Cümle başlığa sığmayacağı için yeniden yazacağım: “TSK’yı yıpratma ihalesini alanlar ve bu yolda çalışanları, asla ‘gerçekten yapıcı eleştiriler’ ortaya koyanlarla karıştırmayalım...”
Sevgili dostlar, 1997’de Beyaz Saray’da “tanımlanan” yeni konsept belgesi sonrası 2003’te zirve yapan “yıpratma çalışmalarını” zaman zaman bu köşede sorgulamış ve önemli gördüğüm detayların altını çizmiştim. İzninizle bugün konuyu biraz daha açmak ve “yıpratma ihalesinin taşeronları” ile “yapıcı eleştiride bulunanların farklarını” sorgulamak istiyorum...
Peki bu fark nasıl ortaya konabilir? Geçmişten bugüne örnekler eşliğinde inceleyelim ve çok tartışılan Dağlıca baskınının hemen sonrasına dönelim...
Hatırlar mısınız; bazı televizyonlarda Dağlıca taburunda yapılan “yılbaşı eğlencesi” sırasında çekilen görüntüler, devamlı ekranlara getirilmiş ve sonrasında görüntülerin, “orada görev yapan bir asteğmen” tarafından çekilip servis edildiği ortaya çıkmıştı! Bazı medya organları ve köşe yazarları konuyu “temkinli algılayıp aktarırken”, bazıları ise aşırı “noktalara” doğru kayarak konuyu “TSK’ya vurun kampanyası”na dönüştürmeye çalışmışlardı. İddialar tamamen kasıtlı ve abartılıydı. “Daha 69 gün geçmiş baskının” üzerinden, oradakiler nasıl eğlenirmiş! Komutan nasıl davul çalarmış! Nasıl içki içerlermiş, bu nasıl disiplinmiş! Daha sayısız “uç cümle”!
Sevgili dostlar, işte size “yıpratma taşeronlarının” yaptıklarına çok güzel bir örnek. Olayın teknik eksiklik veya temel strateji noktasında “sorgulamasını” hiç yapmayanlar, yukarıda da aktardığım gibi işin sadece “TSK’- ya vurun kısmı” ile ilgilendiler. Amaç “Bu baskına nasıl uğradık” sorusuna cevap aramak değil, “Bu da oldu, bunu da kullanalım” noktasından olaya girmek ve devam etmekti.
Bu haberleri bu şekilde yazanların, “eminim” yüzde 51’den fazlası o yayından sonra “içmeye” gittiler. Yazanların “içmeye gitmesi” ayıp mı? Değil! Sonuna kadar hakları, kimsenin “kimin ne yaptığını” söz konusu bile yapmaya hakkı olamaz. Ayıp olan “oradakilerin de insan olduğunu unutarak-unutturarak” haber ve yorum yapmak. “Orada görev yapan” insanlar hakkında, ölüm pahasına “orayı” tutanlarla ilgili haberleri verirken, biraz dikkatli olmakta yarar var. Ne yapacaklardı yani “yılbaşı akşamı” ailelerinden ayrı, dağın başında, ölüm dışarıda “nöbet tutuyor”, birbirlerine sarılıp ağlamaları mı gerekiyordu!
Sevgili dostlar, bakın “kötü niyete” örneklemeyi biraz daha detaylı hale getireyim. Bir ulusal kanalda, haberi verirken, tabur komutanı “okla gösterilip” işte “bu” deniyor. Suçu da “davul çalıp personelini neşelendirmeye, dertlerini unutturmaya çalışmak”. Bu haberi yapan bütün vicdansızlara sesleniyorum: Sizler, İstanbul’da “Boğaz’a karşı” içkinizi yudumlarken, o adamları orada “ölüm” bekliyor! Şakası yok! Çoluk çocuk bir yerde, onlar bir yerde, Azrail kapıda!
Sonuç 1: 1997 yılından beri “Bölgede Türk ordusunu etkisiz kılmalıyız” diyen “emperyal güçler” ile yerli işbirlikçilerinin TSK aleyhine yürüttüğü kampanyayı ibretle izliyoruz. Birçok kesimin TSK ile “büyük dertleri” var. Burada bize düşen “bu oyuna” alet olmamak ve özellikle haberci koltuğunda otururken, yaptıklarımızın “nerelere” gidebileceğini görebilmek. TSK, daha iyi olma yolunda sonuna kadar eleştirilebilir ama kötü niyet “genele hâkim olduğunda” altında başka dinamikler aramak gerekir. Bu tespit sonrası gelelim “yapıcı eleştirilere”... TSK da eleştirilebilir, hatta “stratejinin” sürekli sorgulanması gereken bir “devam eden çatışma” ortamında, “dahi iyi” adına da eleştirilmelidir. Önemli ayrıntı; bunun “karalamaya” dönmeden, yapıcı sorgulama şeklinde ve “TSK için katma değer yaratma” odaklı olmasıdır.
Sonuç 2: Son olaylarda TSK’nın “sınırı geçen yüzlerce teröristi” algılayamamasını, daha açıkçası, bu algılamanın ABD ve İsrail odaklı teknolojilere emanet edilmiş olmasını en çok ben eleştirdim. Eleştirmeye de devam edeceğim ama bir gerçeği unutmadan: “Bu benim-bizim ordumuz!”
Son söz: TSK’ya saldıranlar şunu hiç unutmasınlar: “Bu sınırlar içinde rahat rahat işkembeden atıyorlarsa, birileri onların yerine öldüğü içindir..."