9 Mart 2012 Cuma

Balyoz'un sesleri... / Hüseyin Gülerce

Türkiye'nin bugün en önemli meselesi nedir? Yani bu ülkede bir arada, insanca, huzur ve refah içinde, özgürce yaşamanın sağlanması, ne ile mümkün?

Cevap belli: Hukukun üstünlüğünün, hürriyet ve özgürlüklerin teminat altına alındığı bir demokratikleşme gerekiyor. Ama ayağımızda bir kelepçe, bir pranga bağlı: Vesayet... Ondan kurtulmadıkça gün yüzü göremeyiz. Vesayete güç veren, onu tahkim eden darbe dönemlerini yargılamadan, cuntacılarla Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ayırt etmeden, Cumhuriyet'i demokrasi ile taçlandıramayız. Gündem ne olursa olsun, birileri nereye çekerse çeksin, pusula daima tek yönü göstermeli: Vesayetten demokrasiye geçmeliyiz. Hesaplaşma için, rövanş için değil, adalet için, hukukun üstünlüğü için, istikrar için, demokratikleşme için yolumuzdan zerrece sapmamalıyız. Siviller yeni bir anayasayı mutlaka yapmalıdır, derken de anlatılmak istenen budur...

Vesayetçiler ise bunu asla istemiyorlar. Varlıkları, imkânları, konumları, itibarları biteceği için direniyorlar. Siyasetin ve toplumun dikkatini, başka yerlere çekmeye çalışıyorlar. Suni gündemler, kafa karıştıran hayal mahsulü tehdit ve tehlikeler gündeme getiriyorlar. Meydanlara yeni fitne kazanları kuruyorlar...

Vesayet derken, sadece İttihat Terakki'den tevarüs eden bir zihniyetten söz etmiyoruz. Bürokrasiye, yargıya, medyaya, siyasete, günlük hayata, eğitime, öğretime her yere sızmış, her yere el koymuş bir yapılanmadan bahsediyoruz. Unutmayalım; bunu "demokrasi, basın özgürlüğü, çağdaşlık, laiklik" deyip yapıyorlar? 27 Mayıs 1960 darbesinden beri on yılda bir tekrarlanan darbelerle yapıyorlar. Cinayetlerle, suikastlarla, provokasyonlarla ürküterek, sindirerek, korkutarak yapıyorlar... İşte bir haftadır 28 Şubat'ı tartışıyoruz. Siyaset-medya-asker ilişkileriyle, meşru iktidarın nasıl devrildiğini bir daha hatırlıyoruz.
Ama 28 Şubat'la da bitmemiş bu darbe hevesleri, çabaları, planları... AK Parti 3 Kasım 2002'de tek başına iktidar olmuş, hemen üç ay sonra bir düğmeye basılmış. Şimdi onun bir davası var: Balyoz Darbe Planı davası.

Evet, Balyoz Davası'nda yeni bir aşamaya gelindi. İstanbul 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 249'u tutuklu 365 sanıklı davada, geçen hafta, 5-7 Mart 2003'te 1'inci Ordu Komutanlığı'nda yapılan seminere, "gözlemci" olarak katılan 9 subay "tanık" olarak dinlendi. Ve delillerin değerlendirilmesi aşamasına geçildi. İlk olarak da dava konusu seminerin başlangıç kısmına ait ses kaydının yer aldığı 1 saat 20 dakikalık CD dinletildi. Dinlenilen kayıtların ardından Mahkeme Heyeti Başkanı, her sunumdan sonra, sunumu yapan sanığa bu sesin kendisine ait olup olmadığını sorarak, itiraz haklarının bulunduğunu hatırlattı. İtiraz edildiğine dair medyaya bir haber yansımadı.

Bunu neden önemsiyorum. Çünkü söz konusu davayı esastan çürütmek isteyenler; "efendim öyle bir çalışma yapıldı ama.. bir fikir jimnastiği idi. Mesela dedik..." savunmasını yapıyorlar. Hâlbuki davanın 1 numaralı sanığı, dönemin İstanbul 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın kendi sesinden şu ifadeler var:

"Ben onu söyleyeceğim şeyde, Genelkurmay Başkanı'na, Kuvvet Komutanı'na diyeceğim ki; 'siz Meclis'i ve hükümeti uyarıcı, bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse çağırın, 'bu işin sonu b..tur, işte sonunuz böyledir. Bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın'... Milli Mutabakat Hükümeti kurulması... Bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulması önemli."

Balyoz davası, maalesef TSK içinden engellemelerle karşı karşıya. Davanın savcısı adeta isyan ediyor: "Kara Kuvvetleri gözlemci raporu bulunamıyor. Bazı şeyler gizleniyor. Bazı gözlemciler 'rapor düzenlendi', bazıları 'düzenlenmedi' diyor. Nasıl olur da kimse bir şey hatırlamaz? Seminerde herkes mi uyuyormuş?"

Balyoz'un sesleri kulakları tırmalarken, hâlâ darbe mızrağının çuvala sığacağını düşünenler var. Pes...