Operasyonları AK Parti mi yaptırıyor, yoksa operasyonlar düzenleyenler AK Parti düşmanı generaller mi? Kürt bölgesinde bu sorulara cevap vermesi gerekenler BDP’lilerken, Türk bölgesinde de C(M)HP liderleri olsa gerek.
Yeni Şafak Gazetesinde Ali Bayramoğlu’ 19.05.2011 tarihli köşesinde “Askere "leş" toplatmayan generaller iş başında” başlıklı bir yazı yazdı. Öncelikle herkesin o ibretlik yazının tamamını okumasını öneririz.
Bayramoğlu’na göre; "Tümgeneral Mustafa Bakıcı'nın emriyle üç teröristin cenazesi bulundukları kritik yerlerde bırakıldı... Şırnak ve civarı illerdeki BDP teşkilatlarına da telefon edilerek; 'leşlerinizi gelin alın denildi' ... "Nedir sizce bunun anlamı? “İnsanları kışkırtıp, galeyana getirmek istiyorum, mümkünse bir katliam yapmak istiyorum.” BDP’li ve MHP’li yoldaşlardan bekliyorum özellikle bu sorunun cevabını. Beyninde zerre miktar zeka kırıntısı taşıyan hiç kimse “bu emri veren de, kesin hükümettir” diyebilir mi?..
Olaya isterseniz bir diğer boyuttan bakalım; “Onlar terörist demek” sizi sorumluluktan kurtarır mı? Eğer siz savaşırken kendinizi hiçbir hukuksal dayanağa bağlı hissetmezseniz, sizin de adınız o zaman “terörist” olmaz mı? Yani bir tarafa biz ‘ordu’ demiyor muyuz? O zaman bu ordunun uyması gereken bir savaş hukuku normları da olma(ma)lı mı?
İsterseniz dini, isterseniz ahlaki ve insani, istersiniz de uluslar arası hukuk boyutlarıyla olayı incelediğimizde, savaşlarda dahi uyulması gereken kurallar olduğunu görürüz.
Yoksa siz, gerçekten de adam öldürmenin, vatan bütünlüğüne hizmet ettiğine inananlardan mısınız? O zaman en fazla vatandaşını öldüren Saddam niye hala iktidar değil. Veya siz Muammer Kaddafi’yi de, Başer Esad’ı da fazlasıyla takdir ediyorsunuz demektir. Ama gelin görün ki hiçbiri de öldürerek vatan bütünlüğünü koruyamıyor, değil mi?..
Hatta daha acısını söyleyelim; bu güne kadar sürdürdüğümüz, baskı ve sindirme metotlarıdır aslında olayları çığırından çıkaran, değil mi? Öldürdüğünüz insanlar da sizin devletinizin vatandaşı ise, ayrıca bunlardan dolayı da sorumluluklarınız var demektir? Yani zaten o ordunun mevcudiyetinin nedeni, vatandaşının hakkını, hukukunu korumak değil midir?
Evet, senin vatandaşın isyan etmiş, silaha sarılmış ve dağa çıkmış. Senin devlet olarak görevin ise, o vatandaşı öncelikle yakalayıp, adaletin önüne çıkarmak olmalı, değil mi? Yoksa pusu atmak, öldürdüğünü dağda bırakmak, cenazelerine bile türlü türlü eziyetler değildir, değil mi bir ordunun yapabilecekleri?..
Yok eğer “devlet gördüğü her yerde, hukuku rafa kaldırır ve isyancı vatandaşını öldürür diyorsan,” sen devlet değil, terörist güruhu istiyorsun demektir. O zaman “en güçlü terör örgütü, en haklısıdır” anlayışına sahipsin demektir, değil mi? Ve sen eğer bir orduya “Muhammed’in ordusu” diyorsan, o zaman bu orduyu savaşçılığı ile değil, bağlı olduğu savaş hukuk kurallarıyla ve adil adalet uygulayıcılığı ile de övmen ve sistemleştirmen gerekir, değil mi?
Ama galiba biz bütün bunlara aşinayız kendi tarihimizden değil mi? Örneğin şu ünlü Kubilay olayı: İsterseniz devletin resmi tarih kitaplarından, isterseniz de Can Dündar’ın yazdıklarından okuyun sadece olanları. “Çıkan ayaklanmada Asteğmen Kubilay ve iki bekçi öldürülmüştür. Buna karşılık, ordunun açtığı makineli tüfek saldırısında 3-5 kişi öldürülmüş, yakalananların yargılanması sonrasında ise 28 kişi de idam edilmiştir.” Bunun adına da adalet değil, ancak “intikam ve gözdağı katliamı” denebilir, değil mi?
Diğer bir meşum örnek ise, Van’ın Özalp ilçesinde: “sınırı kanunsuz geçip, hayvan kaçakçılığı” yaptığı söylenen bir grup köylünün kurşuna dizilmek suretiyle, 33 kişinin öldürülmesi hadisesidir. Eğer bunlara ‘adalet’ diyeniniz varsa, Rabbimin yüreklerinize adalet ve vicdan duygusunu bahşetmesini istemekten başka yapabileceğim hiç bir şey yok.
İsterseniz size her iki olayın da ortak olan bir diğer noktasını daha söyleyeyim; Olaya karışanların yargılanması ile görevlendirilen Divan-ı Harp Başkanı General Mustafa Muğlalı, 1943 yılında Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı iken Van’ın Özalp İlçesi’nde 33 masum vatandaşı kurşuna dizdirmek suçundan 1946’da yargılanmış ve çarptırıldığı ölüm cezası ağırlaştırılmış 20 yıl hapse dönüştürülmüştür ki ilgilisi Mustafa Paşa’ya duyurulur.
Bir diğer duyurumuz da Kıvrak Kemal’e; Van’daki CHP mitinginde, Özalp ilçesindeki Muğlalı kışlası adının değişmesi gerektiğini söyleyen Kıvrak, Muğla’da CHP’li Belediye’nin 35 yıl önce yaptırdığı İş Hanının adının, mevcut CHP’li belediye döneminde de hala Muğlalı olduğunu unutmuştur. Yazık!.. Hem de çok yazık…
Yeni Şafak Gazetesinde Ali Bayramoğlu’ 19.05.2011 tarihli köşesinde “Askere "leş" toplatmayan generaller iş başında” başlıklı bir yazı yazdı. Öncelikle herkesin o ibretlik yazının tamamını okumasını öneririz.
Bayramoğlu’na göre; "Tümgeneral Mustafa Bakıcı'nın emriyle üç teröristin cenazesi bulundukları kritik yerlerde bırakıldı... Şırnak ve civarı illerdeki BDP teşkilatlarına da telefon edilerek; 'leşlerinizi gelin alın denildi' ... "Nedir sizce bunun anlamı? “İnsanları kışkırtıp, galeyana getirmek istiyorum, mümkünse bir katliam yapmak istiyorum.” BDP’li ve MHP’li yoldaşlardan bekliyorum özellikle bu sorunun cevabını. Beyninde zerre miktar zeka kırıntısı taşıyan hiç kimse “bu emri veren de, kesin hükümettir” diyebilir mi?..
Olaya isterseniz bir diğer boyuttan bakalım; “Onlar terörist demek” sizi sorumluluktan kurtarır mı? Eğer siz savaşırken kendinizi hiçbir hukuksal dayanağa bağlı hissetmezseniz, sizin de adınız o zaman “terörist” olmaz mı? Yani bir tarafa biz ‘ordu’ demiyor muyuz? O zaman bu ordunun uyması gereken bir savaş hukuku normları da olma(ma)lı mı?
İsterseniz dini, isterseniz ahlaki ve insani, istersiniz de uluslar arası hukuk boyutlarıyla olayı incelediğimizde, savaşlarda dahi uyulması gereken kurallar olduğunu görürüz.
Yoksa siz, gerçekten de adam öldürmenin, vatan bütünlüğüne hizmet ettiğine inananlardan mısınız? O zaman en fazla vatandaşını öldüren Saddam niye hala iktidar değil. Veya siz Muammer Kaddafi’yi de, Başer Esad’ı da fazlasıyla takdir ediyorsunuz demektir. Ama gelin görün ki hiçbiri de öldürerek vatan bütünlüğünü koruyamıyor, değil mi?..
Hatta daha acısını söyleyelim; bu güne kadar sürdürdüğümüz, baskı ve sindirme metotlarıdır aslında olayları çığırından çıkaran, değil mi? Öldürdüğünüz insanlar da sizin devletinizin vatandaşı ise, ayrıca bunlardan dolayı da sorumluluklarınız var demektir? Yani zaten o ordunun mevcudiyetinin nedeni, vatandaşının hakkını, hukukunu korumak değil midir?
Evet, senin vatandaşın isyan etmiş, silaha sarılmış ve dağa çıkmış. Senin devlet olarak görevin ise, o vatandaşı öncelikle yakalayıp, adaletin önüne çıkarmak olmalı, değil mi? Yoksa pusu atmak, öldürdüğünü dağda bırakmak, cenazelerine bile türlü türlü eziyetler değildir, değil mi bir ordunun yapabilecekleri?..
Yok eğer “devlet gördüğü her yerde, hukuku rafa kaldırır ve isyancı vatandaşını öldürür diyorsan,” sen devlet değil, terörist güruhu istiyorsun demektir. O zaman “en güçlü terör örgütü, en haklısıdır” anlayışına sahipsin demektir, değil mi? Ve sen eğer bir orduya “Muhammed’in ordusu” diyorsan, o zaman bu orduyu savaşçılığı ile değil, bağlı olduğu savaş hukuk kurallarıyla ve adil adalet uygulayıcılığı ile de övmen ve sistemleştirmen gerekir, değil mi?
Ama galiba biz bütün bunlara aşinayız kendi tarihimizden değil mi? Örneğin şu ünlü Kubilay olayı: İsterseniz devletin resmi tarih kitaplarından, isterseniz de Can Dündar’ın yazdıklarından okuyun sadece olanları. “Çıkan ayaklanmada Asteğmen Kubilay ve iki bekçi öldürülmüştür. Buna karşılık, ordunun açtığı makineli tüfek saldırısında 3-5 kişi öldürülmüş, yakalananların yargılanması sonrasında ise 28 kişi de idam edilmiştir.” Bunun adına da adalet değil, ancak “intikam ve gözdağı katliamı” denebilir, değil mi?
Diğer bir meşum örnek ise, Van’ın Özalp ilçesinde: “sınırı kanunsuz geçip, hayvan kaçakçılığı” yaptığı söylenen bir grup köylünün kurşuna dizilmek suretiyle, 33 kişinin öldürülmesi hadisesidir. Eğer bunlara ‘adalet’ diyeniniz varsa, Rabbimin yüreklerinize adalet ve vicdan duygusunu bahşetmesini istemekten başka yapabileceğim hiç bir şey yok.
İsterseniz size her iki olayın da ortak olan bir diğer noktasını daha söyleyeyim; Olaya karışanların yargılanması ile görevlendirilen Divan-ı Harp Başkanı General Mustafa Muğlalı, 1943 yılında Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı iken Van’ın Özalp İlçesi’nde 33 masum vatandaşı kurşuna dizdirmek suçundan 1946’da yargılanmış ve çarptırıldığı ölüm cezası ağırlaştırılmış 20 yıl hapse dönüştürülmüştür ki ilgilisi Mustafa Paşa’ya duyurulur.
Bir diğer duyurumuz da Kıvrak Kemal’e; Van’daki CHP mitinginde, Özalp ilçesindeki Muğlalı kışlası adının değişmesi gerektiğini söyleyen Kıvrak, Muğla’da CHP’li Belediye’nin 35 yıl önce yaptırdığı İş Hanının adının, mevcut CHP’li belediye döneminde de hala Muğlalı olduğunu unutmuştur. Yazık!.. Hem de çok yazık…