Demokratik Toplum Kurultayı bildirisinin sarsıntısı devam edecek daha. Fakat o arada Genelkurmay'ın yaptığı açıklamanın artçı dalgalarını duyuyoruz. Bence ikisi arasında hiç ihmal edilmemesi gereken bir ilişki var ve bu ilişki doğrudan iktidarı ve siyasetçileri irdelememizi gerektiriyor. Şöyle başlayalım...
Genelkurmay'ın hele bu son yaptığı açıklama, asker-sivil ilişkisi köprülerinin altından bunca su akıp geçtikten sonra, büsbütün kabul edilmez, irkiltici bir çıkış. Basında, gereken değerlendirmeler yapıldı ve böyle bir konunun askerleri doğrudan ilgilendirmediği belirtildi. Fakat acaba böyle bir noktaya gelirken siyasetçilerin yarattığı bir boşluktan söz edemez miyiz?
Bana göre rahatlıkla edilebilir. Sivil siyaset son bir yılda çok önemli bazı adımlar attı. Kürt açılımı diye başlayan bir hamlenin adının zaman içinde demokratikleşme açılımına dönüşümü bile başlı başına bir gelişmedir. Bu dönemde, hükümet, sadece sorunu tabu olmaktan çıkarmadı, işin enine boyuna tartışılması için de uygun yani verimli bir zemin hazırladı.
Ne var ki, bu kalkışma sonuç vermedi. Tersine, tam bir hazırlıksızlık, plansızlık, en önemlisi politikasızlık, hamlenin, "malum çevrelerin" ve "malum korkuların" baskısıyla geriye doğru işlemesine ve kendi üstüne kapanmasına yol açtı. KCK meselesinden üç ana konudaki çözümsüzlüğe kadar her şey ortada, boşlukta kaldı. Üç mesele, anadilde eğitim, bölgesel özerklik ve anayasadaki yurttaşlık tanımıdır.
Hükümet bu konulardaki kararsızlığın yarattığı hayal kırıklığını hissetmeyecek bir noktada değildir. Tersine, bunu algıladığı için şimdi Başbakan Güneydoğu'da dolaşıyor, yatırım sözleri veriyor, oradaki halka ekonomik terimlerden oluşan yeni bir umut zerk etmeye çalışıyor. Fakat bunun yeterli olduğunu söylemek çok zor.
Zor, çünkü demokratikleşme öyle bir konudur ki, ok bir kere yaydan çıktıktan sonra geriye çekilemez. "Demokratikleşmenin gücü ne ölçüdedir" sorusunun yanıtını da hem Öcalan'ın son dönemde yaptığı açıklamalar hem de PKK-Öcalan-BDPsivil siyaset arasındaki çelişkiler göstermeye yeter. Sivil bir çözüme yönelindiği andan itibaren (diğer konjonktürel faktörlerin de etkisiyle) silahlı mücadelenin ne kadar geriye çekilebileceği son dönemde bir kere daha görüldü ve anlaşıldı.
O tarafta iş bu mertebedeyken iktidarın, sivil siyasetin manipülasyon odaklarından en önemlisinin, tereddütleri, muğlaklığı, ne istediğini bilen, kararlı, demokratikleşme yönünde tavır alan kesimin yani Kürt çevrelerinin taleplerini adım adım somutlaştırmasına yol açtı.
DTK bunun sonucudur. Belediyelerin Kürtçe hizmet vereceğinin bildirilmesi aynı anlama gelir. Mahkemelerde ve devlet dairelerinde Kürtçe konuşulacağı daha önce ilan edilmişti. Kaldı ki, anadil meselesi, zaten çuvala sığacak bir mızrak değildir. Başladı mı, ardı seller sular gibi gelecek bir boşalmadır.
Bu şartlar altında yapılması gereken, hükümetin çok hızlı biçimde demokratikleşme adımlarını atması, bölgeye bu yönde yeniden heyecan kazandırması ve kendi somut taleplerini ortaya koymasıydı. Oysa bu arada Meclis ve mahkeme zabıtlarına "bilinmeyen dil" diye geçen bir Kürtçe var, orta yerde.
Bunlar yapılmayınca veya bunlar yapılınca baştan beri vurguladığım boşluk tek taraflı olarak doğdu ve fırsatı kullanmak isteyen Genelkurmay kendi çıkışını yaptı. Yanlış ama dayandığı neden, gerekçe budur. Velhasıl, sivil siyaset, hele demokratikleşme anlayışı içinde söyleyebileceği, yapabileceği bunca şey varken, bu fırsatı kullanmayarak tam manasıyla bir "negatif diyalektik" için zemin hazırlamıştır.
Aşılacaktır aşılmasına, hatta aşılmıştır bile, ama kumdan kaleler veya iskambilden şatolar yapmanın yararı kime?