Türkiye tarihinin en önemli davalarından biri sürüyor.
İlk kez bir “darbe” geniş bir sanık kitlesiyle birlikte yargılanıyor.
Dava sürerken, Balyoz darbesine ait belgelerin emekli Orgeneral Çetin Doğan’la arkadaşlarını suçlamak için 2010 yılında “uydurulmuş” sahte belgeler olduğuna dair iddialar da sık sık dile getiriliyor.
Bu iddiaları özellikle Çetin Doğan’ın kızıyla damadı öne sürüyor, bu konuda bir kitap da yazdılar.
Onları bazen televizyonda da izliyorum.
Yaptıklarını sempatiyle karşıladığımı söylemeliyim, babalarını kurtarmak istemelerinden daha doğal bir şey olamaz.
Özellikle Doğan’ın kızını izlerken, aklımdan bir roman kurgusu da geçmiyor değil.
O genç kadının babasının suçsuzluğuna samimiyetle inandığını varsayarsak ve aslında kızın babası “suçlu” olduğunu biliyorsa, bunu bilmesine rağmen de kızının böyle konuşmasına izin veriyorsa, yarın darbenin gerçekten var olduğu kanıtlandığında ilişkileri nasıl olur acaba?
Suçlu baba, kendisinin suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışan kızını izlerken neler hisseder?
Evlat, bunca savunduğu babasının aslında suçlu olduğunu anladığında ne düşünür?
Suçun kanıtlanmasından sonra ilk karşılaşmalarında ne konuşurlar?
Ondan sonraki ilişkileri nasıl olur?
Bir roman ya da piyes olabilecek kadar “trajik” bir yapıya sahip bu ilişki.
O genç hanımla eşinin konuşmaları bu açıdan da ilgimi çekiyor.
Ayrıca “açıklanmaya muhtaç bazı gariplikler” saptadıkları da gerçek.
O darbe planı yapıldığında var olmayan bazı kuruluşların isimleri o planlarda yer almış, bunu “belgelerin” sahteliğinin kanıtı olarak ortaya koyuyorlar.
Dün Alper Görmüş, onların bu iddialarına karşı savcıların iddialarını da yazdı.
Gerçeğin anlaşılması için o belgelerin yazıldığı bilgisayarların bulunması gerek ama o bilgisayarlar her nasılsa ortadan kaybolmuş.
Genellikle “belgelerin” sahteliği iddiasında bulunanların konuşmalarına yer veriliyor televizyonlarda.
Bir de bizim gördüğümüz belgeler var.
Binlerce sayfa.
Çetin Doğan’ın yaptığı korkunç konuşmanın ses kaydı var.
Diğer generallerin ses kayıtları var.
Çetin Doğan’ın, Balyoz Darbe planının kamuflajı olarak kullanılan “tatbikatta” Genelkurmay’ın emirlerine uymadığına dair belge var.
O sıralarda MİT Müsteşarı’nın Mustafa Balbay’a “Birinci Ordu darbeye hazır” demesi var.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök’ün, Çetin Doğan’a “Darbeye mi hazırlanıyorsun” diye sorduğunun bizzat Doğan tarafından açıklanması var.
Ve daha beteri, cami bombalayacak ekiplerin görev kâğıtları var.
O emir kâğıtlarında, 2003 yılında Birinci Ordu’da görevli subayların, astsubayların, çavuşların sadece isimleri değil sicil numaraları da yer alıyor.
Eğer o belgeleri biri daha sonradan, 2010 yılında hazırladıysa, bu hazırlayanın 2003’te Birinci Ordu’da bulunan neredeyse bütün personelin isimlerini ve sicil numaralarını bilebilecek biri olması gerekir.
Hukukta bir kural vardır.
Bir adamı cinayetle suçlarsanız, onun suçlu olduğunu kanıtlamak size düşer.
Bir adamı, bir cesedin başında elinde tabancayla bulursanız, suçsuz olduğunu kanıtlamak o adama düşer.
Birinci Ordu’da yapılan Balyoz planının binlerce sayfalık belgeleri, “el yazıları”, görev kâğıtları, çizilmiş krokileri, keşif raporları, konuşmaların ses kayıtları ortada duruyorsa, bunun darbe planı olmadığını kanıtlamak Birinci Ordu’nun o zamanki yöneticilerinin görevi.
O “hükümete yön verme” konuşmalarının, “ezeceğiz” laflarının ne anlama geldiğini anlatmak da o konuşmaların sahiplerinin işi.
Benim için hayati soru şu:
Camileri bombalayacak timlerin görev kâğıtlarını kim yazdı, kimin emriyle yazdı, 2003 yılında Birinci Ordu’daki bütün görevlileri isimleri ve sicil numaralarıyla bilecek kim vardı?
Bu kâğıtların yazılmasını emreden “general” Çetin Doğan değilse kim?
Orgeneral Doğan’ın suçsuzluğuna gerçekten inananlar varsa, onlar “gazetelerle polemik” yapmak yerine “gerçek suçlu olduğuna” inandıklarını ordu içinde aramalılar.
Doğan’ın yakınlarını sempatiyle izlesem de, aklıma sürekli bir roman kurgusu gelmesinin nedeni, konuşmalarını hep “ordu dışındakilerle” polemiğe ayırmaları.
Dönüp orduya hiç bakmamaları.