1 Aralık 2011 Perşembe

Mor dağlara ne zaman duman çökecek? / Yıldıray OĞUR/Taraf Gazetesi


Birkaç John Le Carre romanı okumak, çocukken Görevimiz Tehlike’yi, büyüyünce de 24’ü izlemek sayılmıyorsa, rahatça istihbarat işlerine pek aklım ermiyor denebilir.

O yüzden mesela aleni yaşanan Esad-PKK ilişkisini, göz doktoru Beşşar Esad’la doktor Bahoz Erdal’ın Şam Tıp Fakültesi’nde okurkenki Acil Servis nöbetlerine bağlayan polis sosyolojisi yerine, ajanslardan, gazetelerden takip etmeyi tercih ediyorum. Mülkiye’de birlikte okudular diye Öcalan’ı Mehmet Ağar’la, yetmezse ikisini birden Hüseyin Velioğlu’yla, daha da heyecan katmak için hepsini birden Melih Gökçek’le birbirine bağlamayı esas alan fantastik kozaliteyle de, katile katil dememek için kırk parande attıran siyasi hesap kitapçılıkla da mesafeli diye de özetlenebilir durumum. O yüzden tek bir mevsim açan kasımpatı çiçeğini, her mevsim açan kaktüsten de her bataklıkta biten gülden de daha çok severim. En azından zararı kendine.

Ama maalesef istihbarat işlerine biraz kafa yormadan neredeyse bir istihbarat savaşı gibi yaşanan Türkiye siyasetini anlamak zor oluyor. Küçücük bir kasetle koskoca Baykal’ın nasıl alaşağı edildiğinden ibret almadıysanız, aynı kasetle o makama getirilen Dersimli Kürt’ün nasıl Dersim Katliamı’nı savunmak için çırpındığından ders alın bari. Ben ders aldım ve hatta dersime biraz çalıştım.

Galiba bir istihbarat şifresini çözmüş olarak karşınızdayım. Zihni Türkiye siyasetini takip etmekle kirlenenlerdenseniz başlık mutlaka size de bir yerlerden tanıdık gelmiştir. Yine de hatırlatayım. Fantezi şarkısı sözü gibi duran bu mısrayla bir Ergenekon Davası duruşmasında tanışmıştık.

Birinci Ergenekon davasına bakan mahkemede savunmasını yapan eski asker Muzaffer Tekin’e, mahkeme başkanı neden Danıştay Saldırısı’nın olduğu gece (Hatırlayın, Tekin saldırı ile ilgili adı çıkınca meyve bıçağıyla intihara kalkışmıştı) 64 kişiye cep telefonundan “Yine mor dağlara bulut çöküyor, o dağlarda kalanlar bilir” mısralarını gönderdiğini sormuştu. Tekin de “Hoşuma gitti, ne kadar aynı fikirde tanıdığım varsa hepsine gönderdim. O güne denk gelmesi tesadüf olmuş” diye cevap vermişti.

Tesadüfün daha büyüğü bu mesajı Tekin’e ilk gönderenin İbrahim Şahin olmasıysa, tesadüfün kralı da aynı manasız mısraların Oda Tv iddianamesinde yer alan, cezaevinde hayatını kaybeden MİT’çi Kaşif Kozinoğlu’nun bir telefon kaydında karşımıza çıkması herhalde.

İddianamede 25.08.2009 tarihli telefon görüşmesinde Kozinoğlu, şimdiki MİT Müsteşar Yardımcısı olduğunu söylediği Aydın adlı kişiyle konuşuyor:

Kozinoğlu: Efendim.
Aydın: Dumanı dağlarda kalanlar bilir.
Kozinoğlu: Vay vay vay.
Aydın: Ağaçlar yaprak dökülür.
Kozinoğlu: Başkanım ne yapıyorsun ya.
Aydın: Valla kimseye bir şey yapmıyoruz oturuyoruz işte.
Kozinoğlu: Nerde oturuyorsun.
Aydın: Bak yine mor dağlara duman çöküyor, dumanı dağlarda kalanlar bilir, ağaçlar da.
Kozinoğlu: Bir yerden okuma bunu önceden yazıp söylemen lazım.

Tabii bir sorunumuz var: “Mor dağlarda duman çöküyor, o dağlarda kalanlar bilir” ne demek bilmiyoruz. Bir çeşit “Başımız dertte” demek herhalde. Kaşif Kozinoğlu ile ilgili Oda Tv iddianamesindeki bölümleri okuyunca mor dağlara pek duman çökmediğini, asıl başı belada olanın da biz olduğunu düşünüyor insan.

Alaaddin Çakıcı’yı kurtarması için Yargıtay Başkanı’ndan ricacı olmuş, adı Azerbaycan darbe girişimlerinde, Güneydoğu’nun karanlık yıllarında geçmiş eski Özel Harpçi bir MİT’çinin nasıl hiçbir şey olmamış gibi istihbarat teşkilatının en tepelerinde dolaştığını yazıyor iddianame çünkü. Emre Taner’le yurtdışı seyahatlerinden, 2010 yılında Kürt Raporu yazmasının istenmesine kadar aktif bir görev yürütmüş ‘eski’ Türkiye’nin en meşhur istihbaratçılarından birinin kariyeri ancak, Hakan Fidan göreve gelince, o da “baş müşavir” olarak atanarak bitebilmiş. Sonrası malum. Önce cezaevi ardından mahkemeye çıkamadan gelen şüpheli bir ölüm.

Bir zamanlar, kapaklarında parmakla gösterildiği Aydınlık’a gönderdiği mektubu Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bu yöneticisinin sıkı bir Başbakan muhalifi olduğunun kanıtı. Başbakan, hatta Emine Hanım hakkında istihbari bilgileri Asya Dairesi’nin Türkiye masasından sorumlu olduğu kanaatini uyandıracak ayrıntıda.

Dikkatlerden kaçan cenazesi ise eski Türkiye’den kalan son istihbaratçının o olmadığının kanıtıydı. Askeri törenle kaldırılan cenazeye iki eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ve Şenkal Atasagun dışında, MİT’in muvazzaf İstanbul, Ankara ve İzmir Bölge Başkanları da katıldı. O başkanlardan biri, halen Islak İmza davasının sanığı; Hrant Dink’i tehdit eden MİT’çinin de o olduğu söyleniyor. Tabii bir gün bir mahkemeye getirilebilirse hepsi sorulacak ona. Neyse ki, Başbakan muhalifi, hükümeti devirmeye çalışmak iddiasıyla yargılanan istihbaratçının cenazesine Başbakanlığa bağlı MİT, sadece çelenkle iştirak etti.

Askeri vesayeti bitirdik diye kutlama yapanlara kötü haberi vereyim o zaman: Askeri vesayet bitti ama istihbarat vesayeti sürüyor. Ergenekon davasında yargılanan tek MİT’çi mahkemeye çıkamadan hayatını kaybetti. Faili meçhul soruşturmasında gözaltına alınan diğer MİT’çi ise serbest bırakıldı. Ayrıca galiba Kürt meselesinde barış için de önce bu mesele üzerinden savaşan istihbaratçıları barıştırmamız gerekecek.
Yani bizim mor dağlar halen dumanlı.