2 Aralık 2011 Cuma

Atatürk Dersim harekâtını günü gününe takip ediyordu / CEMAL A. KALYONCU



Dersim’le ilgili son tartışmalar, Atatürk ve İnönü’nün olayların neresinde yer aldığı üzerine çıktı. Manevi kızı Sabiha Gökçen, Atatürk’ün harekât hakkında bilgileri günü gününe takip ettiğini ve aldığı raporlardan çok memnun olduğunu söylüyordu.





















Türkiye’de yıllardır milleti vesayet altına alan çileli ve baskıcı sürecin mesajı şuydu: Resmî ideolojiden yana ol, rahat et. Başına da bir iş gelmesin! Yoksa, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün “Dersim katliamı bir soykırımdır ve sorumlusu CHP ile devlettir. Bu soykırımdan Atatürk de haberdardır.” çıkışı karşısında, sülalesi de o zulme uğramış CHP’nin başındaki Kemal Kılıçdaroğlu’nun içinde bulunduğu çelişkili durumu başka nasıl açıklayabiliriz ki? Ya da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı ve Dersim’de, 1936 ile 39 yılları arasında 13 bin 806 kişinin öldürüldüğünü gösteren belgenin altında imzası bulunan Faik Öztrak’ın, kendisi ile aynı ismi taşıyan torununun genel başkan yardımcısı olduğu CHP’nin bugün Dersimli ve Aleviler için hâlen neredeyse tek umut olduğu nasıl izah edilebilir?

Tartışılmaz denen konular zor da olsa tartışılıyor. Dilemesi gerekenler dilemese de devlet vatandaşından özür diliyor. Bu durum, Yeni Türkiye dediğimiz sürece paralel gelişiyor. Öyle ki, 1936’dan itibaren üç-dört yıl içerisinde, aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu insanların, mağaralarda zehirli gaz sıkılarak ‘fareler gibi öldürüldüğü’ Dersim faciasını, anılarında dahi yazamayanlar vardı. Hava Kuvvetleri Komutanlığı da yapmış, sonraki yılların muhtıracılarından Orgeneral Muhsin Batur, 19. Piyade Alayı olarak katıldıkları Dersim’deki operasyon günlerini “Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.” diyerek kaleme alamamıştı.

Buna rağmen, detaylarını ancak oradan kurtulabilenlerin bilebildiği faciayı başarı sayanlar da vardı. Hatta, burada görev almış olmak, bir kesimde, bugüne kadar kahraman addedilmek için yetip de artıyordu bile. Bunlardan biri de Atatürk’ün manevi evladı Sabiha Gökçen idi. Gökçen, kendisine, dünyanın ilk kadın savaş pilotu unvanını kazandıracak Dersim harekâtını yıllar önce gazeteci Halit Kıvanç’a anlatmış, bugün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere kamuoyunun tartıştığı konulara açıklık getirmişti.

1956’da yayımlanan ve daha sonra kitap hâline de getirilen çalışmada Sabiha Gökçen’in açıklamaları, Atatürk ve İnönü’nün Dersim’in neresinde olduğuna dair açıklayıcı bilgiler de içeriyor. Tabii Gökçen’in amacı Türk Hava Kurumu’nu anlatmaktı aslında. Ama başka ifşaatlarda da bulunmuş oluyordu Gökçen.

Sabiha Gökçen, pilotluğa çok meraklı olduğundan havacı olmuştur. Eskişehir’de, tayyare alayında staj görürken, bir gün uçuştan indiği sırada bölükteki fevkaladelik dikkatini çeker: “Sordum, bölüğümüz Dersim harekâtına katılmak için emir almıştı.” Gökçen, önce bölük kumandanına koşar, bölükle beraber gitmek istediğini söyler. O, alay komutanına yönlendirir onu. Alay kumandanı da bir kadın pilot olarak Sabiha Gökçen’in harekâta katılması için hususi müsaade gerektiğini düşünür. O zamanlar uçaklar uzun mesafe uçamadığı için Ankara’ya uğranılacaktır. Gökçen, tayyaresi ile Ankara’ya kadar gidip gelme izni ister. Ve Ankara’ya varır. Hava kararmıştır: “Hemen Çankaya’ya koştum. Atatürk beni karşısında görünce, önce hayret etti. Sonra da ‘Arzunu yerine getirmek isterim kızım’ dedi, ‘Seni çok takdir ederim. Fakat sana bir şey söyleyeyim ki, çarpışacağın insanların eline esir düşersen sana çok fena muamele ederler. Buna üzülürüm.” Gökçen, söze girer: “Emin olunuz. Kendimi onlara diri diri teslim etmem.”

Bunun üzerine Atatürk’ün bakışının değiştiğini anlatan Gökçen, orada Atatürk’ün,  kendisine, hayatının en kıymetli hediyesi olarak tabancasını hediye ettiğini söylüyor.

Bu arada Eskişehir’deki bölüğü de Ankara’ya intikal ettiğinden Gökçen de onlara dâhil olur. Gazetedeki resim altından alıntılayalım yine: “Atatürk, yanında hemşiresi Makbule Atadan olduğu halde Sabiha Gökçen ve arkadaşlarını uğurladı.”

Dersim harekâtı, işin son aşamasıydı. 1935’te çıkarılan Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkındaki Kanun ile, komutan rütbesindeki bir valiye önemli haklar tanınıyor, o gerekli gördüğü takdirde insanlar bir yerden bir yere savrulabiliyordu. Daha da önemlisi hemen infaz yetkisi de tanınıyordu o kişiye.

Buna istinaden 1936’da, Dersim, Elazığ ve Bingöl’ü içine alan Dördüncü Umum Müfettişlik oluşturularak başına Korgeneral Abdullah Alpdoğan getirildi.

Mareşal Fevzi Çakmak’ın Genelkurmay Başkanı olduğu bu dönemde olayların ve harekâtın vuku bulduğu süreçte bölgede Jandarma Komutanı olan Albay Nazmi Sevgen görevli idi. Ki Kürtler konusunda sonraki yıllarda pek çok kitap yayımladı Sevgen. 17. Tümen Komutanı Tuğgeneral Kemal Ergüden, daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanı olacak, o dönemde Diyarbakır Hava Alay Kumandanı olan Fevzi Uçaner, 18 yıl Atatürk’ün yanında bulunmuş, Muhafız Alayı Komutanlığı yapmış Tümgeneral İsmail Hakkı Tekçe, Dersim’de görev alan onlarca komutandan sadece birkaçı idi. 16 Haziran 1937 tarihli gazeteler zulme 25 bin askerin sevk edildiğini yazıyordu.

Dersim’de görev almış olanlar, bu görevlerini daha sonra bir ‘kahramanlık’ gibi sunuyor ve hayat hikâyelerinde Dersim harekâtına katıldığını belirtme gereği duyuyordu. Öyle de olması gerekiyordu. Çünkü hem eski Türkiye hem konjonktür yani resmî ideoloji bunu gerektiriyordu.

Bir mevzu daha vardı. O zaman operasyonlara katılanlar hayatlarının sonraki dönemlerinde korunup kollanmış mıydı? Araştırma yaparken bir husus dikkatimizi çekti. CHP Kütahya Milletvekili Naşit Uluğ, hayatı boyunca Tunceli/Dersim konusunda operasyonlar lehine pek çok kitap yazmıştı. Uluğ anlaşılan çok şanslı biriydi. CHP’nin hissedar olduğu Türkiye İş Bankası ile Bank of America tarafından kurulan Amerikan Türk Dış Ticaret Bankası’nın 1969, 1970, 1971 yıllarında yaptığı ikramiye çekilişlerinde önce 100 TL, ardından da üç kez üst üste 1000’er lira ikramiye kazanmıştı. Uluğ, şanslı mıydı, hizmetinin karşılığını bu yolla mı alıyordu, bilemiyoruz tabii…

CHP Milletvekili Hüseyin Aygün’ün sözlerinden sonra çıkan tartışma, Atatürk’ün Dersim’in neresinde olduğu üzerine gelişmişti. Biz Sabiha Gökçen’e tekrar dönersek, Atatürk’ün Dersim harekâtını an be an takip ettiğini öğreniyoruz. Şu ifadeler de Gökçen’in gazeteye anlattıklarından: “Atatürk harekâtla beraber kızının faaliyetlerini de günü gününe takip ediyordu. Aldığı raporlardan çok memnundu.”

Harekâtla başarı sağlanmıştı! Bazılarının deyişiyle 100 yıllık meseleye kökten çözüm getirilmişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ortaya koyduğu, 8 Ağustos 1939 tarihli Jandarma Umum Komutanlığı’nca hazırlanmış belgeye göre 1936-37-38 ve 39 yıllarındaki operasyonlarda 13 bin 806 kişi ölmüştü. Belgenin altındaki imza da İçişleri Bakanı Faik Öztrak’a aitti. 23 Aralık 1938 tarihine ait belge ise 11 bin 683 kişinin sürüldüğünü, 2 bin kişinin daha bu kapsama alındığını gösteriyordu. İsmet İnönü, o tarihte Cumhurbaşkanı, Celal Bayar ise hükümetin başı olarak imza etmişti belgeyi. Daha pek çok belge mevcuttu. Aslında belge aramaya da gerek yoktu. Dersim konusunda internet üzerinden bile Türkiye’nin geçmişi ile yüzleşecek yeterince bilgi, belge mevcuttu. 1938’de işbaşındaki hükümetin kabahati için 2011’de bir başka iktidar özür diliyordu vatandaşlarından; üstelik o günkü iktidarı temsil eden parti bugün hâlen siyaset sahnesinde iken.

Sabiha Gökçen, ‘bir ay süren harekât sırasında ne vazife verilirse seve seve yaptığını söylüyordu. Gökçen ayrıca Atatürk’e sözünü tutmuş ve onlara esir düşmemişti. Dersim dönüşü Gökçen’e madalya verilmesi kararlaştırıldı. Atatürk’ün meşguliyeti sebebiyle madalyayı İsmet İnönü takmıştı.

Demek ki gerçekler İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker’in söylediği gibi değildi. CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün başlattığı tartışmalardan sonra Toker, Dersim olaylarının babasından sonraki dönemde Celal Bayar’ın başbakanlığına denk geldiğini iddia ederek, “Yalan yanlış sözler karşısında ne diyeceğimizi bilemez duruma geliyoruz.” demişti. Ama 13 bin 806 kişinin öldüğü olaylarda bölgeyi uçakla bombalamış Sabiha Gökçen’e madalyayı takan Özden Toker’in babasıydı.

O zulümden kurtulanlar da olmuştu. Bugün hikâyelerini dinlediklerimizin bir kısmı anne karnında hayata tutunabilmişti. Belki de istedikleri, Türkiye’nin geçmişi ile sadece yüzleşmesiydi; gelecek nesiller adına…