15 Ağustos 2011 Pazartesi

Karargâh mı Bakanlık mı? / Ümit Cizre

YAŞ’ın terfilere karar veren bir merci olmaktan çıkarılması ve Milli Savunma Bakanı’na askeri konularda danışmanlık yapan bir kurula dönüştürülmesi gerektiği belirtildi.
Soru şu: Bu ülkede asker-sivil denkleminin normalleştirilmesinde ve askeri vesayet sisteminin sona erdirilmesinde Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) Ağustos 2011 toplantısının anlamı, önemi ve ima ettiği gerçekler nedir? Bazı medya odaklarının iddia ettiği gibi bu toplantı Türkiye’nin siyasal tarihine asker-sivil denklemi bağlamında bir kırılma, dönüşüm ya da bunalım noktası olarak mı geçecektir? Açalım: Genelkurmay Başkanı ile zaten emekliliği gelmiş olan 3 kuvvet komutanının, Ergenekon-Balyoz vb. davalar kapsamında tutuklu bulunan 173’ü muvazzaf, 77’si emekli olmak üzere toplam 250 TSK personeli ile ilgili olarak dile getirdiği itirazların hükümet nezdinde etkisiz kalması karşısında emekliye ayrılmaları, siyasi iradenin belirleyici ve denetleyici bir rol oynadığı yeni bir sivil-asker denklemine (hatta bazılarına göre “paradigmaya”) geçiş yaptığımızı mı ima etmektedir? Yoksa, Financial Times dış politika editörü David Gardner’ın bu satırların yazarına ifade ettiği gibi “belirleyici ancak sonuç verici olmayan” bir toplantıdan mı söz etmekteyiz?

‘Ağustos bunalımları’
Bardağın boş olan yarısına dönük olarak konuşan bazı askeri kaynakların vurguladığı gibi Balyoz’dan tutuklu olan ve terfi sıraları gelmiş bulunan 14 general ve amiralin sivil irade tarafından re’sen emekliye sevkedilmeleri yolu açıkken, askeri bürokrasinin direncine boyun eğip TSK Personel Kanunu’nda yer alan muğlak hükümler (49/d ve 65/ı gibi) kullanılarak görev sürelerinin uzatılmaması, aslında savunmanın demokratik sivil yönetiminde mevcut statükonun korunduğunu ve pek bir şeyin değişmediğini mi göstermektedir?
Yaşadığımız YAŞ’ın anlam ve önemini değerlendirmenin en zihin açıcı yolu medya haberlerinin odaklandığı aktörlere bir göz atmak olmalı: Genelkurmay Başkanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı sıkça atıflanmalarına rağmen Milli Savunma Bakanı’mızın (MSB) adı geçmedi. Demokratik Batı ülkelerinde askeri bürokrasinin terfi ve atamalarının devlet ve hükümet başkanlarını ilgilendiren bir yanı bulunmadığından bu sorunlar Savunma Bakanlığı’nın aracılığı ve müdahalesi ile çözümlenmekte iken Türkiye’nin makus kaderi imiş gibi görünen “Ağustos bunalımları”nın sonuncusu, seçilmiş sivil iradenin olağan aktörü olan bir bakan tarafından değil, devletin ve hükümetin başının dahil olduğu bir üst seviye tarafından çözülmüştür. Dolayısıyla, TSK’nin kamu bürokrasisi içinde yer alan diğer kuruluşların hepsinin önünde ve üstünde yer aldığını gösteren bu durum sona erdirilmeden ve TSK bu kuruluşlara eşdeğer bir statü içine çekilmeden 2011 Şurası’nın sivil iradenin üstünlüğü ile sonuçlandığını ilan etmek kendimizi aldatmaktan öteye geçmez.

Savunma Bakanı’nın görevi
Bu şura, demokratik sivil denetimin ana meselelerden birisinin aciliyetini gözler önüne sermiştir: Sivil-asker denkleminin normalleşmesini sağlayacak olan yapı siyasi iradenin savunma ve güvenlik politika ve stratejileri ile TSK üst yönetiminin belirlenmesinde sözünü ve sesini hakim kılacak olan Milli Savunma Bakanlığı olmalıdır. Ben ve benden daha yaşlı kuşakların hiçbiri, askeri gücün geliştirilmesi, savaşa hazırlanması, stratejik plan ve programlarının hazırlanması/onaylanması ve uygulanması ile bu stratejilerin gerektirdiği kaynakların denetiminde TBMM’nin ve herhangi bir Milli Savunma Bakanı’nın siyasi sorumluluklarının gerektirdiği liderlik rolünü üstlendiğini görmedik. Gerek bu görevlerde gerekse tedariki öngörülen silah sistemleri ile araç ve gereçlerin tedarik şeklinin tespit edilmesi de dahil olmak üzere niteliği itibarı ile sivil olan pek çok konuda bakanlığın değil Genelkurmay Başkanlığı’nın karar verici makam olduğunu, bakanlığın karargahın uzantısı olarak çalıştığını gördük, yaşadık.
Aksini düşünmek bizim kuşak için bir “hayal” olarak kaldı. Müsteşarı, müsteşar yardımcıları, daire başkanları ve şube müdürleri her yönüyle Genelkurmaya bağlı TSK mensuplarından oluşan bir bakanlığın “sivil” bir inisiyatif göstermesini beklememiz galiba anormal bir durum olurdu!

Benim kuşağım herhangi bir savunma bakanının OYAK ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Güçlendirme Vakfı gibi kuruluşlara ve bunların iştiraki olan şirketlerde yönetim ve denetim kurullarına getirilecek kişileri belirleyebildiğini görmedi. Ne geçmişte ne de ordusunu daha da profesyonelleştirme, küçültme ve daha etkin bir güce dönüştürme tasavvurunda olan mevcut hükümet döneminde, Milli Savunma Bakanı’nın general ve amiral kontenjanlarını belirleme yetkisini Genelkurmay Başkanı’ndan devralmasını sağlayacak bir yasa değişikliğine tanık olmadık.

Vecdi Gönül ve bakanlığı

Bizim kuşak bütün bunları sağlayacak yasa değişikliklerini yaşama mutluluğuna erişemedi. Narcis Serra’nın İspanya’daki demokrasiye geçiş sürecini analiz ettiği ve medyada çokça atıf alan Demokratikleşme Sürecinde Ordu kitabı, bu bakanlığın sivilleştirilmesini “orduların tam anlamıyla kendilerine ait gördükleri karar alma mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı çetin bir süreç” olarak tanımlamakta. Meselenin çetinliğini elbette anlıyoruz. Ancak, orduların giderek dış politikanın aracına dönüştüğü son zamanlarda, “komşularla sıfır problem” politikasının nasıl bir ordu ve savunma modelini gerektirdiği konusunda herhangi bir arayış içinde olunmamasını anlamak hayli zor. Savunma politikalarının seçilmiş iradeyi temsil eden bir bakan tarafından yönetilmesi bugünün dünyasında fazladan bir önem kazanmış durumda olduğunu ve dolayısıyla, Milli Savunma Bakanı’nın, savunmanın, Başbakan’ın sorumluluğu altında yürütülen iç ve dış politikanın demokratik gerekleriyle bütünleşmesini sağlamaya yani demokratikleşmeye hizmet edecek yegane aktör olduğunu teslim etmek zorundayız. Ayrıca, Serra’nın kitabı dikkatle okunduğunda şu önemli mesaj çıkmakta: Savunma yönetimini ve denetimini demokratikleşme niyet ve aşamasında olan ülkelerin savunma bakanlıkları ve/veya bakanları, AK Parti hükümetinin öngördüğü gibi “bürokrasiden gelen, eşinin başı açık, statükoya saygılı, hiç konuşmayan, komutanlara güven verir” bir Vecdi Gönül profilinin çok dışında proaktif bir bakanlık olmalıdır.


MSB’nın işlev ve örgütlenme bakımından sivilleşmesini sağlayacak adımlardan en önemlisi askeri personelin, bakanın karar süreçlerinde “yetki” sahibi olmaktan çıkarılarak askeri konularda “danışman” konumuna geçirilmeleridir. Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasının konuşulduğu şu günlerde bunun en ön koşulu olarak Milli Savunma Bakanlığı’nın savunma ve strateji alanını yöneten ve denetleyen sivil uzman bürokratların yetiştirilmesini ve eğitimini sağlayacak adımları atması gerekmektedir. Askeri otorite üzerinde demokratik bir savunma yönetimini başlatmanın ilk ve devasa adımı siyasi iradenin stratejik savunma yönetimi konusunda gerekli bilgiye ve uzmanlığa sahip ol(a)mamasından gelen zaafların kapatılmasıdır. Geçiş döneminde ise, demokratik değerleri özümsemiş ve kamu hizmetine sivil statüde devam etmeyi kabul edecek muvazzafların sivil siyasi iradeye ihtiyaç duyduğu uzmanlık desteğini sağlayabileceği değerlendirilmektedir. Yeni savunma yönetimini bütüncül bir biçimde resmeden bir “konsept kağıdının” hazırlanarak şeffaf bir biçimde açıklanması bu süreçte olmazsa olmaz bir başlangıç oluşturacaktır.

YAŞ’ı yeniden düşünmek
2011 YAŞ’ının bizi üzerinde düşünmeye sevkettiği ikinci önemli husus ise YAŞ’ın durumu ve bu durumu YAŞ’ın kurulduğu yıl olan 1971’den bu yana adeta statükonun birlikte yaşanması gerekli bir parçası olarak kabul edegelen seçilmiş sivil iradenin tarihsel sessizliğidir. YAŞ toplantılarına Başbakan başkanlık etmesine rağmen, Genelkurmay Başkanı (GKB) da Başbakan’la aynı yükseklikte ve adeta aynı konumdaymışçasına oturmaktadır. Bu oturma biçimi bile GKB ile Başbakanın yani askeri ve sivil iradenin başlarının eşdeğer konumda olduğunu sembolize etmektedir. 2011 toplantısında Başbakan’ın tek başkan olarak oturuma başkanlık etmesi, tek başına bir anlam ifade etmez. Bu durum, YAŞ’ın statüsünde ve görevlerinde sivil irade lehine bir değişiklik olması durumu ile birleştiğinde sevinçle karşılanabilir.
Böyle bir değişiklik olmuş mudur? Bir kere YAŞ’ta alınan kararlar, bütün demokratik teamüllere aykırı olarak 15 general ve 2 sivilden oluşan yapısına rağmen salt çoğunlukla alınmakta yani Milli Savunma Bakanı ve Başbakan, general ve amirallerin aldığı karara zorla iştirak ettirilmektedirler. Bu konuda herhangi bir değişikliğe henüz gidilmemiştir.
İkinci olarak, YAŞ kararlarının bir kısmı “disiplinsizlik” nedeniyle silahlı kuvvetlerden ihraç edilen personelle ilgilidir. AK Parti iktidarında toplanan YAŞ’ların temel işlevlerinden birisi bu olmuş ve hükümet temsilcileri 12 Eylül 2010 kısmi anayasa değişikliği referandumuyla YAŞ’ın her türlü ilişik kesme kararına karşı yargı yolunun açılmasına kadar muhalefet şerhi koymanın ötesinde bir işlemde bulunamamışlardır. Üstelik -bu notu düşmeden geçmek istemiyorum- haklarında disiplinsizlik gerekçesiyle TSK’dan ilişkileri kesilmek üzere işlem başlatılan subay ve astsubayların maruz kaldığı haksız uygulamalar ve acılar kamunun bilgisi dışında olabilir. Bu kişiler, haklarında tanzim edilen evrakı inceleme, neyle suçlandıklarını öğrenebilme, disiplin kurulu önünde kendileri ya da vekilleri vasıtasıyla savunma yapabilme ve tanık dinletebilme gibi en doğal haklarından (ki bu haklar 657 sayılı kanuna tabi diğer tüm kamu görevlilerine sağlanmaktadır) mahrum bırakılarak mesleklerinden uzaklaştırılabilmektedirler. 2002 yılından 2011 seçimlerine dek işbaşında olan Milli Savunma Bakanı’nın ancak özürlü demokrasilerde görülebilecek bu davranışları mümkün kılan sicil yönetmeliklerinin değiştirilmesi yönünde bir telkini olup olmadığını bilmiyoruz. Bakanın herhangi bir girişimde bulunmaması ne kadar kabul edilemez ise telkinine rağmen bir değişikliğe gidil(e)memesi de aynı derecede sorunludur. Sonuçta, bakan, nihai kararı veren kuvvet komutanlarının kararlarının uygulanması için gereken kararnameleri imzalayagelmiştir. Bu da Türk demokrasisi için çok üzücü bir sicil oluşturmuştur.

YAŞ danışma kurulu olsun
Buna ek olarak 2010 YAŞ toplantısı önemli bir trendi başlatmıştır: Siyasi iradenin Ergenekon-Balyoz suçlamaları nedeniyle terfilerine karşı çıktığı iki general ve bir amiralin Genelkurmay Başkanı’nın ısrarı ile terfi ettirilmeleri karşısında Başbakan’ın ve Milli Savunma Bakanı’nın çaresiz kalmasının bir sonucu olarak YAŞ toplantıları darbe planları hazırlama suçlaması altında olan generalleri (taltif anlamında) terfi ettirebilen ya da daha uzun süre general maaşı almalarını olanaklı kılacak şekilde görev sürelerini uzatan bir heyete dönüşmüştür. Hükümetin 2010 YAŞ’ında ortaya çıkan bu durumdan ders çıkararak harekete geçmesi ve YAŞ’ı general ve amiral terfilerinde “karar veren” değil, Milli Savunma Bakanı’na danışmanlık yapan istişari bir kurula dönüştürme yolunda adımlar atması beklenirdi. YAŞ’ın tümüyle istişari bir kurula dönüştürülmesi durumunda oluşacak modelde YAŞ sadece komutanlardan oluşan ve içinde sivil üyelere yer vermeyen bir kurula dönüşecektir. Bu durumda başbakan ve bakanın YAŞ toplantılarına katılmalarına ve demokrasiye aykırı düşen o garip resimlerin çizilmesine de gerek kalmayacaktır.
Gerek Milli Savunma Bakanlığı’nın gerekse YAŞ’ın yeniden yapılanması sadece yasal-yapısal bir değişim olmanın ötesinde demokratikleşme anlamında çok daha önemli değişimleri ifade eder. Sorun, görülmemiş ölçüde popüler olmasına ve Türk demokrasi tarihinin en güçlü seçmen desteğini arkasına almasına rağmen askeri bürokrasi karşısında hala “zayıflığını ve ürkekliğini” koruyan bir sivil iktidarın siyasal otoriteden bağımsız hareket edebilme alışkanlığına ve “ülkenin gerçek sahibi-emniyet supabı” imajına sarılan bir asker üzerinde etkin ve demokratik bir sivil denetime geçiş yapabilme koşullarını sağlayabilmektir. Yasaların başaramayacağı düşünülen kültürel dönüşümü gerçekleştirecek aktörler de aslında geçişi sağlayacak aktörlerin proaktif ve öncü davranışlarının yaratacağı dinamizm ve güvendir. MSB ve YAŞ bu nedenle önemlidir.