Şunu açıkça iddia edebiliriz: "28 Şubat süreci Türkiye'yi fakirleştirdi."
Meşru hükümetin iktidardan uzaklaştırılması, kritik ekonomik
kararların alınmasını geciktirdi. Refahyol'dan sonra 1997 yazından
itibaren kurulan azınlık hükümetleri hiçbir yapısal düzenlemeye imza
atamadığı gibi 1999 baharındaki seçimlere kadar ciddi işlerin hemen
hepsi ertelendi. Devletin eli kolu bağlı olduğu için vurgunculara gün
doğdu. En büyük oyun "bankacılık sektöründe" sahnelendi. Mali
bünyesi zayıflayan finans kuruluşlarına zamanında ve düşük maliyetle
müdahale edilemedi. Sonrası mı? Onu rakamlarıyla açıklayacağım. Ama önce
1997 şartlarına dönelim.
54. Hükümet'in devrildiği sırada, bankacılık sektörü de denetimsiz hale
geldi. O tarihte yürürlükte olan 3182 Sayılı Bankalar Kanunu'nun meşhur
64. maddesi askıya alındı. O madde, bankalara el koyma yetkisi
veriyordu. Ama Anayasa Mahkemesi'nce 9 Ekim 1997 tarihinde iptal edildi.
Yüksek Mahkeme, iptal kararının Resmi Gazete'de yayımlanmasından 6 ay
sonra yürürlüğe girmesini hükme bağladı. Ve tuhaf biçimde gerekçeli
karar 14 ay sonra 11 Aralık 1998'de ancak yayımlanabildi. Vesayetçi
sistem, mali bataklığın büyümesine yol açtı. Bu arada Egebank, Türkbank,
İnterbank problemlerinin üstü örtüldü. Zira, Bankalar Kanunu ancak 23
Haziran 1999 tarihinde yenilenebildi. Esbank, Egebank, Yurtbank,
Yaşarbank ve Sümerbank'a Aralık 1999'da el konulurken, sıkıntıda olan
başka bankalar kayırıldı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu,
Haziran 1999'daki kanundan 14 ay sonra, yani Ağustos 2000'de faaliyete
geçtiğinde banka soygunları artık gizlenemez noktaya varmıştı.
Bütün bunları hatırlatmamın nedeni şu...
1999-2004 arasında 21 banka için "raf temizliği" yapıldı. Bu amaçla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bir yandan müstakil yönetime kavuşturuldu diğer yandan olağanüstü yetkilerle donatıldı. Banka sahip ve ortaklarının millete verdiği zararları telafi edebilmek adına tüm malvarlıkları kamulaştırıldı. Piyasa koşullarının avantajı ile satışlar yapıldı, hatırı sayılır gelirler Hazine'ye aktarıldı. Peki sonrasında ne oldu? Müthiş gayretlere rağmen tablo vahim...
1999-2004 arasında 21 banka için "raf temizliği" yapıldı. Bu amaçla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bir yandan müstakil yönetime kavuşturuldu diğer yandan olağanüstü yetkilerle donatıldı. Banka sahip ve ortaklarının millete verdiği zararları telafi edebilmek adına tüm malvarlıkları kamulaştırıldı. Piyasa koşullarının avantajı ile satışlar yapıldı, hatırı sayılır gelirler Hazine'ye aktarıldı. Peki sonrasında ne oldu? Müthiş gayretlere rağmen tablo vahim...
Refahyol'un silah gölgesinde iktidarı kaybetmesinin ardından başlayan
zayıf hükümetler ve parçalı koalisyonlar döneminde, bankalardaki balon
şişti ve 2000-2001 krizleriyle patladı. Finans sektörünün
rehabilitasyonu uğruna sade vatandaşın sırtına binen borç yükü
artırıldı. Hazine kaynakları seferber edildi. Sonrasını Sayıştay
Raporları'ndan aktaralım.
"2008'de toplam 93.2 milyar lira Hazine alacağı, bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin terkin edildi..." Arada yapılan tahsilatlarla bu tutar 91.5 milyar liraya kadar indi.
"2008'de toplam 93.2 milyar lira Hazine alacağı, bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin terkin edildi..." Arada yapılan tahsilatlarla bu tutar 91.5 milyar liraya kadar indi.
Bugünkü kurla batan bankaların topluma maliyeti 52 milyar dolar civarında. Bu rakam cidden önemli.
Güneydoğu'nun kaderini değiştirecek hatta terör riskini bertaraf edecek GAP'ın yatırım değeri 32 milyar dolar.
Banka batıkları olmasa bırakın GAP'ı, Doğu Anadolu ve Konya Ovası Projeleri de biterdi.
2012'de 32 milyar dolar kamu yatırımı öngören Türkiye, ülkenin dört bir yanını yeniden inşa edebilirdi.
3'üncü Boğaz Köprüsü ve bağlantı yollarının 2 milyar dolara, İstanbul-İzmir otoyolu ve Körfez geçişinin 6 milyar dolara malolacağı düşünüldüğünde siyaseti dizayn etme girişimlerinin ülkeyi nasıl fakirleştirdiği daha iyi anlaşılır. İşte bu yüzden yeni anayasa ile devletteki güç dengesinin çağdaş dünyadaki gibi kurulması, özgürlüklerin genişletilmesi, siyasetin şeffaf, kurumların hesap verebilir hale dönüştürülmesi gerekiyor!
Banka batıkları olmasa bırakın GAP'ı, Doğu Anadolu ve Konya Ovası Projeleri de biterdi.
2012'de 32 milyar dolar kamu yatırımı öngören Türkiye, ülkenin dört bir yanını yeniden inşa edebilirdi.
3'üncü Boğaz Köprüsü ve bağlantı yollarının 2 milyar dolara, İstanbul-İzmir otoyolu ve Körfez geçişinin 6 milyar dolara malolacağı düşünüldüğünde siyaseti dizayn etme girişimlerinin ülkeyi nasıl fakirleştirdiği daha iyi anlaşılır. İşte bu yüzden yeni anayasa ile devletteki güç dengesinin çağdaş dünyadaki gibi kurulması, özgürlüklerin genişletilmesi, siyasetin şeffaf, kurumların hesap verebilir hale dönüştürülmesi gerekiyor!