Çatışma sürecinin hangi provokasyonlara zemin hazırladığını, nelerin provalarının yapıldığını hep birlikte gördük. Daha da kontrol edilemez bir sürecin başlamasını herhalde kimse istemez.

Referandumdan ‘muhatap BDP’ sonucu çıktı

Referandumdan çıkan tablo size Güneydoğu’yla ilgili ne diyor?

Büyük oranda BDP tarafından temsil edilen ve “demir çekirdek” olarak ifade edebildiğim seçmen bloku genel olarak “disiplinli” tutumunu bu kez fazla “gönüllü” olmasa da bu referandumda da gösterdi ve büyük oranda sandığa gitmedi. Bunun önemli nedeni Kürt meselesinde “yakan top” olarak önümüzde duran çatışmanın yeniden başlama potansiyelidir. Bölgede “demir çekirdeği” oluşturan Kürtler, muhtemel bir diyalog ve müzakere sürecinde siyasal temsilcileri olarak gördüklerini çok fazla zayıflatmamak için büyük oranda sandığa gitmemişler ve siyasal temsilcilerini bu süreçte zayıflatmak istememişlerdir.

Kabul edilmesi gereken başka bir gerçek de, siyasetini bu “demir çekirdek” etrafında şekillendiren, onların direncine, vefasına dayanan BDP’nin her ne kadar kendisi istemese ve çekingen davransa bile artık meşru siyasal muhatap olarak hesaba katılması gereğidir.

Bölgede sandığı boykot eden her Kürt Demirtaş’ın söylediği gibi “demokratik özerklik istiyor” anlamına gelir mi?

BDP bir siyasi parti olarak aldığı bu sonuca istediği anlamı yükleyebilir, siyaseten bu meşru da olabilir, ama sandığa gitmeyen bütün Kürtlerin demokratik özerliği desteklediğini söylemek de doğru değil. “Demokratik özerklik” örgütün eylemsizlik kararıyla eş zamanlı olarak, bir anlamda onun siyasi gerekçesi olarak bir karardır. Dolayısıyla yukarıdandır ve tamamıyla toplumun içinden, alttan gelen bir istek olduğunu söylemek en azından şimdilik mümkün değildir.

CHP BARİYERLERİ YIKIYOR

Sizce Kılıçdaroğlu’lu CHP bu referandumdan nasıl çıktı?

CHP uzun yıllardır Kürtlerle ve muhafazakar kesimle arasına ördüğü bariyerleri bu referandum sürecinde araladı, empati kurmaya başladı. Bu kesimler bakımından negatif siyaset dilinden uzaklaştı ve giderek pozitif bir siyaset dilini kullanır oldu. Nelerin olmayacağı üzerinden değil, nelerin olabileceği üzerinden siyaset yapmaya başladı.

Diyarbakır’daki 14 STK’nın evet çağrısına karşın bölgeden yüksek oranda boykot çıkmasını sizce nasıl değerlendirmek lazım?

BDP tabanının ve temsil ettiği siyasal çizginin ağırlıklı olarak bu görüş açıklamasından etkilenmeyeceği zaten bilinmekteydi. Ancak, bu görüş açıklamasının Diyarbakır’da hiç etkili olmadığını da düşünmemek lazım. Çünkü bence gerçekçi bir karşılaştırma yapmak için geçmiş referandum ve seçimlere katılmayanların oranı ile sandığa gidenlerin oranı toplanıp, bugünkü boykot oranıyla öyle karşılaştırma yapmak gerekir. Bu oran da geçen seçimlerde alınan oy oranlarından fazla değildir kanısındayım.

12 Eylül’ü yaşamış olan ülkücüler açılıma daha sağduyulu yaklaştı

Sizce sandığa gidenlerin verdiği “evet” oyu, Kürt açılımına da verilen bir onay mıydı; “Pakete evet diyen ülkücüler demek ki açılıma da itiraz etmediler” yorumu için ne dersiniz?

Açılım sürecinin başından beri oluşan dirence rağmen AK Parti’nin referandumdan yüzde 58 başarıyla çıkmış olması bence de toplumun önemli bir kesiminin açılım sürecine karşı çıkmadığını gösteriyor. Kaldı ki “hayır” oyu verenler arasında da bu sürecin devamından yana olan pek çok kesim var. Ayrıca bence özellikle 12 Eylül sürecini aktif bir biçimde yaşamış olan ülkücü hareketin kadroları da açılım konusunda daha sağduyulu davranabileceklerini göstermişlerdir. Bu durumda AK Parti’nin Kürt açılımına devam etmesi için bir engel kalmamıştır. Zaten seçim sürecinin başarısı da bu açılımı devam ettirmesine bağlıdır, zira yeniden bir çatışma ortamına girilmesi en başta AK Parti’yi zora sokar.