22 Şubat 2011 Salı

Menderes’in kefeni ve balyoz / Sedat Laçiner

Modern hukuk çok ‘acımasız’dır. Örneğin bir tek elmayı dahi çalarsanız kendinizi hapiste bulabilirsiniz. Devletler kendilerine karşı işlenen suçlarda ise çok daha acımasız olabilirler. Mesela dünyanın en ağır cezaları terör suçlularına verilir. Bir hukuk düzeninde işleyebileceğiniz en büyük suç ise o hukuk düzenini kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaktır. Başka bir deyişle sisteme darbe yapmaktır. Eğer darbe yaparsanız mevcut yasaları çöpe atarsınız, demokrasinin kalbi olan parlamentoya kilit vurursunuz. Böylece hukuka ve demokrasiye toptan savaş açar, işlenebilecek en ağır suçu işlemiş olursunuz.

27 Mayıs’ta tam da böyle olmuştur. Darbeciler Meclis’i kapatmış, ülkenin tüm kurumlarını kontrollerine almışlar ve en önemlisi anayasayı ve yasaları çöpe atmışlardır. Milletin seçtiği devlet adamları hapislere tıkılmış, kurulan sözde mahkemelerde ‘üretilmiş deliller’le yargılanmışlardır. Ağır insan hakları ihlalleri sonucunda pek çok milletvekili sağlığını ve hatta hayatını kaybetmiştir. Ülkenin başbakanı ve iki bakanı idam edilmiş, cumhurbaşkanı ise hayatını zor kurtarmıştır. Sözde davaların devam ettiği Yassıada’da aralarında Lütfi Kırdar’ın da bulunduğu dokuz kişi hayatını kaybetmiş, birçok sanık ise hakaretlere dayanamadıklarından intihar teşebbüsünde bulunmuştur.

Peki, anayasayı çöpe atan, Meclis’i kapatan darbecilerin Adnan Menderes ve arkadaşlarını ölüm cezası ile cezalandırırken dayandıkları temel gerekçeleri ne idi biliyor musunuz? Anayasayı ihlal. Evet yanlış okumadınız, tüm anayasal sisteme tecavüz eden bu kişiler, o anayasal düzenin başbakanını ve bakanlarını ‘anayasayı ihlal etti’ diye idam ettiler. Bugün de darbecilik yapanlar aynı gerekçeye sığınmıyorlar mı?

27 Mayıs ilkti, ama son olmadı. Hukuk ve demokrasinin üzerindeki zorbalık 27 Mayıs’la kurumsallaştı ve kalıcı hale geldi. Ülkenin tüm başbakanları militarist çevrelerle yaşadıkları sorunlarda Menderes’in beyazlar içinde idam sehpasında sallanan bedenini hatırladılar. Türk siyasi hayatında ‘höt’ deseniz korkacak siyasetçiler belirdi. 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat ‘anayasa adına’ hukukun en temel ilkelerini ayaklar altına aldı. Pek çok beden hapishanelerde çürüdü. İşkenceler, gece girilen evler, kararan hayatlar herkesin kanıksadığı haller oldu. 1970’ler ve 1980’ler boyunca karakolda işkence görmek sanki Allah’ın emriydi. Fakat herkes bu durumu kabulleniyordu, gerçek anlamda bir direniş gözlenmiyordu. 1990’lar boyunca ise özellikle Güneydoğu’da faili meçhuller sıradan olaylardı. Bir köşede ensesine kurşun sıkılmış olarak bulunanlar, cesedi hiç bulunamayanlar, işkence gördüğü her halinden belli olduğu halde ‘normal ölüm’ olarak kayıtlara geçirilenlerin sayısı binlerceydi. Ve bunların hepsi hukuk ve millet adına yapıldı...

Evet, eğer bir elmayı çalarsanız bunun bir cezası vardır. Fakat hukuku ve demokrasiyi katletmenin bu ülkede herhangi bir cezası hiç ama hiç olmadı. Yukarıda saydığımız tüm zorbalıkları ve hukuk ihlallerini yapanlar bugün devlet tarafından hala suçsuz ve onurlu birer Türk vatandaşı olarak tanınıyorlar. Darbeciler işledikleri bir tek suçtan bile yargılanmadılar, mevcut yasalar önünde onurlarından da bir tek zerre bile kaybetmediler. Hatta bazı siyasiler bu zorbalıkları bugün bile savunabiliyorlar. 27 Mayıs’ı haklı bulan pek çok sözde hukukçu olduğu gibi, yeni 28 Şubat'lar isteyenler bile var aramızda.
***
Ergenekon ve Balyoz davalarına gelecek olursak, yargıçlar ve savcılar bu davaları yeni darbe girişimleri olarak görüyor. Ortada bir cinayet var. Üstelik öldürülen bir Danıştay yargıcı. Sonra Ankara ve İstanbul başta olmak üzere yeraltından çıkan çok sayıda silah var. Dinleme kayıtları ve bulunan belgeler de yeni darbe girişimlerine işaret ediyor. Binaların zeminlerine zulalanmış gizli belgeler, altında ıslak imzasıyla akıllara ziyan suç örgütlenmeleri var ortada.

Tüm bu delillerin sonucunda varılan resmi suçlama şu: Birileri medya ve diğer araçlarla toplumu bir askeri darbeye psikolojik ve siyasi olarak hazırlarken, diğerleri de ülkede güvenlik sorunları oluşturarak askeri sokağa çekecekti. Bildik bir senaryo. Önce tanınmış kişilere suikast düzenlersin, sonra suçu toplumun bir kesimine atarsın. Ardından siyasi kutuplaşma sağlar, insanları sokak çatışmalarına çekersin. Çatışmalar şiddetlenince de arayı bulmak bahanesiyle darbe yaparsın.

Balyoz sanıkları suçlu mu, değil mi, bunu zamanla göreceğiz. Diğer taraftan kimin suçlu olduğunu bilemesek de ortada büyük bir suç olduğu muhakkak. Zaten bu davaların açılmasından sonra Türkiye’de siyasi cinayetlerin bıçakla kesilmişçesine durması da suçu doğrulayan bir diğer kanıt. Mahkemenin sorunu ise hala bu ülkede darbenin suç olduğuna inanmayan pek çok aydının ve siyasetçinin olması, hatta bugüne kadar bir tek darbecinin dahi yargılanamamış olmasıdır. Menderes’in kefeni ortada durdukça suçlular değil, suçsuzlar korkmaya devam edecektir. Suç cezasız kaldıkça bazıları darbeciliği doğal bir hak olarak görecek, kendisini durdurmaya çalışanlar yargıç ve savcılar olsa da bunu anlayamayacaklardır.