3 Mayıs 2011 Salı

TSK'yı partileştirmek / Bülent Korucu

Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yapılacak en büyük kötülük, onu siyasi tartışmaların içine çekmek ve taraf haline getirmek. Çankırı Garnizon Komutanı'na ait olduğu ileri sürülen ses kayıtları ürpertici.

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, birçok bakan ve iktidar partisiyle ilgili hakaret içerikli ifadeler kullanılıyor. 'Malum parti'nin seçim kazanmasından endişeyle bahsediliyor. Görmeye alışık olduğumuz üstüncü tavırla millet aşağılanıyor. 'Bidon kafalı' yazarların üniformalı versiyonu gözümüzde canlanıyor. O konumdaki birinin kahvehane sohbetinde bile bu sözleri söylememesi gerekiyor. Ancak olayın vahim yönü, konuşma kahvehane sohbetinde geçmiyor. Aksine 'emirle' ve 'planlı' bir görev icra ediliyor. Genelkurmay Başkanlığı, soruşturma başlatıldığını duyurdu. Umarım daha öncekiler gibi sızdıranın peşine düşülmemiştir. Askerî Ceza Kanunu, 148. maddede siyasi faaliyette bulunanlarla ilgili müeyyideleri sıralar. İkinci fıkra, 'siyasi amaçlı toplantı yapan ve katılanlar', üçüncü fıkra ise 'siyasi amaçla nutuk söyleyen veya telkinde bulunanlar'ı suç kapsamına alıyor. Cezası ise beş yıla kadar çıkabiliyor. Ayrıca cumhurbaşkanına hakaret, şikâyete bağlı olmadan doğrudan kamu davası olarak sivil savcılar tarafından takip edilmesi lazım gelen bir suç. Ses kaydındaki kişi ısrarla ve belki de sözlerini tesirli kılmak için seminerlerin 'emir' üzerine gerçekleştirildiğini vurguluyor. Emri veren en üst merciye kadar ipin ucu takip edilmeli.

TSK'yı siyasetin içine çekme girişimlerinden biri de Harp Akademileri Komutanı Org. Bilgin Balanlı'yla ilgili. Cumhuriyet mitinglerine katıldığı daha önce ortaya çıkan Balanlı'nın, 1. Taktik Hava Kuvveti komutanı olduğu dönemde askerî lojmanlarda AK Parti'ye oy verenleri fişlettiği ileri sürülüyor. Söz konusu belgelerin Balyoz Darbe Planı çerçevesinde tutuklanan emekli Albay Hakan Büyük'ün evindeki aramada bulunduğu belirtiliyor. Aynı aramada ele geçen belgeler arasında daha korkunç iddialar da var. 1997-98 yıllarında askerî personeli hedef alan ve adına 'denetleme' denen baskınlarda Kur'an-ı Kerimlere dahi irtica delili muamelesi yapılmış. Bu örnekte de yine siyasete girmekle kalınmamış, temel insan hakkı ihlalleri yaşanmış. Özel hayatın gizliliği, seçme hakkı ve gizli oy ilkesinin ihlali de söz konusu.

CHP ile ordu ilişkileri demokratik açıdan hep sorunluydu. Bütün kurumların aynı çatı altında toplandığı tek parti döneminde sırıtmıyordu belki. Fakat çok partili demokratik hayata geçildikten sonra siyam ikizlerinin ayrılması kaçınılmazdı. Ameliyatın çok sancılı geçtiği ve hâlâ tamamlanamadığını söyleyebiliriz. Bedenler ayrıldı ama ruhlardaki birliktelik bitirilemiyor. 27 Mayıs ve 12 Mart darbeleri, aslında siyam ikizlerinin yeniden birleşme girişimiydi. Asker, kendinde 'ideolojik sapkınlıklarla' mücadele görevi vehmediyor. Rayından çıkan devleti tekrar rotasına oturtup ruh ikizi konumundaki CHP'ye teslim etmeyi görevi tamamlamak biçiminde görüyor. İkiz kardeşlerin küstükleri zamanlar da oldu. Ancak nihayetinde ortak düşmana karşı birleşmeyi ve aralarındaki kırgınlıkları unutmayı seçtiler. Çankırı olayının, 1961'de Ali Fuat Başgil'in kafasına silah dayayıp cumhurbaşkanı seçilmesini engellemekten farkı yok. Fark sadece o dönem askerlerin önünde diz çöküp Çankaya Protokolü'ne imza atan siyasilerin tasfiye olması. Bir de halkın iradesine sahip çıkmak için medyanın bir bölümünün zinde kuvvet olarak görev yapması. TSK'nın göreviyle alakalı doğal sınırlara çekilmesi ve siyasi figür olmaktan kurtarılması için önümüzdeki örneklere yerinde müdahaleler yapmak gerekiyor. Çankırı Skandalı'nı uzandığı en üst noktayla birlikte hesaba çekebilmeliyiz. Aksi halde "az gittik uz gittik, bir arpa boyu yol gittik" döngüsünden kurtulamayız.