Geçtiğimiz iki yazıda Asker kucağına oturmak ile Asker kazığına oturtulmak metaforlarını özellikle kullandım. Çünkü 12 Haziran seçimlerine giden süreçte Türkiye için en büyük tehlike bu iki metaforda gizli bence...
Bu seçim AKP, CHP, MHP, BDP gibi siyasi aktörler arasında geçmiyor... 12 Haziran seçimlerinde oluşan tabloyla birlikte bu ülke yeniden asker kucağına oturacak mı oturmayacak mı? Askerî vesayet türlü tezgâhlarla yine kazanacak mı, yoksa bu sefer bu ülkenin sivil vicdan güçleri tarafından yok mu edilecek? Temel mesele bu. Gerisi boş laf...
Asker kucağına oturmak metaforunu biraz açıklayalım... Birincisi bu ülkede görünüşte “Kemalist-ulusalcı” olmayan, söze “Askerî vesayetin düşmanıyım” diye giren, belki bu söze gerçekten de inanan ama sonuçta bir şekilde askerin kucağına oturan isimler ve gruplar var... Zaten darbeciler bu “Askerî vesayete düşman olduğu halde askerî vesayetin kullanabileceği isimler”i çok iyi belirliyor, darbe şemalarında “Yararlanılacak gazeteciler” diye geçen onca “Marksist”, “liberal”, “Kürt”, “Alevi” de öyle belirleniyor zaten...
Bu durumu iki türlü yorumlamak lazım... İlk kategoride “Dindarların öncülüğündeki değişim ittifakı”ndansa “Eski rejim”in yanında saf tutacak tıynette kimi “anti-Kemalist”ler var, bunların kimi ideolojik takıntı, kimi parasal çıkar ağları sebebiyle askerin, kucağına oturtabildiği isimler...
İkinci olarak da gerçekten Türkiye’nin askerî vesayet günlerine dönmesini istemeyen ama diğer yandan da Türkiye’nin gerçek manzarasını okuyamayan ve AK Parti ile diğer partileri normal bir demokraside yarışırmış gibi görenler var... CHP üç-beş görüntüde özgürlükçü laf ediyor diye “Acaba CHP değişebilir mi?” falan diyen, BDP’nin bağımsız adaylarının parlak laflarından ötürü o isimleri gerçekten “bağımsız” sanan insan modelleri bunlar...
İlk kategori alçaklık ve soysuzluktan, ikinci kategori safdillik ve hijyeniklikten askerin kucağına oturtabileceği tipler haline geliyorlar...
Her iki kategori açısından da “asker kucağına oturanlar”ı saymak mümkün ama isimlere girmeyelim bu yazıda, teorik çerçevede kalalım...
Askerî vesayet rejiminin şu aşamada makro planı şu: Ne olursa olsun AKP’yi tek başına iktidar yapmamak, ya da tek başına iktidar olsa bile mümkünse Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğu bulmamasını sağlamak...
Askerî vesayet şunu iyi biliyor, şu anki yakalanan ittifak dağılmazsa, siyasi alanda AK Parti’nin, sivil alanda Fethullah Gülen Hareketi’nin öncülüğünü üstlendiği laik kesimden gelen özgürlükçü-demokratların da “ikonoklast torpido gücü” işlevini üstlendiği ittifak sağlamlaşarak sürmeye devam ederse son tahlilde kurtuluş yok...
O sebeple “Yeni CHP” devreye giriyor, o yüzden kimi CHP yöneticileri Atatürk aleyhine bile konuşabiliyor, kimisi “Tekke ve zaviyeler açılsın” diyor, “Askerlik üç aya inecek” diyor bir başkası, “Zorunlu askerliği kaldıracağız” bile diyen CHP yöneticisi var vs...
Normalde askerî vesayetin kanını donduracak açıklamaları bugünkü “Yeni CHP”nin yapmasına askerî vesayetin desteğinin sebebi bu “Catch All Party” modelini askerî vesayet için son umut görmesi... Hangi CHP’li ya da MHP’li ya da BDP’li ne derse desin isterse sabah akşam TSK’ya küfretsin sonuç olarak AKP tek başına hükümet kuramaz hale gelirse askerî vesayet napacağını iyi biliyor... İşte tam orada Asker kazığına oturtulacaklar bölümüne geliyoruz...
Askerî vesayet rejimi kendisine bağlı bir kemik yüzde 10’luk bir grup yaratabildi bugüne kadar. Sadece yüzde 10... Fakat çeşitli toplumsal kesimleri de “kendi hayatı” için seferber edebildi.
Geçmişte beş defa katlettiği Alevilerin çoğunluğunu “Laiklik” ve “Sünnifobi” tezgâhıyla kendine bağladı.
Kimliğini yok saydığı, ezdiği kimi dindarları “Milliyetçilik” ve “Bölünme” tezgâhıyla kendine bağladı (Geçmişte dindarların çoğunluğunu yanına alabiliyordu ama artık çok ufak bir azınlığa etki edebiliyor)...
Birçok darbe dönemlerinde işkence görmüş “solcu”yu ruhlarındaki Kemalizm aracılığıyla kendine bağladı...
İnkâr, asimilasyon ve mümkünse imha politikalarına tabi tuttuğu kimi Kürtleri de “Kandil’e olan sevdaları” üzerinde kendine bağladı...
Böylece askerî vesayetin bilerek ya da bilmeyerek yanında duran yüzde 42 kadarlık bir kesim oluştu...
Eğer yüzde 58’lik değişim bloku fazla çatlamaz, birlikteliğini belli bir partide toplarsa sistemin dönüşümü devam eder... Yok eğer bu toplumsal çoğunluk çeşitli yerlere kaçar ve bölünürse ya da AKP “mücadele yerine uzlaşma” derse askerî vesayetin istediği olur...
AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan tarihî bir fırsatın eşiğinde duruyor... Bu fırsat da kaçarsa Türkiye uzun yıllar daha toparlanamaz...
“Tarihin motoru gereği değişiyoruz, bu süreç durmaz” diye Marksist içi boş analizler yapanlar da o zaman neyin motoru gereği kimler asker kazığına oturtulmak isteniyor kendi gözleriyle görürler...
Aman, Allah o günleri göstermesin...