Birkaç John Le Carre romanı okumak, çocukken Görevimiz Tehlike’yi,
büyüyünce de 24’ü izlemek sayılmıyorsa, rahatça istihbarat işlerine pek
aklım ermiyor denebilir.
O yüzden mesela aleni yaşanan Esad-PKK ilişkisini, göz doktoru Beşşar
Esad’la doktor Bahoz Erdal’ın Şam Tıp Fakültesi’nde okurkenki Acil
Servis nöbetlerine bağlayan polis sosyolojisi yerine, ajanslardan,
gazetelerden takip etmeyi tercih ediyorum. Mülkiye’de birlikte okudular
diye Öcalan’ı Mehmet Ağar’la, yetmezse ikisini birden Hüseyin
Velioğlu’yla, daha da heyecan katmak için hepsini birden Melih Gökçek’le
birbirine bağlamayı esas alan fantastik kozaliteyle de, katile katil
dememek için kırk parande attıran siyasi hesap kitapçılıkla da mesafeli
diye de özetlenebilir durumum. O yüzden tek bir mevsim açan kasımpatı
çiçeğini, her mevsim açan kaktüsten de her bataklıkta biten gülden de
daha çok severim. En azından zararı kendine.
Ama maalesef istihbarat işlerine biraz kafa yormadan neredeyse bir
istihbarat savaşı gibi yaşanan Türkiye siyasetini anlamak zor oluyor.
Küçücük bir kasetle koskoca Baykal’ın nasıl alaşağı edildiğinden ibret
almadıysanız, aynı kasetle o makama getirilen Dersimli Kürt’ün nasıl
Dersim Katliamı’nı savunmak için çırpındığından ders alın bari. Ben ders
aldım ve hatta dersime biraz çalıştım.
Galiba bir istihbarat şifresini çözmüş olarak karşınızdayım. Zihni
Türkiye siyasetini takip etmekle kirlenenlerdenseniz başlık mutlaka size
de bir yerlerden tanıdık gelmiştir. Yine de hatırlatayım. Fantezi
şarkısı sözü gibi duran bu mısrayla bir Ergenekon Davası duruşmasında
tanışmıştık.
Birinci Ergenekon davasına bakan mahkemede savunmasını yapan eski
asker Muzaffer Tekin’e, mahkeme başkanı neden Danıştay Saldırısı’nın
olduğu gece (Hatırlayın, Tekin saldırı ile ilgili adı çıkınca meyve
bıçağıyla intihara kalkışmıştı) 64 kişiye cep telefonundan “Yine mor
dağlara bulut çöküyor, o dağlarda kalanlar bilir” mısralarını
gönderdiğini sormuştu. Tekin de “Hoşuma gitti, ne kadar aynı fikirde
tanıdığım varsa hepsine gönderdim. O güne denk gelmesi tesadüf olmuş”
diye cevap vermişti.
Tesadüfün daha büyüğü bu mesajı Tekin’e ilk gönderenin İbrahim Şahin
olmasıysa, tesadüfün kralı da aynı manasız mısraların Oda Tv
iddianamesinde yer alan, cezaevinde hayatını kaybeden MİT’çi Kaşif
Kozinoğlu’nun bir telefon kaydında karşımıza çıkması herhalde.
İddianamede 25.08.2009 tarihli telefon görüşmesinde Kozinoğlu, şimdiki
MİT Müsteşar Yardımcısı olduğunu söylediği Aydın adlı kişiyle
konuşuyor:
Aydın: Dumanı dağlarda kalanlar bilir. Kozinoğlu: Vay vay vay. Aydın: Ağaçlar yaprak dökülür. Kozinoğlu: Başkanım ne yapıyorsun ya. Aydın: Valla kimseye bir şey yapmıyoruz oturuyoruz işte. Kozinoğlu: Nerde oturuyorsun. Aydın: Bak yine mor dağlara duman çöküyor, dumanı dağlarda kalanlar bilir, ağaçlar da. Kozinoğlu: Bir yerden okuma bunu önceden yazıp söylemen lazım.
Tabii bir sorunumuz var: “Mor dağlarda duman çöküyor, o dağlarda
kalanlar bilir” ne demek bilmiyoruz. Bir çeşit “Başımız dertte” demek
herhalde. Kaşif Kozinoğlu ile ilgili Oda Tv iddianamesindeki bölümleri
okuyunca mor dağlara pek duman çökmediğini, asıl başı belada olanın da
biz olduğunu düşünüyor insan.
Alaaddin Çakıcı’yı kurtarması için Yargıtay Başkanı’ndan ricacı olmuş,
adı Azerbaycan darbe girişimlerinde, Güneydoğu’nun karanlık yıllarında
geçmiş eski Özel Harpçi bir MİT’çinin nasıl hiçbir şey olmamış gibi
istihbarat teşkilatının en tepelerinde dolaştığını yazıyor iddianame
çünkü. Emre Taner’le yurtdışı seyahatlerinden, 2010 yılında Kürt Raporu
yazmasının istenmesine kadar aktif bir görev yürütmüş ‘eski’ Türkiye’nin
en meşhur istihbaratçılarından birinin kariyeri ancak, Hakan Fidan
göreve gelince, o da “baş müşavir” olarak atanarak bitebilmiş. Sonrası
malum. Önce cezaevi ardından mahkemeye çıkamadan gelen şüpheli bir ölüm.
Bir zamanlar, kapaklarında parmakla gösterildiği Aydınlık’a gönderdiği
mektubu Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Milli İstihbarat
Teşkilatı’nın bu yöneticisinin sıkı bir Başbakan muhalifi olduğunun
kanıtı. Başbakan, hatta Emine Hanım hakkında istihbari bilgileri Asya
Dairesi’nin Türkiye masasından sorumlu olduğu kanaatini uyandıracak
ayrıntıda.
Dikkatlerden kaçan cenazesi ise eski Türkiye’den kalan son
istihbaratçının o olmadığının kanıtıydı. Askeri törenle kaldırılan
cenazeye iki eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ve Şenkal Atasagun
dışında, MİT’in muvazzaf İstanbul, Ankara ve İzmir Bölge Başkanları da
katıldı. O başkanlardan biri, halen Islak İmza davasının sanığı; Hrant
Dink’i tehdit eden MİT’çinin de o olduğu söyleniyor. Tabii bir gün bir
mahkemeye getirilebilirse hepsi sorulacak ona. Neyse ki, Başbakan
muhalifi, hükümeti devirmeye çalışmak iddiasıyla yargılanan
istihbaratçının cenazesine Başbakanlığa bağlı MİT, sadece çelenkle
iştirak etti.
Askeri vesayeti bitirdik diye kutlama yapanlara kötü haberi vereyim o
zaman: Askeri vesayet bitti ama istihbarat vesayeti sürüyor. Ergenekon
davasında yargılanan tek MİT’çi mahkemeye çıkamadan hayatını kaybetti.
Faili meçhul soruşturmasında gözaltına alınan diğer MİT’çi ise serbest
bırakıldı. Ayrıca galiba Kürt meselesinde barış için de önce bu mesele
üzerinden savaşan istihbaratçıları barıştırmamız gerekecek.
Yani bizim mor dağlar halen dumanlı. |
Harbiye, askerlik, askeriye, savunma ile ilgili tüm gelişmeler, eleştiriler, asker-siyaset ilişkisi, askeri operasyonlar, gibi ve benzeri haberler, köşe yazıları, dosyalar buradan aktarılmaya çalışılacak.