21 Haziran 2010 Pazartesi

Ülke Isıtılıyor Odunu İçerden! / Yusuf Gezgin

Her askeri birime saldırı olduğunda ve her şehit cenazesinde “bindirme kıtalar”, “güdümlü guruplar” harekete geçiriliyor ve hükümete yükleniyorlar; hesabı hükümetten soruyorlar.

Hükümet askere silah mı almıyor?
İmkan mı sağlamıyor?
Karakol mu yapmıyor?

Hayır. TSK dünyanın en çok harcama yapan ordularından. Giderlerini GSMH’ya oranladığınızda TSK dünyada askeri harcaması en yüksek ordu. Üstelik TSK’nın toplum içindeki eli, en çok şehit veren Jandarma’nın ve Sahil Güvelik’in giderleri TSK bütçesinde değil, İçişleri bütçesinde görünüyor.

TSK’nin bütçesi TBMM’de hiç sorgulanmadan, en hızlı geçen bütçe. Bu bütçenin nerelere harcandığı kimse tarafından denetlenemiyor. TBMM adına denetim yapan Anayasal bir kurum olan SAYIŞTAY denetçileri daha geçen hafta denetim için bir askeri birliğe alınmadılar; kapıdan çevrildiler, içeriye bile sokulmadılar. Komutanlar istediği gibi harcama yapabiliyor; bütçeden gelen yıllık ödenekler Hazineye geri dönmesin diye çarçur edıliyor. Bazı birliklerde (bütçeden gelen ödenek geri dönmesin diye) her yıl fayanslar değiştiriliyor, tefrişatlar yapılıyor, binalar yenileniyor vs vs. ve bunların hesabını kimse soramıyor!...

Karakolların, birliklerin güvenliği mi yeterli değil?

Evet, ama bunda hükümetin, sivil birimlerin hiç bir dahli, sorumluluğu yok! Karakollarını tahkim etmeyen TSK, üzerine vazife olmayan şeylere el atıyor. MEB’in ve kaymakamlıkların, valiliklerin sorumluluğunda olan okullara el atıyor, Kurslar düzenliyor ve bunların masraflarını, birazda zorla sivil yöneticilere fatura ediyor. Bunca vakaya rağmen hala fişlemeler, irtica takipleri yapabiliyor. Pasakeyfi.com veya net sitelerine girerseniz karakolları yaptırmayan paşaların, komutanaların, uçaklarla köpeklerine nasıl mama getirdiklerini, helikopterlerle nasıl piknik yaptıklarını ve diger ahlaksızlıklarını görürüsünüz. Ordu evleri lüksten kırılırken, Şemdinli’de Beytüşşebap’ta ve bilmem hangi dağ başındaki karakollar, korunaksız, savunmasız teneke barakalardan ibaret.

Hükümeti savunma durumunda değilim. Hükümetin sivil alanlara bakan yönüyle pek çok ihmali ve sıkıntılı işleri var. Ama askeri konularda hükümetin bir etkisi ve yetkisi yok. Tel örgünün arkasına bir müdahalesi söz konusu değil. Öyle bir derdi de görünmüyor!...

Bu saldırılarda sivil yönetimlerin, ne hükümetin ne mülki amirlerin sorumluluğu yok! Çünkü askeri birimlerle ilgili herhangi bir yetkileri, etkileri yok! Valiler güya bir ilde devleti temsil eder; ama ne askeri operasyonlardan haberleri olur, ne şehitlerden. Sadece şehit haberlerinin açıklanması işini valilere pas ederler. Ama valiler illerindeki Jandarmadan, askeri birliklerden biganedir. Güya bir iç güvenlik birimi olan Jandarma’nın nerede ne yaptığından dahi haberleri olmaz mülki amirlerin, valilerin. Özellikle Doğu’da Bölge Komutanlıklarına bağlı Jandarma birlikleri sivil yönetimlerin tamamen etkisi dışındadır. Kara birliklerine bağlıdır ve bölgedeki karacı komutanlar, valinin ruhu dahi duymadan Jandarmayı il dışına operasyonlara götürürler, şehitler-gaziler verirler. İl alay komutanları dahil, Jandarma sivillere ve mülki amirlere karşı kendisinde bir sorumluluk görmez. Aslında bu durumdan bir iç güvenlik birimi olan Jandarma da rahatsızdır, ancak, yapacak bir şeyi yoktur.

Diyelim ki hükümet sorumlu; Peki hükümet, askere TSK’na kim üzerinden etki edecek?
Mesela, Milli Savunma Bakanı üzerinden hükümete ve sivil otoritelere sorumluluk yüklenebilir mi?

“Bakanını takmayan bakanlık!” yazımızda ifade ettiğimiz gibi, Milli Savunma Bakanı’nı bir kaç sivil memur dışında bakanlıkta kim takar! MSB Bakanı askeri konularda, hatta TBMM onayı gerektiren dış askeri anlaşmalarda bile konuları en son duyan adamdır.

Bu durumda hükümet şehit cenazelerinin ve korunamayan karakolların neresinde? Neden CHP ve MHP ihmali olan, görevini yapmayan, yapamayan TSK’nı ve komutanları eleştirmiyor da, hükümeti ve sivilleri eleştiriyor? Atılan bir yumruk İl Emniyet Müdürlerinin başını yerken, neden onlarca şehitten sonra sayın muhalefet ve medya en azından karakol komutanlarının açığa alınmasını, hesap sorulmasını istemiyor, isteyemiyor?

Çünkü maksat üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek! Bağcı bağdan bihaber, bostana dahi sokulmuyor, ama fatura ödemeye mecbur ediliyor!..

İnsanımızın artık şuna uyanması lazım; Türkiye’de içteki gayrı milli derin odakların “şehitler ve terör üzerinden” bir operasyonu söz konusu ülkeye. Göz göre göre yurdum insanı, gencecik çocuklarımız şehit veriliyor; siyasi, karanlık hesaplara çocuklarımız malzeme yapılıyor.
Geçenlerde medyada MİT’den üst düzey bir sorumlunun APO ile görüştüğü yazıldı.

Derinleri ve derin yapıyı bilenler bilirler ki, bu ülkede yıllardır güvenlikten sorumlu birimler, amirler Apo’yla düzenli görüşürler ve onu yönlendirirler. APO’nun derin devletin ve bazı güvenlik birimlerinin kontrolünde olduğu bir rivayet değil, pek çok kimsenin bildiği net bir bilgidir. Apo’yu kim koruyorsa, onlar kullanıyorlar ve konjoktore göre konuşturuyorlar. Bu piyonu bir dama taşı gibi kullanıyorlar. Maalesef Kek-Türklerin bunu sorgulamak akıllarına dahi gelmiyor. “Hangi ülkede tutuklu, mahkum bir adam bir örgüt üzerinde bu kadar etkin olabilir?” diye sormayı düşünemiyorlar. Birileri Apo’yu memleket aleyhine ve derin hesapları uğruna tepe tepe kullanıyor; istediği şekilde konuşturuyor. Bu kullanışlı piyon üzerinden kamuoyunu maniple edebiliyorlar. Zavallı (bazı) Kürtler ve Kürt gençler de şoven duyguların esiri olarak, başta Kürtlerin sonra ülkenin aleyhine bu oyuna malzeme oluyorlar. Kürtlerin bölgede örgütün ve KCK’nin ciddi baslkısı altında oldugunu biliyorum. Yeni yetme, genç toylar değil, ama bölgedeki kanaat önderlerinden ve Kürt entellektüellerden bu derin oyunu bozacak açıklamalar gelmeli değil mi?

Türkiye büyük bir oyunun içinde ve ülke canlar, şehitler ve kan üzerinden bir girdaba çekilmek isteniyor. Burada hemen İsaril’i ve dış güçleri suçlamayın! Dış güçlerden önce, kurumları ele geçirmiş, her türlü maniplasyon, provokasyon imkanına sahip bir sürü yerli İsrailli, dış güçlerin taşeronu var içeride. Kamuoyunun, milletimizin öncelikle sağduyusuyla içeridekilerin oyunlarını bozması, tahriklere, provokasyonlara, yönlendirmelere gelmemesi gerekiyor. Dışarıdakilerle, içeridekileri dize getirdikten sonra ancak hesaplaşabiliriz. Evimizde bir kavga varken, hırsızlar, caniler evimizi basmışken başkalarına taş atmayı düşünmeyelim.

Birileri evlatlarımız, şehtilerimiz üzerinden memleketin havasını ısıtıyor, memkleketi geriyor.
Yazın başında söylediğimiz gibi “bu yaz sıcak geçiyor” ama ortamı ısıtanlar dışarıdakilerden çok içeridekiler. Örgütten öte, o örgütü ve liderini istediği gibi kullanan, konuşturan kesimler, kurumlar. Ülke ısıtılıyor ama odunu içeriden; bildik adreslerden.

Hararetin, ısının kaynağını dışarıda aramayalım!.. Sinirleri işgal edilmiş, can damarları ele geçirilmiş bir ülkede dışarıdan bir şey yapmaya, planlamaya gerek yok. Hanefi Avcı’nın bir dönem dediği gibi “hırsız içeriden!”.

Memleketi hem örgüte, hem de bazı kurumlara etki edebilen “DERIN KESİMLER” katıp karıştırıyor….
Hataları, kusurları iyi tespit edip, kime neyin hesabını soracağımızı iyi bilmeliyiz.
Karakollarını, kendisine emanet edilen evlatlarımızı koruyamayan bir kurum ülkeyi dış düşmana karşı nasıl koruyacak?

Kendi işini düzgün yapmayan bir kurum neden siyasete, sivillerin işlerine, Yargıya burnunu habire sokar. Anayasa değişikliklerinde, Cumhurbaşkanı seçimlerinde tehdit gibi beynatlar, muhtıralar verir?
Birileri önce kendi işini yapmalı ve hatalarından dolayı hesap vermeli, fatura ödemeli.
Güdümlü medya ve siyasi fırsatçılar, kasabın hesabını bakkala sormayı bırakmalı artık!