13 Temmuz 2010 Salı

'Mehmetçik'e dair / Kürşat Bumin

Genelkurmay Başkanı'nın Uğur Dündar'la "söyleşisi"ni izlememiştim. Org. Başbuğ'un programda yaptığı açıklamalar hakkında da Ak Parti ve BDP'nin dile getirdiği itirazlarla sınırlı bilgim vardı.

Ancak geçen gün Ahmet Altan'ın (Taraf) yazısında yer alan bilgiyi okuyunca program metnini görmek istedim. (Bu ulaşım çok kolay oldu çünkü konuşmaların yazıya dökülmüş –entegral- hali Genelkurmay'ın sitesine yerleştirilmişti. İyi olmuş, böylece sadece Genelkurmay Başkanı'nın açıklamaları değil, Uğur Dündar'ın "söyleşi" sırasında araya girmeleri de arşivde yerini almış!)

Altan'ın verdiği ve yorumladığı bilgi şu idi: "Örgeneral Başbuğ, neden 'zorunlu askerlik' istediğini anlatırken, 'mehmetçiğin' milletle ordu arasındaki bağ olduğunu söyledi birkaç kere, zorunlu askerlik ortadan kalkarsa bu bağ koparmış."

Gerçekten de (Genelkurmay'ın sitesindeyiz artık) Başbuğ, söz konusu "bağ"ı böyle kuruyor. Şu sözler yani: "Mehmetçik. Bizim en büyük gücümüz. Şimdi Türk Ordusu'nu Türk Ordusu yapan, artı ordu ile milleti birleştiren, entegre eden askerlik. (...) Şimdi siz eğer bu sistemle oynamaya kalkarsanız bu fevkalade yanlış ve kesinlikle katılmıyorum. Doğru olmaz. Bu bizim tarihi devlet asker millet ananemizi kökten sarsar ve samimi olarak söylüyorum Ordu ile Millet arasındaki bağı da kopartır."
Biliyorsunuz, Org. Başbuğ'dan dinlediğimiz bu görüş yeni bir şey değil. Benim kim bilir kaç kere tekrarladığım gibi, TSK kendisini olması gerektiği gibi bir "devlet aygıtı" olarak değil, "Milletin ayrılmaz bir parçası" olarak sunuyor. (Ve hemen söyleyelim ki, TSK'nın bu düşüncesi pek çok cenah tarafından da benimsenip vurgulanıyor.) Oysa –yine biliyorsunuz- bu "teori" tarihin bir döneminde icat edilmiş, geliştirilmiş ve nihayet vazgeçilmiş bir düşüncedir. Çünkü bütün ordular gibi TSK da artık "milleti birleştiren" bir kurum filan değil, bir "devlet aygıtı"dır. (Bu "teori"nin en veciz şekilde dile getirilişinin örneklerinin başında 61 Anayasası'nın "Başlangıç" bölümünde yer alan ve 27 Mayıs'ı yapanın TSK değil "millet" olduğu iddiasıdır.)

Demek ki zamanında dünyadaki bütün ulus-devletlerde "milli ordu" ve "millet" arasında kurulmaya çalışılmış olan sıkı "bağ", ulus-devletleşme sürecine göreli olarak geç başlayan Türkiye'de hâlâ işin başındaki gibi devam etmektedir. Sanırsınız ki devir hâlâ Hegel'in atının üzerindeki Napoleon'u nihayet zuhur etmiş "Akıl" olarak gözlemlediği devirdeyiz... Oysa biliyoruz ki, "zorunlu askerlik görevi" vasıtasıyla oluşturulan "milli ordular"ın devri çoktan kapanmıştır. (Bakın mesela: Taraf gazetesinde –Altan'ın sözünü ettiğim yazısının yayımlandığı gün- yer alan bir fotoğrafta Afganistan'da bugüne kadar ölen 312 Britanya askerinden birkaçının cenaze törenini görüntüleyen fotoğrafa. Tören alanını sadece bir grup "eski savaşçı" ve büyük ihtimalle ölenlerin yakınlarının doldurduğunu gözlemliyoruz. Mutlaka Britanya ordusundan ve devlet adamlarından bir grup da vardır törende. Ama dikkat: "Millet" yok bu törenlerde. Yok, çünkü bu ülkedeki "millet", Afganistan gibi ülkeden binlerce kilometre uzak bir diyarda bu askerlerin niçin öldüğü sorusunun cevabı ile bugün benimsediği değerler arasında bir bağ kurmakta çok zorlanıyor.)

O halde şu tespitte uzlaşmamız gerekiyor önce: Bütün "milli ordular"ın tarihin belli bir döneminde (çok gerilerde değil, 19. yüzyılda) oluşan ulus-devletlerin kurduğu ve zorunlu olarak "zorunlu askerlik"le geliştirdiği kurumlar oldukları, yani esas itibariyle "tarihsel" -yani ilelebet yaşayamayan- kurumlar oldukları gerçeğinden hareketle, onlara ilişkin geliştirilmiş "devlet söylemi"nden artık vazgeçmek gerekmektedir.

TSK'yı bu tespitin dışında bırakamayız, çünkü TSK da –hem de diğer "milli ordular"a kıyasla gecikmiş olarak- bu ülkedeki ulus-devletin var ettiği ve giderek kendisini "milletin ayrılmaz bir parçası" olarak sunma noktasına gelen bir ordudur. Düşünün, imparatorluk döneminin ordusunu düşünün... Çok geç dönemlere kadar "zorunlu askerlik"i tanımayan, "modern ordu"nun gerektirdiği –başta "disiplin"- emir ve komuta zincirini uygulamayan, yüzyıllar boyunca yeniçeri ve atlı sipahilerden oluşan imparatorluk ordusunun Prusya ordusu modeliyle ne kadar yakın zamanda tanıştığını hatırlayın... Bu ordunun TSK'nın yapısı, işleyişi ve ideolojisi ile uzaktan yakından ilgisi var mıydı?

Demek ki, "Mehmetçik"ten her vesile ile söz etmeden, adını olur olmaz çerçevede olur olmaz biçimde anmadan, ona olur olmaz biçimde tarihsel rol biçmeden önce düşünmek gerekiyor.

Ne diyorsunuz? "Mehmetçik" de ulus-devletin yarattığı bir simge değil mi acaba?
Yarınki yazıda devam edeyim.