Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi, savcılığın talebi üzerine Darbe Günlükleri’nde anlatılan 3 Aralık 2003’teki “muhtıra toplantısı”yla ilgili olarak Genelkurmay’dan bilgi istedi.
Star gazetesi, 24 kasımda verdiği “‘Sarıkız’ Genelkurmay’dan istendi” başlıklı haberinde gelişmeyi şöyle duyurdu:
“İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, savcılık talebi üzerine, 3 Aralık
2003’teki Yüksek Askerî Şûra öncesi yapılan toplantıya ait tutanağın
Genelkurmay’dan istenmesine karar verdi. Mahkeme, Türk Silahlı
Kuvvetleri’nde Askerî Şûra öncesinde şûraya katılacak orgenerallerin
kendi aralarında toplantı yapması gibi bir teamül bulunup bulunmadığının
sorulmasını kararlaştırdı. Ayrıca, böyle bir teamül bulunması halinde,
bu toplantılarda konuşulanların tutanak altına alınıp alınmadığının
mahkemeye bildirilmesine karar veren heyet, tutanak altına alınıyorsa 3
Aralık 2003’teki Yüksek Askerî Şûra öncesi yapılan toplantıya ait
tutanağın gönderilmesini hükme bağladı. Mahkeme, tutuksuz sanık emekli
Orgeneral Hurşit Tolon’un savunmasında YAŞ öncesi yapılan toplantıların
kayıt altına alındığı yönündeki beyanlarına da dikkat çekti.”
2003’te Ege Ordu Komutanı olan Hurşit Tolon dâhil, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bütün orgenerallerin katıldığı; Genelkurmay Başkanı dışındaki bütün komutanların “muhtıra” istediği o toplantı, daha önce defalarca yazdığım gibi Darbe Günlükleri’nin tartışmasız en önemli bölümüydü. Dolayısıyla, mahkemenin istediği şey “Sarıkız”ın bir parçasını teşkil eden o toplantının tutanakları olduğu halde, Star gazetesinin başlık olarak “‘Sarıkız’ Genelkurmay’dan istendi”yi seçmesi çok da yanlış sayılmamalı.
Haberi okur okumaz bir soru takıldı zihnime...
Diyelim ki Genelkurmay’dan olumsuz bir cevap geldi...
Mesela: “TSK’da şûra öncelerinde bu türden toplantılar yapmak
teamülden değildir ve 3 Aralık 2003’te de böyle bir toplantı
yapılmamıştır.”
Mesela: “Teamüldür, fakat tutanak tutulmaz...”
Mesela: “Tutanak tutulur ama isteğiniz üzerine aradık, bulamadık...”
Zihnime takılan soru şu: Cevap bunlardan biri olursa, mahkeme, “tamam o zaman” deyip kapatacak mı bu faslı?
Ben bu yazıyı, işte böyle bir ihtimal karşısında “dememeli, diyemez” demek için yazıyorum.
İki temel gerekçem var: Hilmi Özkök’ün söyledikleri (2009) ve Hurşit Tolon’un söyledikleri (2008)...
Doğrusu, onlara baktıkça “Savcı ve hâkimler o gün muhtıra toplantısı yapıldığını kanıtlamak için neden ‘tutanak’a ihtiyaç duyuyorlar ki” diye sormadan edemiyorum...
Daha önce her biri için birer yazı kaleme aldığım iki “tanıklık”la ilgili bilgileri tazeleyince eminim siz de bana hak vereceksiniz...
Buyurun...
Genelkurmay Başkanı’nın doğrulaması...
Ergenekon savcıları Zekeriya Öz ve Fikret Seçen, 25 Nisan 2009’da İzmir’e gidip zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün
ifadesine başvurdular. İkinci Ergenekon iddianamesinde kısaca değinilen
ifadelerin tamamı, birkaç hafta sonra (Ağustos 2009) açıklanan ek
klasörlerde yayımlandı.
Özkök’ün, Darbe Günlükleri’nde 3 Aralık 2003’e tarihlenen “muhtıra toplantısı”na ilişkin olarak savcıların sorularına verdiği cevaplar, o gün sanki hiçbir komutanın “muhtıra”yı
telaffuz etmediğini, dolayısıyla da Darbe Günlükleri’nin en önemli
bölümünü hükümsüz kıldığını imâ ediyordu. Ki, savcılar da ek
klasörlerden birkaç hafta önce açıklanan iddianamede bunu kayda
geçirmişlerdi.
Gazeteler, gelişmeleri “3 Aralık 2003 toplantısında muhtıra verilmesi talebi olmadı”
tarzında haberlerle duyurdular. Gerçekten de Özkök, savcılık
ifadesinde, o toplantıda bazı komutanların kendisine hükümete muhtıra
vermeyi teklif edip etmediği yönündeki soruya şu yanıtı vermişti: “Usul
olarak en kıdemsizden başladığı için hepsinin görüşlerini aldıktan
sonra ben de katılmadığım görüşlerimi söyledim. Herkes şahsi görüşünü
dile getirir ama kimse benim yanımda muhtıra verme şeklinde bir teklifte
bulunamaz. Ben de böyle bir şeye fırsat vermem.” (İkinci Ergenekon iddianamesinden).
Evet, Hilmi Özkök böyle konuşmuştu ama, yine de bu haberler, ancak
onun tanıklık tarzından haberdar olmamak koşuluyla bu kadar kesin
yazılabilirdi... Çünkü bu tanıklık tarzının bir yüzünde hep söylediği
gibi “hüküm koymam, hüküm koymak yargının işidir” anlayışı varsa, öbür yüzünde “ben sadece yargının bana yönelttiği sorulara yorum yapmaksızın cevap veririm” anlayışı vardır.
Hilmi Özkök’ün, Radikal’den (6 ağustos 2009) Murat Yetkin’in
3 Aralık 2003 toplantısına ilişkin sorduğu sorulara verdiği cevaplar
hem bu tarzın ne kadar ince dokulu olduğunu gösteriyor, hem de o
toplantının Özkök’ün savcılara verdiği cevapların akla getirdiği kadar
masum olmadığını:
“Yetkin: İddianamede, görevde bulunduğunuz sırada
generaller ile yaptığınız toplantıda, Özden Örnek’e atfedilen
günlüklerde söylendiği gibi muhtıra teklif eden olmadığını söylediğiniz
yazılı. Muhtıra teklif edilmedi, konuşulmadı mı?
Özkök: Böyle bir teklif gelmediği doğru. Soru teklif geldi mi
şeklinde sorulmuştu. Ama teklif başka, görüş başkadır. O toplantıda ben
görüşleri aldım.
Yetkin: Yani muhtıra verilmeli görüşü dile getirildi, ama bu teklif sayılmaz mı demek istiyorsunuz?
Özkök: Yorum yapmayacağım. Ben sizin daha iyi değerlendirmeniz açısından teklif ve görüşün iki ayrı şey olduğunu söylüyorum.”
Bu konuda daha önce yazdığım yazıda, yukarıdaki soru-cevapları aktardıktan sonra şöyle demiştim:
“Gördüğünüz gibi, Hilmi Özkök, savcılığa verdiği ifadede kendisine tam
olarak ne sorulmuşsa ona cevap vermiş. Peki, bir gazeteci üzerinden
sonradan yaptığı düzeltmeyi savcıyla konuşurken neden yapmamış? Yani
savcıya neden, ‘Siz bana teklif diye soruyorsunuz, böyle bir şey olmadı
fakat bu yönde görüş açıklayanlar oldu’ dememiş? Bu da Hilmi Özkök tarzı
tanıklığın bir inceliği işte... Böyle yaparsa savcıyı yönlendirmiş,
kendisini de kanaat açıklamış gibi hissediyor olmalı. Özkök bir gün
mahkemede de tanıklık ederse, hâkimlerin bu incelikleri hesaba katmaları
gerekir.”
İşte o günler geldi...
Bence mahkeme 3 Aralık 2003 toplantısına ilişkin olarak Özkök’ü tanık
olarak dinlemeli (hele hele Genelkurmay’dan olumsuz cevap gelirse
mutlaka dinlemeli). Tabii, iki savcının yaşadığı tecrübeden sonra,
soruları mutlaka “Hilmi Özkök tarzı tanıklık”ı dikkate alarak formüle etmeli...
Hurşit Tolon’un doğrulaması...
Hurşit Tolon, Darbe Günlükleri’nin Nokta’da yayımlanmasından tam yedi gün sonra, yani 5 Nisan 2007’de, Başbakan’ın savcıları göreve çağırması üzerine Sabah gazetesine verdiği demeçte Günlükler’i külliyen yalanladı, sahte olduğunu ima etti.
Fakat aynı Tolon, 1 Temmuz 2008’de gözaltına alınıp ardından hâkim
karşısına çıkartıldığında çok farklı konuşacak, hâkimin, Günlükler’deki
kendisine dair bölümleri neden tekzip etmediği sorusuna aynen şu cevabı
verecekti:
“Kamuoyunda darbe günlükleri olarak bilinen günlüklerde benimle ilgili
kısımlarda herhangi bir yanlışlık görmediğim için bu konuda tekzip
yapma ihtiyacı hissetmedim.” (Hürriyet, 8 Temmuz 2008.)
Peki, ne olmuştu da iki ifade arasında bu kadar büyük bir fark
oluşmuştu? Ben o günlerde yazdığım yazıda, bunun Tolon’un
tutuklanacağını anlamış olmasıyla açıklanabileceğini öne sürmüştüm. Şu
anda da öyle düşünüyorum:
“Tolon, savcılık ve mahkeme sorgularında kendisinin ‘darbe
planlamakla’ suçlanacağını anladı. Bunun üzerine, sorgucuların eline çok
büyük bir koz verme pahasına, ‘Kamuoyunda darbe günlükleri olarak
bilinen günlüklerde benimle ilgili kısımlarda herhangi bir yanlışlık
görmedim’ dedi. Bunu neden göze aldı peki? Bence bu, ‘Benim darbe
planlamaktan yargılanmamı ve ceza almamı engellemezseniz, kendimle
birlikte sizi de yakarım’ mesajıydı...”
Mevcut duruma bakıp da “mesaj”ın işe yaramadığını kimse öne süremez.
Fakat işte, Tolon’un o gün sorgucuların eline verdiği koz şimdi karşısına dikilmiş durumda...
3 Aralık 2003 toplantısının bir “muhtıra” toplantısı olduğuna dair benim argümanlarım bunlar...
Dediğim gibi: Genelkurmay’dan tutanak falan sormaya gerek yok ama, bekleyelim bakalım...