Mesleğimizin (teşbihte hata olmaz) “muvazzaf askerleri” vardır... İsim vermeyelim...
Hadi verelim:
Bila’sından Yetkin’ine, Kışlalı’sından Ergin’ine...
Bu arkadaşların gazetecilik başarısı, ulaşabildikleri “kaynak”tan kaynaklanıyor. Cihet-i askeriyeyle alakalı en taze, en el değmemiş, hatta en manipülatif haberleri bu “değerlerin” kaleminden okuyoruz.
Bir de, yazısına, “Paşa beni aradı, dedi ki...” diye başlayanlar var.
Gönüllülüğün de ötesinde, “hususi bir işbirliği” söz konusu...
Bir “bordro ortaklığı” da var mıdır, bilemem. Bazıları, 27 Mayıs darbesinden sonra “üniformalarını” giyme gereği duymuşlardı.
Paşa da hep bunları arar.
Duyulmasını istediği bilgileri “bunlar” aracılığıyla iletir.
Ki, kamuoyu tırssın, siyasetçi kendine gelsin, parlamento yasa çıkarmak gibi “gafilane” işlerle uğraşmasın.
Bir de “namertler” var.
Bunlar, Işık Koşaner’e ait olduğu iddia edilen ses kaydında “güvenilmez gazeteciler” olarak geçiyor.
İsterseniz Paşa devam etsin: “Basından uzak durun. Gazeteci haber olabilecek bir şeyi yakalarsa çok afedersiniz anasını bile satar, onu oraya haber diye koyar. Hiç kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Çünkü onun için en önemli şey haber bulmak gazeteye koymak. (....) Balyozla ilgili, her şeyi iddianameden öğrendik. Bu seminerle ilgili evrakların hepsi imha edilmiş olduğu için olay ortaya çıkınca bir şey bulamadık. Araştırdık genelkurmayı, kara kuvvetlerini, Birinci Ordu’yu, nedir bu, ne diyorlar bunlar diye.
Balyoz malyoz hiçbir evrak bulamadık. Sonra bir gazeteci çıktı bir çuval evrak verdi, CD’ler filan. O dönem içerisinde o CD’leri de ele geçiremedik. Bize ne kadar doğru söylendi, bilemiyoruz. Ne zaman ki iddianame hazırlandı, bu CD’ler elimize geçtiği zaman olayın ne boyutta olduğunu anladık. Şimdi bizi üzen taraf arkadaşlar, Birinci Ordu’da her şeyimizi çaldırmışız. Seminerle ilgili neyimiz var neyimiz yok çaldırmışız, yetkisiz kişilere ulaşmış, konuşmalarımız dâhil. Esas rezalet bu. Balyozun hikayesi bu. Suç olan kısmı da işin içerisinde olabilir, onu burada kaydıihtiyatla sayıyorum. Ama bunlar hep bizim aleyhimizdeki kişilerin eline çok güzel malzeme verdi. Maalesef namerdin eline malzeme vermişiz.”
Biraz uzunca bir alıntı oldu ama iyi oldu.
Konuşmada, benim dikkatimi, daha çok “yetkisiz kişiler” ifadesi çekti.
Şunu anlıyoruz:
Balyoz plan semineriyle (iddianameye göre de darbe hazırlığıyla) ilgili bilgiler “yetkili kişilerin” (yani namert olmayan gazetecilerin) eline geçseydi, gazetelere haber olmayacaktı. Dolayısıyla, darbe soruşturması başlamayacaktı.
Hani, Hürriyet’in eski yayın müdürü, “Kim sızdırıyor bu bilgileri? Bu nasıl bir ordu ki, evrakını çaldırıyor... İstihbarat zaafı var. Bunlar derhal bulunsun” diyordu ya...
Bir tür “kâğıttan kaplan” vakası...
Ordu dediğin darbe yapabilir, muhtıra verebilir, “seminer” düzenleyebilir ama bu hazırlıklara ilişkin bilgileri “çaldıramaz”; yani yetkisiz ve namert kişilerin eline geçmesine izin veremez.
İzin verirse “kâğıttan kaplan” olur, “lakayt ordu” olur, “istihbarat zaafı gösteren ordu” olur...
Ben de diyorum ki, biraz da namerde malzeme üreten yapıyı sorgulasak...
Namert olmayan yetkili gazetecilerin “gazeteciliklerini” gözden geçirsek...
Daha iyi olmaz mı?