24 Ağustos 2011 Çarşamba

‘Halk desteği kimin yanında?’ / Ruşen Çakır

Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Hüseyin Yayman, “Temel sorun kara harekâtının başlayıp başlamaması değil, Ankara’nın Kürt mese-lesindeki ezberlerinden kurtulması ve sorunla yüzleşmesi meselesidir. Bu yüzleşme olmadan ne tür tedbir alınırsa alınsın sorunu çözmek hayli maliyetli olacaktır. Bu mücadelede en hayati soru halk desteğinin kimin yanında olduğudur” diyor

Türkiye’de Kürt sorunu üzerine bilimsel araştırma yapan ender isimlerden biri Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Hüseyin Yayman. Son olarak “Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası” başlıklı hacimle araştırmasıyla dikkatleri üzerine çeken Yayman’la muhtemel bir kara harekâtını konuştuk:

-Kara harekâtını mümkün görüyor musunuz?

Genel gidişata ve Ankara’daki puslu havaya bakıldığında böyle bir kararın alınma ihtimalinin yüksek olduğu; bununla birlikte AK Parti’nin siyasal kodlarına ve Kürt sorununa yaklaşımına bakıldığındaysa güvenlikçi yaklaşıma teslim olmayacağı görülüyor. Yani ortada henüz kesinleşmiş bir karar yok. Temenni ederim bu tuzağa düşülmez. Aslında Türkiye bu tartışmaları 1990’lı yıllarda yaptı ve bir sonuç alamadı. Yapılan açıklamalara bakıldığında dramatik bir tekrar yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefat etmeden kısa bir süre önce 9 Mart 1993 günü verdiği demeç aslında olan biteni bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Özal “Güneydoğu sorunu asker mantığıyla çözülemez. Bu mantık PKK’nın ekmeğine yağ sürmektedir. Olağanüstü hal kaldırılmalıdır” diyordu. Bunu söyleyen devlet aklı gerekli adımları zamanında atamadığı için Türkiye 20 yıl kaybetti ve yapılan hatalar PKK’yı kendi beklentilerinin ötesinde güçlendirdi. Gelinen noktada Türkiye’nin yeni bir 10 yıl kaybetme lüksü yok. Çünkü bölgedeki siyasal ve toplumsal yapı radikal biçimde değişti.

-Kara harekâtı başlarsa ne olur?

Buradaki temel sorun harekâtın başlayıp başlamaması değil, Ankara’nın Kürt meselesindeki ezberlerinden kurtulması ve sorunla yüzleşmesi meselesidir. Bu yüzleşme olmadan ne tür tedbir alınırsa alınsın sorunu çözmek hayli maliyetli olacaktır. Bu mücadelede en hayati soru “halk desteği”nin kimin yanında olduğudur. Kara harekâtını başlatacakların veya 90’lı yılların mücadele konseptine döneceklerin öncelikle bu soruyu kendilerine sorması gerekmektedir. Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’in “Düşük Yoğunluklu Çatışma” (DYÇ) olarak Türkçeye çevirdiği “low-intensity conflict” çerçevesinde PKK’yı köpek balığına benzetip, onu yakalamak için suyu kurutmak gerektiğini ifade etmesi, psikolojik üstünlüğü devlete geçirmekle birlikte halk desteğinin önemli ölçüde yitirilmesine yol açtı. DYÇ konsepti çerçevesinde bazı güvenlik görevlilerinin PKK’nın yöntemlerine benzer yöntemleri kullanması sorunu çözmek yerine daha da büyüttü. PKK’nın mücadele stratejisine yabancı olan güvenlik görevlilerin, militanları desteklediğinden şüphelendiği köylüleri ‘potansiyel suçlu’ olarak görmesi örgütü kitleselleştirip, halk desteğini artırdı. Bugün için örgüt düne göre çok daha fazla özgüven kazanmış durumda. Zaten son dönem yaşananların ardında Kürt siyasetinin ‘özgüven zehirlenmesi’nin payı var. PKK’nın politik çözüm yerine yeniden şiddete müracaat etmesi demokratik çözüm seçeneğinin zayıflamasına ve ‘askeri’ seçeneğin güçlenmesine sebep oluyor. Yani ortada tam bir kilitlenme hali var.

‘Etnik çatışmayı tetikleyebilir’

“PKK: Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi” adlı kitabın yazarı Dr. Nihat Ali Özcan’la mülakatımızın bu bölümünde PKK’nın muhtemel bir kara harekatına karşı tavrının ne olabileceğini tartıştık:

-TSK’nın son davalardaki tutuklamalar ve istifalar yüzünden bu kapsamdaki operasyonları eskisi kadar rahat yapamayacağını düşünenler var. Sizce CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi TSK’da var olduğu iddia edilen moralsizlik operasyona yansır mı?

Sorun sadece tutuklamalar değil, tutuklamalarla birlikte başlayan sistematik ve kırıcı gazete, televizyon, radyo eleştirileri. Bunlar tabii ki personeli olumsuz etkiliyordur. Çünkü bu tarz mücadele kişisel beceri, ilgi ve fedakârlık ister. Askeri personelin ideolojisinin ne olduğu, üniformanın içinde kim olduğu önemli değil. Böyle bir sorununuz varsa, bunu asker olmadan götüremez sonlandırmazssınız. Eğer niyetiniz, ülkeyi bölmek, siyasi egemenliği paylaşmak değilse bu yapılanlar doğru işler değil. Sonuçta “insan” en önemli faktör, makinelerle işi çözmezsiniz. Günün sonunda faturayı millet öder. Özgüvenini yitirmiş, psikolojik üstünlüğü kaptırmış bir ordu hiçbir siyasetçinin de işine yaramaz, onu batırır. Format atayım derken bilgisayarın hard diski kırmakta olduğunuzu fark etmelisiniz. Bu sonuçta sadece PKK’nın işine yarar, başka hesabı olanların işine ise hiç yaramaz. Hele “bölgesel güç” olma iddiasındaysanız..

-Daha önce örneklerini gördüğümüz gibi, muhtemel bir harekat karşısında PKK başta büyükşehirler olmak üzere Batı illerinde kör terör eylemlerine yönelebilir mi? Yönelirse bunun ne gibi sonuçları olabilir?

PKK, tipik bir öğrenen organizasyon. Her şeyi çabuk öğrenir. Artık melez bir strateji izliyor. Bu nedir? Kırsalda ve sınır ötesinde gerilla, şehirde, terör. Yine şehirde kitlesel hareketler, ayaklanma provaları. Legal alandaysa legal politik aktivite. Böylesine geniş bir yelpazede, dinamik ve değişken bir eylem yelpazesi günün sonunda kör bir etnik çatışmayı bile tetikleyebilir. Bu durumda, ayaklanma stratejisinin bir parçası olarak kamu düzenini altüst eden sivillere karşı “güç kullanılması kabul edilemez” yaklaşımı Türkiye için büyük problem oluşturur.

-Son dönemde artan saldırıların asıl amacının devleti operasyona zorlamak ve bunun bir adım ilerisinde ülkede iç savaş çıkarmak olduğunu öne sürenler var. Ne dersiniz?

PKK, çeşitli nedenlerle, demokratik özerklik ilan etti. Bu örgütün stratejisine göre, meşru hükümete karşı paralel bir iktidar ilanıdır. Bu yola girdi. Bunu götürmek zorunda. Bunu silahlı militanları ile koruyacak, koruyamazsa stratejisi çöker ve destekçilerinin gözünde meşruiyetini, gücünü yitirir. Son MGK bildirisinde hükümet bunu görmüş ve tepki vereceğini söylüyor. PKK doğrudan güç kullanarak istediklerini yapamaz. Ancak eylem kapasitesi ile dört farklı muhataba güçlü mesaj vererek amacına biraz daha yaklaşmak ister. Birincisi, hükümet. “Bakın eğer anayasaya benim dediğimi ve Öcalan ile iligili düzenlemeyi koymazsanız sizing canınız yakarım” diyor. İki, “bu hükümet benim karşımda zayıf, onu baskı altına alın” diye kitleleri tahrik ediyor. Üçüncüsü, insanları sokaklara dökerek sosyal politik mobilizasyon başlatır. Son olarak, sponsorlara mesaj veriyor. “Bakın, benim elimde sizin işinize de yarar aygıtar var. Bu hükümeti sinirlendirebiliyorum. Haydi benimle işbirliği yapın” diyor.

İki önemli operasyon

ÇukurcA saldırısından sonra Kuzey Irak’taki PKK hedeflerine yönelik hava harekâtlarının ardından yeni bir sınırötesi kara harekatı yapılıp yapılmayacağı belirsizliğini koruyor. Süren tartışmalara katkıda bulunmak şu ana kadar düzenlenmiş kara harekatlarından ikisini yakından incelemeye çalıştık.

Çelik Harekâtı: Harekât bitti, PKK kampları geri geldi

Irak’ın kuzeyine yönelik kara harekâtı denince akla ilk olarak 20 Mart 1995 günü başlayan Çelik Harekâtı gelir. O tarihte Tansu Çiller başbakandı ve PKK’ya karşı gerçek anlamıyla bir “topyekun savaş” yürütüyordu. Devletin “terörle mücadele” adına, “yargısız infaz”, “faili meçhul suikastlar” gibi gayri meşru metotlara sıklıkla başvurduğu bu mücadelenin sonucunda PKK’nın gücü belli oranlarda kırılmıştı. Nitekim Çelik Harekâtı’na kumanda eden Korgeneral Hasan Kundakçı, yıllar sonra Milliyet yazarı Fikret Bila’ya şöyle anlatacaktı: “Yurtiçindeki tüm bölgeleri temizlemiştik. Bir, Diyarbakır bölgesi temizlenmişti; iki, Şırnak bölgesi temizlenmişti. 94 sonuna kadar bu bölgelerin hepsini temizledik. İçeriyi temizlediğimiz için, sıra dışarıya gelmişti. Genelkurmay Başkanı (İsmail Hakkı) Karadayı’ya da anlattık. Karadayı Paşa kabul etti, sınır ötesi harekât kararını doğru buldu.”

Harekât yapılan bölgede kış şartları belli ölçülerde etkisini sürdürüyordu. Korgeneral Kundakçı “Teröristler de, kış şartları bitmeden gelmeyeceğimizi düşünüyorlardı. İkincisi, mesela karlı dağlarına üzerindern geleceğimizi beklemiyorlardı. Ben komandoların hepsini sızdırarak soktum içeriye, bütün bölgeye, bütün bölge üzerinden” diye anlatıyor Bila’ya.

Sonuçta 35 bin askeri personel Kanimasi, Mergasor ve Barzan bölgelerinde kontrolü ele geçirdi ve günlerce PKK’lılarla çatıştı. Başta özel televizyon kanalları olmak üzere Türk medyasının da yakından izlediği (ve sonuna kadar desteklediği) bu harekatın sonunda resmi açıklamalara göre 555 PKK militanı öldürüldü, 64 asker de şehit oldu.

Başbakan Çiller operasyonun süresi sorulduğunda “PKK’yı bitirmeden çıkmayız” cevabını veriyordu. Fakat gerek hedeflenen PKK kamplarının ele geçirilmesi, gerekse bazı uluslararası baskılar sonucu kuvvetler geri çekildi. Bir süre sonra PKK’nın aynı yerlerde yeniden kamplar kurduğu haberleri geldi.

Güneş Harekâtı: 8 günde bitti

AKP hükümetinin, yeniden yoğunlaşan PKK saldırılarına karşı TBMM’den sınır ötesi harekat için tezkere almasından tam 4 gün sonra Dağlıca Karakolu basıldı. Yaşanan büyük acı ve şokun hemen ardından muhalefet partileri hükümete tezkerenin gereğini yerine getirmesi için baskı yapmaya başladılar. Ancak Dağlıca baskınının, Türkiye’yi Irak’a çekmeye yönelik bir tuzak olarak gören hükümet bu dayatmalara itibar etmedi ve harekatı 4 ay geciktirdi. 21 Şubat 2008 günü yoğun kış şartlarında başlatılan Güneş Harekâtı’nın hedefi PKK’nın saldırıları ve eylemlerinin planladığı yer olan Zap bölgesiydi. Operasyonun sonunda TSK’nın açıkladığı rakamlara göre 26 mağara, 290 barınak ve sığınak, 12 komuta merkezi, 11 muhabere tesisi, 6 eğitim tesisi, 23 lojistik tesis, 18 ulaştırma tesisi, 40 hafif silah mevzii ve 59 uçaksavar mevzii kullanılamaz hale getirildi. TSK’nın harekattan önce Zap bölgesinde tespit ettiğini açıkladığı yaklaşık 300 PKK’lıdan 240’ı etkisiz hale gelirken, 27 güvenlik görevlisi de şehit oldu.

Güneş Harekâtı devam ederken, ABD Savunma Bakanı Robert Gates oparasyonların uzun sürmemesi gerektiğini dile getirdi. Hemen ardından ABD Başkanı George Bush ve AB ülkelerinden de benzer yönde açıklamalar geldi. Bu açıklamalar üzerine önce dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, “Kısa süre izafi bir kavram, bazen bir gün, bazen bir senedir” açıklamasını yaptı. Daha sonra Başbakan Erdoğan hedefe ulaşınca Türk askerinin döneceğini söylerken, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de “Ne kadar gerekirse o kadar kalacağız” dedi.

Ne var ki bu açıklamalardan kısa bir süre sonra 29 Şubat 2008 günü, Güneş Harekâtı’nın bittiği TSK’nın resmi internet sitesinde açıklandı. TSK, istenilen hedefe ulaşıldığı için harekâtın bitirildiğini söylüyordu. Operasyonun ABD’nin isteği üzerine erken bitirildiği iddiaları Başbakan Erdoğan ve diğer hükümet yetkilileri tarafından kesin bir dille redde-dildi.