2 Ağustos 2011 Salı

Hükümet hukuka ve demokrasiye ne kadar saygılı? / İsmet Berkan


PAZAR günü bu köşede çıkan yazının başlığı, ‘Asker hukuka ve demokrasiye saygılı mı?’ sorusuydu.

/_np/3698/14063698.jpg
Aynı soruyu tersten sormamın nedeni, başından beri iddia ettiğim, hatta kitabımda da yazdığım bir şeyin dünkü Sabah Gazetesi’nde çıkan bir haberle artık iyice belirgin hale gelmesi.
İzninizle önce olan biteni anlatayım:
 
Önce ortaya, başlangıçta ‘kağıt parçası’ olarak nitelenen ama sonra ‘ıslak imza’ diye anılmaya başlanan meşhur Dursun Çiçek imzalı belge çıktı.
Savcılar bu belgeden hareketle soruşturma yaptılar, bir de dava açtılar. Dava devam ediyor.
Ardından pazar günkü yazıda sözünü ettiğim ‘internet andıcı’ meselesi ortaya çıktı. Savcılar bunu da soruşturdular, nihayet davası geçen hafta açılabildi.
‘Islak imza’ dolayısıyla değil ama ‘internet andıcı’ sebebiyle geçmişte ve kitabımda hükümeti eleştirdim, bu konuda Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun devreye girmesi gerektiğini söyledim.
Söylemeye de devam ediyorum.
 
İki sebeple bunu söyledim: 1. Ortada sadece TCK’nın suç saydığı fiiler yok, idari kusur ve bence görevi kötüye kullanma da var; o sebeple sistemimizdeki en yüksek idari soruşturma organı olan Başbakanlık Teftiş Kurulu devreye alınmalıydı; 2. Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerinin soruşturma veya araştırma yürütürken sahip oldukları yetkiler ve imkanlar, bu konuda savcıların sahip olduğu imkan ve yetkilerden kat be kat fazla.
Bakın dün Sabah gazetesinde Mutlu Çölgeçen imzasıyla yayımlanan haberden benim anladığım, hem ‘ıslak imza’ hem de ‘internet andıcı’ belgeleri, aslında daha üstte bir başka ‘harekat planı’nın alt başlıklarıymış.
Zamanında Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından onaylanan, sonra onun halefi İlker Başbuğ tarafından da güncellenen bu ‘bilgi destek planı’ gereğince yapılan alt işlermiş meğer ‘ıslak imza’ ve ‘internet andıcı’nda anlatılanlar.
 
Eğer Başbakanlık Teftiş Kurulu daha ilk günden devreye girseydi, bu planları ve bu ayrıntıları soruşturması sırasında şıp diye bulabilirdi. Böylece savcıların gazeteler aracılığıyla sızmış veya ilgisiz soruşturmaların aramaları sırasında ele geçmiş belgelerin peşine düşmesi gerekmezdi.
Taa ilk günden bütünlüklü bir bakış açısı oluşabilir, bugün 2011’de bu bilgiler ışığında konuşacağımıza belki taa 2009’da bunu yapabilirdik.
Ve daha önemlisi, ortaya çıkacak belgeler ışığında Genelkurmay Başkanlığı’nı bir iç değerlendirmeye, bir özeleştiriye zorlayabilirdi hükümet ve kamuoyu.
 
Hükümet neden Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu devreye sokmadı? Bana göre askerle açıktan çatışma istemedikleri için. Ama isteseler de istemeseler de bu çatışma yaşanıyor, asker savcıların ve mahkemelerin yaptıklarından hükümeti sorumlu görüyor. Ve üstelik eskiden beri yapmakta olduğunu da yapmaya devam ediyor, en ufak bir pişmanlık belirtisi göstermeden.
 
Hukuka ve demokrasiye saygılı olmak, yanlışların hukukun önüne çıkarılmasını sağlamaktan geçer.
Savcıların soruşturmalarının arkasında durmak yetmez; idare içinde gerçekleşen bunca demokrasi dışı davranışı idari soruşturmaların konusu da yapmak gerekir. Yapmamak da suçtur bana göre.

Kendi halkına karşı psikolojik savaş yapmak
BAKMAYIN ilgili şubenin adı kibarlaştırıldı, ‘Bilgi Destek Şubesi’ oldu ama aslında o şubenin adı ‘Psikolojik Harekat Dairesi.’
 
Dünkü Sabah gazetesinde Mutlu Çölgeçen’in haberinden öğreniyoruz ki, bütün Türk vatandaşlarını hedef alan kapsamlı bir ‘Bilgi Destek Planı’ (Siz onu ‘Psikolojik Harekat Planı’ diye okuyun) taa 2002’den beri yürürlükte.
Bu plan, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ‘irticacı’ olduğu propagandasının yapılmasını, Ak Parti’nin ‘irticacı’ olduğunun geniş kitlelere kabul ettirilmesini ve ardından da düşmanlaştırılmasını öngörüyor kabaca.
Bu amaçla yalan haber yayan propaganda siteleri mi kurulmuyor, bazı gazetecilere bu yönde ‘bilgi’ mi sızdırılmıyor, küçücük yerel olaylar büyütülüp kara propagandaya payanda mı yapılmıyor... Neler neler.
Bir kamu kurumunun, kendi halkına kara propaganda ve dezenformasyona dayalı bir psikolojik harp yapması normal midir?
 
Bu harbin, o kamu kurumunun amiri konumundaki seçilmiş hükümeti düşmanlaştırması normal midir?
Peki bütün bu kara propaganda ve psikolojik harp sonunda elde edilmek istenen nedir?
Kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuda ne düşünmektedir? Geçmişte yaptıklarından pişman mıdır, aynı şeylerin gelecekte yapılmayacağının bir garantisi var mıdır?

‘Birkaç kötü adam’ın işi mi bunlar?
GENELKURMAY Başkanlığı Askeri Savcılığı’nın Kurmay Albay Dursun Çiçek hakkında ‘ıslak imza’ belgesiyle ilgili açtığı davaya bakacak olursanız, o belge Dursun Çiçek’in bireysel girişimiyle ortaya çıkmış bir şey.
Askeri Savcılığın Dursun Çiçek imzalı belgenin dayanağı olan veya olma ihtimali bulunan başka ‘harekat planları’ olup olmadığını araştırıp araştırmadığını, araştırdıysa bunu ne denli ciddi yaptığını bilmiyoruz.
Ama Mutlu Çölgeçen imzalı haber, bütün bu davaların seyrini değiştirecek önemde gözüküyor.