14 Temmuz 2010 Çarşamba

Körlerin fil tarifi gibi / Mehmet Ali Kışlalı

Mesleğiniz içinde, yarım asırdır özel ilgi duyduğunuz alanı oluşturduğundan dolayı, yazılanlar ve TV’den yayımlananlar çok önemli ve ilginç olmasa da bunları izlemeğe çalışıyorsunuz. ‘Acaba yeni bir şeye rastlar mıyım?’ diye.

‘Her kafadan bir şey çıkıyor’ sözü bu durumu tarif ediyor. Ama ‘Körlerin fil tarifi’ galiba daha uygun. Bu bakımdan, okunmağa değer sandığım yazıları yeğlemeğe gayret ediyorum. Çünkü TV kanallarının yayın saatlerini doldurmak için iyi planlanıp hazırlanmış programlarını bulup izlemek daha zor. Orada tartışmaları düzenleyen spikerlerin üzerinde durdukları konularla ilgili bilgi eksikleri daha belirgin oluyor. Konuşmacıların kimi dinlenebilecek görüşleri olsa bile bunları pek kolay anlaşılmayan uzun konuşmalar içinde ifade etmeleri kolay çekilir gibi değil. İnsan bu uzun ve anlaşılması zor söylemleri dinledikten sonra konuşmacıya, ‘Ne demek istediğinizi çok kısa söyler misiniz?’ diye sormak istiyor.

Konu; 1984’den bu yana, kısa fasılalarla süren ve bir türlü sonu gelmeyecekmiş gibi gözüken PKK’nın yarattığı terörle ilgili.

Sorun 1984-1987-1993-1999-2003-2009 dönemeçlerinden geçerek geldi.

1990 başlarında PKK başarılı gözüküyordu. Zamanın Genelkurmay Başkanı’na göre ‘Kurtarılmış bölge ilan edecek noktadaydılar’. Ama alınan önlemlerle 1998’e gelindiğinde liderleri yakalanıp mahkûm edilince mücadelenin kazanıldığı sanıldı.

Sonraki döneme ‘Gaflet dönemi’ demek gerekir. Sadece ülkeyi yöneten siyasetçiler değil, mücadeleyi üstlenip başarı kazanmış askerler de kış uykusuna yattıklarını terör yeniden başlayınca anladılar.

Şimdi hemen hemen herkes olaylar karşısında şaşkın. Hemen hemen hiçbir can alıcı noktada açık seçik görüşler üzerinde birleşme yok.

Bu kargaşanın temelinde; Ergenekon soruşturmalarının yarattığı asimetrik saldırıya hedef olmuş Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde bulunduğu durum yatıyor. Bu durumun yaratılmasına ne derece katkı sağladığı iyi bilinmeyen siyasi iktidar da, seçimler yaklaşırken telaş ve kararsızlık içinde, bu bilgi sahibi olmadığı, içeriğini öğrenmeye de ilgi göstermediği yaşamsal soruna hem el yordamıyla çözümler aramaya, hem de oy kazanmaya çalışıyor.

PKK’nın yarattığı sorun ne ilk defa görülen bir sorun, ne de sadece askeri güvenlik önlemleriyle çözümlenecek bir sorun.

Bu sözler hep söylendi. Çünkü bu konuda uzmanlarca yazılmış kitapların hepsinde bunlar yer alıyor. Ama askeri güç yanında nelerin ve nasıl kullanılması gerektiği üzerinde hiç durulmamış. En azından, ne ülkeyi yöneten siyasi iktidarlarca dünyanın diğer köşelerindeki benzer mücadeleler gerektiği gibi incelenmiş. Ne de askerin de bu incelemeyi ne boyutta gerçekleştirdiği hakkında bilgi edinilmiş.

Asker kökenli uzmanların bile, mücadele alanında edinilen deneyimlere dayanılarak yazılmış, uluslararası düzeyde dikkate alınabilecek bir yapıt bile ortaya koyamadıkları ülkemizin talihsizliği çok belirgin.

Ortada, şimdi öncelik kazanmış görünen ‘Kürt sorunu’ ile ilgili de olsa, daha çok boyutlu ve daha geniş kitlelerce irdelenip, üzerinde konuşulacak bir konu yanında, bir güvenlik stratejisi bile gözükmüyor.

Başlangıcından itibaren, tamamıyla askere ihale edilmiş görünen mücadelede rol verilmek istenen, İçişleri Bakanlığı’na bağlı yeni müsteşarlığın kime güven ve umut verdiği sorusuna yanıt verecek bir resmi kişi var mı?

Sanki yeni keşfedilmiş, PKK terörünün durdurulamaması ‘kafalara dank etmiş’ gibi herkesin ağzında ‘bu iş sadece asker gücüyle çözümlenmez’ lafları var. Bunu da boyutlarını bilerek söyleseler görece doğru olacak. Ama öyle değil. Konuşanların, devletin tüm güçlerinin bu mücadeleye nasıl katılacağını merak ettikleri de kuşkulu. Onlar bu yaklaşımla daha ziyade Cumhuriyet’in anayasal rejimini değiştirmeye yönelik adımların atılmasına zemin hazırlamak istiyorlar.

İktidardaki AKP devletin temellerini sarsma yolunda geliştiği görülen soruna çare bulabilecek yeni bir proje oluşturabilecek mi?

Yeni lider kadrosuyla bir dinamizm kazanmış görünen CHP, kendisine umut bağlamış büyük kitleler yanında, konuyla ilgili aydın kesimi harekete geçirip toplumu aydınlatacak bilim adamları üzerindeki ölü toprağının kalkmasını sağlayabilecek mi?

Yoksa ülkenin yaşamsal sorunlarına körlerin fil tarifi yöntemleriyle mi yaklaşmaya devam edilecek?