13 Mart 2012 Salı

İlker Paşa akıbetı neden göremedi? / Osman Özsoy

Güç kirlenmesi çok fena bir duygudur. Basireti köreltir, hissiyat ve hevesi aklın ötesine geçirir.
Siyasetçide de böyle, askerde de, iş, sanat ya da medya dünyasında da...

Güç kirlenmesi insana muhakeme yeteneğini kaybettirir, en güçlü olduğunu zannettiği dönemde bile etrafını sarmalayan çevrenin elinde aslında bir oyuncak haline getirir. Her hareketine alkışlar yön vermeye başlar. Güç bende zannederken kullanıldığını göremez, zamanla şak şakla beslenir hale gelir.

İşler ters gitmeye başladığında ise tribünler hızla boşalır. İnsan birden arenanın ortasında yalnız kalıverir.
28 Şubat'ın en güçlü ismi, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir olarak bilinir. Nitekim o günlere ait hafızalara kazınan en güçlü fotoğraflar arasında, Orgeneral Çevik Bir'in muzaffer bir kumandan gibi, onlarca kamera arasında başbakanlık merdivenlerinden inip çıkma görüntüleri önemli bir yer tutar.

28 Şubat'ın bu en güçlü generalinin ruh halini, 28 Şubat'tan sadece 2 hafta sonra, son darbeyi gerçekleştiren Kenan Evren'e canlı yayında sormuştum; "Bu delikanlıyı kullanıyorlar, farkında değil" demişti.

Eğer bir dönem yetki sınırlarını zorlama pahasına güç ve odak noktası olmanın hazzını keyfince yaşarsanız, gün gelip okların üzerinize çevrildiği dönemde de, ister istemez bazı sonuçlarla karşılaşırsınız. Kabul etsek de etmesek de, bu döngü yalın bir gerçeklik olarak insanlık tarihinin bir parçasıdır.

Algılar semboller üzerinden yürür. Eğer birgün 28 Şubat dönemi de yargı süreci bağlamında sorgulanırsa, dün güç merkezinin odağı gibi algılanmanın keyfini sürenler, günü geldiğinde sembolik bile olsa hesap vermenin kıskacından kurtulamazlar. 

Bugün cezaevinde olan Orgeneral İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde kameralar karşısına geçip o agresif ses tonu ve hiddetli haliyle toplumu ve sistemi hizaya sokmaya çalışıyor izlenimi verirken, kişisel kanaatim odur ki, bu konuda yalnız değildi. Onun vitrinde görünüyor olması ve belli bir düşünceyi seslendirmesi o dönemde en etkili kişi olduğu anlamına gelmez. 

Ne demiştik, algılar semboller üzerinden yürür ve bu döngü yalın bir gerçeklik olarak insanlık tarihinin bir parçasıdır. Ben yaşanan süreçleri böyle anlıyorum.

Genelkurmay Eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Pazar günü bir gazeteye yaptığı açıklamaları okuyunca, zihnimde bugün satırlara döktüğüm yukarıdaki düşünceler neşet etti. Nereden nereye diye düşündüm.

İlker Paşa açıklamasında, "Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yıpratmak, sindirmek ve itibarsızlaştırmak maksadıyla yürütülmekte olan asimetrik psikolojik harekâta karşı mücadele ettim" demiş. Bu ifadeler yakın tarihte yaşadığımız ve gözümüzün önünde cereyan eden gerçeklikle örtüşmüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri, İlker Paşa dönemindeki kadar yıpranmadı. Yıpranma nedeni belli çevreler tarafından bilinçli olarak yıpratılması değil, yıpranmasına zemin hazırlayacak uygulamaların bizzat karargah tarafından devreye sokulması ve kuruma itibar kaybettirilmesi oldu.

Bugün yaşadığımız tablo adeta göstere göstere geldi.
2 yıl önce bu köşede yazmaya başladığımda kaleme aldığım ikinci yazı, "Darbenin günlüğü neden tutulur?" başlığını taşıyordu. Yazıda, "Hiç düşündünüz mü, bir insan nasıl olur da, normal düzende suç unsuru oluşturabilecek şeylerin kaydını tutar, gün gün olan biteni yazar?" diye soruluyor ve ardından da cevabı veriliyordu:

"...Bugüne kadar bu tür işlerde kendilerinden hesap sorulamaz olmak, birbirini takip eden zincirleme yanlışlara neden olmuştur. 'Böyle gelmiş böyle gider' anlayışı yanlışa sürüklemiştir. Türkiye'de sistemin kilitlendiği, daha doğrusu kirlendiği nokta da tam da burasıdır."
İlker Paşa tarihin akış sürecini, dünyanın, en azından ülkemizin gidişatını iyi okuyamadı. Ülkemizi dünkü Türkiye sandı.
"Biz zamanında kendisine hatırlatmıştık" demenin artık bugün bir anlamı yok.
İlker Paşa'nın Genelkurmay Başkanı olarak kendisini en güçlü ve hesap sorulamaz gibi vehmettiği günlerde bu köşede, 18 Mart 2010 tarihinde, "İlker Paşa'yı zor günler bekliyor" başlıklı bir yazı kaleme almıştık.

Yazıda, "İlker Paşa'yı emekliliğinde zor günlerin beklediğini düşünmek güç değil. Eğer yargının önünü açarsa, kendi önünü de açmış olur. Cumhuriyet tarihinin bu en büyük davası artık bu noktadan geri dönmez. Herkes konumunu ona göre belirlesin" tespitinde bulunmuştuk.
İlker Paşa'nın Hürriyet gazetesine yaptığı son açıklamaları okuyunca, çağı ve ülkemizin gidişatını okuma konusundaki algılama sürecinin revize edilmeye ihtiyacı olduğunu gördüm.
Yazımızı, "İlker Paşa'ya küçük bir soru" başlıklı 2 yıl önce tam da bugünlerde kendisine hitaben kaleme aldığım yazıdan birkaç satırla sonlandıralım:

"Paşam, dünyanın değiştiğini, medya çeşitliliğinin sağladığı şeffaflıkla toplumun artık olan biten herşeyi yakından izlediği ve yanlış yapanın dünyanın öbür ucuna bile gitse yanına kâr kalmadığını ve kim olursa olsun "gel buraya" denildiği bir sürecin egemen olduğu yeni bir dünyaya doğru evrildiğimiz gerçeğini algılayabildiniz mi, bundan emin değilim.

Zarif insansınız ama, sanıyorum yanlışa sahip çıkmakla, siz de dünün enkazı altında kalacaksınız. Dünkü hafriyatın üzerinde gezinmektense, yeni dünyanın şantiyesinde bir demokrasi mimarı gibi olmanızı tavsiye etmek isterim. Çok geç olmadan..."
Maalesef çok gecikti. Keşke cezaevine giden yolun taşlarını döşeyeceğine, daha çağdaş demokrasiye evrilen Türkiye oluşturma gayretlerine destek verip, tarihe böyle geçseydi. Keşke...