İki ay öncesinin Genelkurmay Başkanı Sayın Işık Koşaner’in internet ortamına düşen konuşması bazı çevrelerde şaşkınlık yarattı.
Bu nasıl bir şaşkınlık, anlamakta zorlanıyorum doğrusu; Sayın Koşaner’in konuşması yaklaşık tüm basında var, tekrar detaylara girmiyorum.
Bu mesele üzerine çok farklı yorumlar yapılabilir; isterseniz önce, kanımca en önemlisinden, TSK’nın bu duruma nasıl ve neden düştüğünden başlayalım.
TSK anayasal, yasal bir mevzuat ile tanımlanmış bulunuyor; mesela Anayasa 117. ve 118. Maddeler, çift başlı yargı, mesela İç Hizmet Kanunu 35. Madde, mesela Sayıştay denetimine ilişkin yönetmelikler.
Ancak, bu anayasal ve yasal mevzuat çok büyük ölçüde evrensel hukuk ve meşruiyete aykırı bir mevzuat; dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde askeri danıştay (AYİM) yok, askeri yargıtay yok, her çağdaş ülkede Gerelkurmay MSB’ye bağlı, bizde ise başbakana bile bağlı değil, vs.
Bu hukuk dışı, meşruiyet dışı anayasal ve yasal mevzuat siyasi sorunlar yarattı, yaratmaya da devam ediyor ama kanımca esas sorun orada değil.
Esas sorun askeriyeyi çevreleyen anayasal, yasal ama hukuk dışı, meşruiyet dışı mevzuatın denetim zafiyeti ve buna bağlı olarak da etkinsizlikler yaratması.
Sayın Koşaner’in internet sitelerine, yazılı basına düşen konuşmalarından benim anladığım denetim zafiyetine, özellikle de dış denetim eksikliğine bağlı olarak büyük, feci etkinlik, beceri sorunlarının mevcudiyeti.
Etkin bir dış denetim olmadığı zaman iç denetim de tümüyle anlamsızlaşıyor.
Örnek mi istiyorsunuz? Sayın Koşaner, Aktütün faciasında İHA’ların (insansız hava araçları) ürettiği bilgilerden koordinasyon eksikliği nedeniyle yararlanılamadığı ve bu yüzden facianın yaşandığını açıklıyor.
Peki, bu koordinasyon eksikliğinin soruşturması, dış ve iç denetimi yapılabiliyor mu, yapıldı mı?
Silahını bırakıp kaçan komutanın, yanlışlıkla (!) alnından vurulan erin dış ve iç denetimi var mı?
TSK için hukuk ve meşruiyet dışı, bize özgü (!) anayasal ve yasal mevzuatı savunanlar bu soruların cevabını vermeliler.
TSK’nın hukuk ve meşruiyet dışı mevzuatı siyasetten ziyade orduyu, denetim eksikliğine bağlı etkinsizlik üzerinden vuruyor ama bu ilişkiyi ordu içinde anlayan galiba hala yok.
Yazının başlığında “Şaşıranlara şaşıyorum” ifadesini kullandım zira Sayın Koşaner’in anlattıklarını görmek ve duymak isteyenler zaten çoktan biliyorlar idi.
Ahmet Altan ve arkadaşları bu ilişkileri, bu faciayı, bu etkinsizlik abidesini, bu traji komik durumu üç senedir detaylı bir biçimde kamuoyunun dikkatine sundular.
Tüm eleştirilere, saldırılara, engellemelere rağmen bu işi kahramanca yaptılar.
Sayın Koşaner’in anlattıkları aslında Ahmet Altan’ın üç senedir haykırışlarının bir “yönetici özetinden” başka bir şey değil.
Sayın Koşaner’in anlattıklarını ilk okuduğumda Ahmet Altan’a üç senedir saldıranları, görmezden gelenleri, dangalak mı desem, ahlaksız mı desem bilemiyorum, düşündüm; galiba en iyisi bu tipleri kendi kendilerine bırakmak, çocuklarının, torunlarının suratlarına nasıl bakacaklar, bunu izlemek.
Sayın Koşaner’in konuşmalarında beni çok rahatsız eden bir konu var; rahatsız edici konu da Sayın Koşaner’in terörle mücadelede kimsenin direktifine ihtiyaçları olmadığını söylemesi.
Hayır Sayın Koşaner; TSK attığı her adımı sivil iktidarın emirleri, iradesi doğrultusunda atacak, artık bunu anlamının zamanı geldi de geçti bile.
İlaveten, Genelkurmay’ın, ünlü “aslanlı karargah giriş yoluna” Ahmet Altan’ın bir heykelini diktirmesi gerekiyor; hadi bu olmadı, bir plaket, mesleki ve ahlaki olarak, çakmaları şart.
Erken uyarı galiba en çok askerlikte önemli; bu işi de fazlasıyla Ahmet Altan yaptı, hepsinden daha nitelikli bir kurmay olduğunu kanıtladı.
Tam yazıyı gönderdiğim sırada internete Sayın Koşaner’in ikinci kasedi düştü; şayet bu sözler Sayın Koşaner’e ait ise, Türkiye, TSK çok büyük bir kepazelikle baş başa demektir.