16 Aralık 2011 Cuma

Neden faşist çıkar halk çocuklarından / Namık ÇINAR/Taraf GAZETESİ




 Reddediyorum ben!.. Bir zamanlar öyle olanların arasından biri görünmeyi içlerine sindiremeyip, benim gibi dışlayacak çok kimse vardır; onlar da reddetmelidirler.
İsyan ediyorum ben!.. Havsalaları almayıp, benim gibi isyan edecek çok kimse vardır; onlar da haykırmalıdırlar.
Utanıyorum ben!.. Aynı üniformayı taşıdıkları için zûl duyup, yüzleri benim gibi öfkeyle bozaracak çok kimse vardır; çıkıp gür sesle, onlar da yerinmelidirler.
Dersimli Hıdır Öztürk’ün Meclis’in İnsan Hakları Komisyonu’na, binlerce “faili meçhul”den biri olarak anlattığı işkenceyle öldürülen kızı Ayten’in öyküsü, dinleyenin yüreğini burkup, onu çileden çıkarmaz da ne yapar, Allah aşkına?
Selimiye Askerî Ortaokulu’nun, Erzincan ve Kuleli Askerî Liselerinin, Kara Harp Okulu’nun, benim de dirsek izlerimin olduğu o okul sıralarından çıkan birileri, nasıl olur da gencecik bir kızın gözlerini oyan, burnunu ve kulaklarını kesen, derisini yüzen canavarlara dönüşürler? N’olur biriniz anlatsın bana, lütfen.
Selimiye’de çocukken, sineklerin kanadını uçamasınlar diye koparıp seyretmekten, gelinemez buralara. Zira bir taraftan da, yuvasından düşmüş yavru bir kırlangıcı, küçücük avuçları arasında ısıtıp, su oluğunun içinde bakıp büyütmeye kalkan da onlardan birisiydi, çünkü. Kuleli’de, dadandığı için itip kaktıkları çelimsiz bir sokak köpeğine Leylâ adını vererek, zulmün simgesine niçin dönüştürdüklerini şimdi sorsanız, bilemeyecek olanlar da yine onlardı, tabii ki.
Bıçkın yetişmelerini meziyetten sayan zorba bir ortamın emzirdiği bu halk çocuklarından bazılarının, ancak zulümle varolabileceklerini sanmalarını ve sadece sübyanlıklarından kalma öfkelerinin esiri olmalarını mı çıkaracağız bundan? Kurtarır mı bizi bu?

“Her şey, bir insanı sevmekle başlar her şey”
 diyen Sait Faik’in ülkesinde, böylesi bir vahşete“yurtseverliğin” yol açabileceğini düşünmek de, yurtseverliğin kendisine bir haksızlık sayılmaz mı?
Nedir o hâlde; hayvanlığa bile sığmayıp, ona dahi yakışmayan bu iğrençlik; söyleyin, ne? Ömrü boyunca her emredileni itirazsız yapacak şekilde itaatle büyütülmüş bu körpecik ruhların, fırsat kırılganlıklarına denk gelince, magmanınkine benzer bir fışkırması mıdır yoksa? Neyle açıklayacağız bu trajediyi?

Aklımın ucundan dahi geçmedi doğrusu; meselâ avluda dolaşırken, akranlarımdan şu ilerdeki, büyüyünce gözlerini oyacak insanların. Şu duvara tünemiş olan kulak kesecek. Şu çelimsiz oğlansa, bir gün general olup, canına okuyacak halkın. İzin günleri üstüne başına “yatak ütüsü” ile çekidüzen vermeye çalışan şu avurtları çökük çocuk, kocaman olunca, her bir yanı sırmalar ve şeritlerle bezenmiş hayalindeki o süslü giysiye, sonunda acımasız bir narsist olarak kavuşacak demek ki.

Henüz on bir yaşlarındayken ürkek ürkek kaydolup, Selimiye’ye birlikte girdiğimiz bir başka yabanıl köy çocuğu, bir de bakacaksınız ki, babasının kasketinden ve yeldirmesinin ucunu dişlerinin arasına sıkıştırıp tarlaya her gün öyle seğirten anasının feracesinden, gün gelip utanır hâle gelecektir. Tıpkı savaş filmlerindeki Alman subayların ayağa fırlayarak, “Deutschland, Deutschland, über alles!”tarzı haykırışlarına öykünerek devşirilen ritüellerde, orduevi balolarının bitişlerine doğru hep bir ağızdan söylenegelen “Onuncu Yıl Marşı” sırasında transa geçip, boynundan dışarıya uğrayan aortlarından da anlaşılacağı üzere, suratına yerleşen bir şark çıbanı gibi, giderek şovenleşeceği de, yazık ki madalyonun öteki yüzü olacaktır.

Katık olsun diye tayının arasına konan böreklerle beslenmiş, ya da yemekhane masasında bulunmayan bir tutam pul biberin veya bir baş soğanın nasıl da umulmadık ölçülerde kıymete geçtiğini yaşamları boyunca unutamayarak öğrenmiş bulunan ve kendi öksüzlüklerini kendileri evlât edinmekten başka da çıkışları olmayan bu çocukların, sonunda varacakları yer burası mı olmalıydı?

Bir paket “sana yağı” uydurunca, sobalı sınıflarda ekmeklerini kızartarak, hep birlikte yaşanan mutluluklar yalandı da, o yüzden mi sonradan intikam almak için, kendi halkına “dışkı” yedirenlerden oldular? Bu yoksunluklar, bu yoksulluklar, olumluya terbiye etmesi gerekmez miydi insanı? Kemalettin Tuğcu öyküleriyle hüzünlenen biri, neden gaddar olup çıkar, büyüyünce? Bir sinema bileti uyduracak kadar para bulup da izne çıkan, nasıl anlamaz bir gün gelir de, gariplerin hâlinden?

Meselâ, Suriye’de sokaklara meydanlara çıkıp, daha fazla özgürlük isteyen kendi halkının her gün onlarcasını, gözlerini kırpmadan öldüren o ordunun subayları, sizce nasıl görünüyorlar şimdi buradan? Yurtsever olarak mı, yoksa bir avuç zorbanın kemik yalayıcısı olarak mı?
Son elli yıl içindeki darbelerle, darbe girişimleriyle ve dayattıkları vesayet politikalarıyla Türkiye halkına kan kusturarak, kısa süre öncesine kadar faşizan bir profil çizmiş olan ordunun, siz acaba o sıralarda neresinde olduğunuzu, sorabildiniz mi hiç kendinize?

Ve karambola getirip de, sadece üniformalılara sorduğumu sanmayın sakın. Size de soruyorum; siviline, polisine, medyadakilere, politikacılara, sermayeye, üniversitelere, tüm topluma yâni.
Hâlâ, yırtık bir S.O.S. flâması gibi sallamakta diretiyorlar; kırık bir göndere dünün pisliklerini çekmeye çalışıyorlar; çünkü habire birileri.