Demokratik Açılım çerçevesinde Habur’dan giriş yapanlardan 10 kişilik PKK’lı grubun, dokuz ay sonra haklarında iddianame hazırlanıp tutuklanmaları, bir üst düzey yetkiliye göre, devletle yaptığı anlaşmayı PKK’nın sessizce bozmasından kaynaklanıyor. Aynı yetkiliye göre, “PKK’nın dağdan inip Habur’dan giriş sürecini devlet de iyi yönetemedi. Belki savcılar, sınırda kurulan çadırlar yerine, şehir merkezinde sorgulama yapar, dönenlerin de üzerlerindeki gerilla kıyafetleri yerine kot pantolonlar giymeleri sağlanabilirdi. Diğer yandan devlet, Avrupa ve dağdan dönüşleri kontrollü yapacaktı, dönenlere de ‘Silahlarınızı bırakın,’ dendi. PKK ise yardımcı olmadı, saldırılarını arttırdı o zaman. Bir taraf, yani PKK sessizce verdiği sözü bozmuş oldu.”
“PKK’nın sessizce verdiği sözü bozmasında” en önemli etken olarak, demokratik açılım sürecinde muhatap alınmayacağını ve varlığının sona ermekte olduğunu görmesi gösteriliyor. PKK’nın, Türkiye’nin, şimdilerde ABD ve Kuzey Irak Kürtleri dâhil Irak’a, “Kampları bas, öncelikle yaklaşık dokuz üst düzey PKK sorumlusunu derdest edip, bize ver,” talebini yinelediği üçlü mekanizmayı da ciddi tehdit olarak algıladığını tesbit etmek lazım.
Devlet, hükümet açılım sürecinde hata yaptı, peki ya muhalefet özellikle de ana muhalefetteki CHP? Görüştüğüm üst düzey yetkili, “Demokratik açılım konusunda ana muhalefet CHP, sorunun çözümünde ışık tutup, yol gösterebilirdi,” diyor. CHP’nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yarın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Kürt sorunu ve artan terörü görüşecek. Kılıçdaroğlu önderliğindeki CHP, Erdoğan ile buluşmasında, bir ulusal çıkar konusu olan Kürt sorununun çözümü ve PKK terörünün azaltılmasında yapıcı katkılarda bulunmazsa çok büyük bir vebal taşımaya devam edecek.
Gelelim, terörle mücadelenin, 26 yıldır siyasilerin dirayetsizliği yüzünden TSK’ya havale edilen, dolayısıyla da başarısız kalan askerî veçhesine... Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri ve Irak yönetiminin, anayasalarının da öngördüğü şekilde, PKK unsurlarını topraklarından çıkartmalarını istiyor. Türkiye, Irak’ta işgal gücü olması nedeniyle ABD’den de PKK’nın Kuzey Irak’taki yaşam alanının daraltılması ve üst düzey PKK sorumlularının yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmelerinde aktif rol oynamasını talep ediyor.
Ankara, üçlü mekanizmanın tüm taraflarına, “Ya siz birlikte, ya da tek tek PKK’ya ait Kandil ve diğer kampların boşaltılmasını sağlayın ya da biz bu işi Türkiye olarak tek başına yapalım,” diyor. Aslında Ankara bu talebini yıllardır ilgili yerlere iletiyor. Dikkat ederseniz Ankara, kendisinin çözme iradesi ve cesareti gösteremediği PKK konusunda başkalarından hep bir şeyler talep ediyor.
Bir yandan da iç siyasi gelişmelere göre özellikle de askerî kanat bazı muhalefet partilerinin de desteğiyle, Kuzey Irak’a kara harekâtı seçeneğini ısıtıp, ısıtıp masaya getiriyor.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, tam da darbe Anayasası’na bir nebze reformist değişiklikler getiren paketin 12 eylülde referanduma götürülmesi öncesinde, âdeta siyasi parti lideriymiş gibi kampanya yapıyor ve MGK’da görüşülen gizli bazı bilgileri de basına sızdırıyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 8 temmuzda Nijerya yolunda gazetecilere yaptığı açıklamada, Başbuğ’u ad vermeden eleştirip, “Karar alındıktan sonra detay vermek mücadeleyi etkiler,” diyerek, TSK’nın en tepe komutanına, “PKK ile mücadeleyi olumsuz etkileme,” mesajı vermek zorunda kalıyor!!!
Şu sıralar, bazı gazetelerde yer alan, Türkiye’nin kara harekâtı yapacağı haberlerinin amacı da, adresi de aynı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt da, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını önlemek ve Temmuz genel seçimlerinde AK Parti’yi zor durumda bırakmak için, Kürtler ya da ABD önlem almazsa Türkiye’nin Kuzey Irak’a tek yanlı müdahale edeceği tehditlerini savuruyordu. Aslında bugün Başbuğ, dün de Büyükanıt, Kuzey Irak’a tek yanlı müdahalenin fayda getirmeyeceği gibi ABD ile de ciddi sürtüşmeye yol açacağını biliyorlar(dı).
Şimdi de amaç aynen 2007’de olduğu gibi AK Parti’yi, yapılmasını mümkün görmedikleri kara harekâtı tezleriyle köşeye sıkıştırarak, referandumun “Hayır,” oylarına takılmasını sağlamak. Bu kez muhtıra yayınlanacağını zannetmiyorum.
Hem seçilmiş siyasilerin hem de atanmış bürokratların, salt iktidara karşı olma adına barışçıl çözümü Türkiye’nin milli menfaatine ne denli hizmet edecek bir konuda, siyasi hesaplar içine girmeleri Türkiye’yi yiyip bitiriyor.