16 Ağustos 2011 Salı

Şûra ayının getirdikleri... / Ali Bayramoğlu

Ağustos ayı, başka bir ifadeyle Yüksek Askerî Şûra ayı, her yıl artan oranda, sivillerin askerî alana hâkim olmasına tanıklık ediyor.

İki önemli gelişme olmakta.

1- Siyasi iktidar, yetkilerini titizlikle koruyarak yasanın kendisine verdiği tüm imkânları kullanıyor, idari tasarruf üzerinden askerî alanı denetliyor. Bu çerçevede genelkurmay başkanı dâhil olmak üzere, kuvvet ve ordu komutanlıklarına yapılacak atamalara doğrudan müdahale ederek komuta kademesinin şekillenmesinde belirleyici rol oynuyor.

Açıktır ki bu durum, askerin “kendi içine kimseyi sokmayan, buna karşın kendi dışını denetlemeye endeksli devlet içi özerk konumunu” ağır bir şekilde yaralıyor.

Son örnekte, siyaseten istenmeyen bir general, Aslan Güner, en kıdemli olmasına rağmen en kıdemsizlerin atandığı bir mevkiye, Harp Akademileri Komutanlığı’na atanıyor, onun altındaki bir general ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na tayin ediliyordu.

Kıdem üzerinden oluşturulan teamül ile siyasi ve idari tasarrufu ortadan kaldıran yerleşik vesayetçi uygulamaya son verilmesi, sadece fiilî durumla ilgili olarak değil, sembolik açıdan da son derece önemlidir.

2- Siyasi iktidar, Yüksek Askerî Şûra üzerinden siyasi işlere karışmış, ordunun siyasi işlevini bayrak edinmiş askerlerin tasfiyesini gerçekleştiriyor.

Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da tutuklu askerlerin, rütbeleri ne olursa olsun, terfi almaması önemlidir. 2010’da atılan ilk adım, 2012 şûrasında ciddi bir tasfiyeyle sonuçlanmış olacaktır.

Bu durum, sivilleşme sürecinin kritik anlarından birisini oluşturmaktadır.

Hukuki hüküm öncesi idari yaptırım ve tasarruf yolu açılmaktadır. Bu gelişmeler ve personel politikası son derece önemli, buna şüphe yok…

Sivilleşmek istiyorsak şu üç mesele önemli…

- Asker kışlasına itilecek…
- Siyasi kararla ilgili hiçbir yetkiye sahip olmayacak…
- Askerî alan içi, askerî politikalar dâhil, siyaset kurumu tarafından denetlenecek…

Bizde asker kışlasına itiliyor… Diğer alanlarda da önemli adımlar atılıyor. Ancak bundan sonra atılması gereken hukuki, idari ve siyasi adımlar, bugüne kadar atılmış adımlardan daha fazladır.

Kimse sanmasın ki başbakanın Askerî Şûra’daki oturma düzeninde öne çıkması ve iktidarın kararlı bir şekilde atanacak askerî personelle ilgili tercihlerde bulunması tüm sorunları halleder.

Nitekim Askerî İç Hizmetler Kanunu’nun 35. Maddesi’nden, bu maddenin değiştirilmesinden söz edilirken, bir başka maddesi, askere iç güvenlik alanında silah kullanma yetkisi veren maddesi akla hiç gelmeyebiliyor.

28 Şubat’ta, Genelkurmay’da verilen brifinglerde o günün Harekât Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Doğan’ın, “İslamcılar pompalı tüfekle silahlanıyor, bu bize yönelik olduğu için İç Hizmet Kanunu’nun 85/1 maddesine göre silah kullanabiliriz” mealindeki açıklamalarını en azından biz unutmadık…

Gerçekten de 13 Haziran 1997’de, Genelkurmay Başkanlığı’nda basına verilen ikinci brifingde Silahlı Kuvvetler’in İç Hizmet Yasası’nın 85/1 maddesi uyarınca silaha başvurabiliriz” diyordu asker…

Bu, yasal mevzuattaki karanlık noktalardan, bubi tuzaklarından sadece biri…
Şüphe yok ki yeni anayasa hazırlanırsa pek çok yeni adım atılacak…

Muhtemelen genelkurmay başkanının statüsü yenilenecek, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanacak; muhtemelen Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılacak ve iki farklı hukuk düzeni sona erecek; muhtemelen kuvvet komutanlarının atanmasında tüm yetki siyasi iktidara verilecek…

Ancak bunlar dahi, yukarıda saydığımız üç koşulun yerine gelmesi için yeterli değildir…
Örneğin, asayiş ve militerleşme meselesinde jandarmanın konumu belirleyici bir rol oynamaktadır…

Örneğin, jandarmaya ilişkin pek çok husus sadece yasalarla değil, yönetmeliklerle de belirlenmiştir.
Dolayısıyla sivilleşme, askerin kışlaya itilmesi ve denetlenmesi ile ilgili tüm yasaların tek tek elden geçirilmesi, konuyla ilgili tüm yönetmeliklere yeniden düzen verilmesi, en önemlisi de yönetmelik ve protokoller vasıtasıyla yasaların delinmesinin engellenmesi gerekmektedir.

Unutmamak gerekir ki Arjantin bile sivilleşme düzenine keskin adımlarla geçerken 20-25 yıllık bir zaman harcamıştır.

Gidiş âlâ, ama yol uzun...